7.12.07

Eastern Promises :: Şiddetin Londra Güncesi


David Cronenberg, her yeni filmine bir an bile düşünmeden gideceğim 'yaşayan' ikinci yönetmendir..
('Gözü kapalı giderim' diyecektim ama bir filme gözleri kapatıp gitmenin saçmalığı buna engel oldu.. Birinci yönetmen, yine bir David, ancak o benim için, ne Cronenberg ile ne de bir başkasıyla kıyaslanamayacak kadar farklı bir yerdedir.. O, David Lynch'dir.. O ayrıdır.)

Eastern Promises / Şark Vaatleri, David Cronenberg'in, o hayranı olduğum “çılgın” sinemasını terk ederek, daha popüler, daha geleneksel sinema anlayışına geçiş yaptığı A History of Violence Şiddetin Tarihçesi'nden sonra, aynı yoldaki ikinci filmi..
En son Existenz ile, organizma ve makinenin birbiri içinde kaybolduğu, şok edici "meşhur" tarzına nokta koymuş gibi görünen Kanadalı dahi yönetmen, yine de formunun zirvesinde..

Cronenberg, A History of Violence'dan sonra yine mafya alemine, yani organize suç dünyasına dalıyor ve bizi de peşinden sürüklüyor..



Öncekinde, mekan da, kişiler de Amerikan'dı; oysa bu kez Londra'dayız ve elemanların çoğu Rus, bir kısmı da Türk ve Çeçen..

Film, bir Cronenberg filmiyle karşı karşıya olduğunu seyirciye hatırlatırcasına, onu hemen şöyle bir hizaya sokacak, ani ama "ayrıntılı" bir boğaz kesme sahnesiyle başlar..
Bu sıralarda bir hastanenin doğum servisine kanlar içinde, hamile bir çocuk-kadın getirilir..
14 yaşındaki Tatiana, Rus mafyasının beyaz kadın ticareti sırasında 'hırpalanmış' bir malıdır..
Kendisi kurtarılamasa da bebeği sağ salim doğar..

İşi icabı, bunlara tanık olan ebe Anna, olanlardan çok etkilenir ve Tatiana'nın cebinde bulduğu günlüğünden yola çıkarak, onun ailesini, kimliğini ve bu hale gelmesine neden olanları araştırmaya başlar..
Bu araştırma, onu çok kısa sürede -direkt olarak- bir Rus lokantasına, bir başka deyişle, İngiltere'nin seks ve uyuşturucu trafiğinin 'yer altı' merkezine götürür..

Rusya'dan bir cennet gibi görünen Londra'ya -tıpkı Türkiye'ye de gelenler gibi- 'sadece' daha iyi bir yaşam için gelen bu masum Rus kızın günlüğü, eroine bağımlı hale getirilip, fahişeliğe zorlandığı gurbet elde geçen, kısacık ama çok zor bir yaşantının kesitlerinden ibarettir..
Zavallı kız, film boyunca, gelişen sahnelere de uyan satırlarıyla, günlüğünü bizimle de paylaşır..

Merhum babası da bir Rus olan ebe Anna’yı, annesi ve amcasıyla birlikte yaşarken görürüz..
O masum bir ailenin sıradan bir kızıdır ve bir zamanlar bebeğini düşürerek kaybetmiş olmanın acı verici duygusallığıyla da, büyük bir belaya -ailesiyle birlikte- bulaşmanın arifesindedir..

Anna (Naomi Watts), fazla vakit geçmeden, sahibi olduğu "Trans - Siberian" adlı Rus lokantasını paravan olarak kullanan, ünlü bir mafya örgütü olan "Hırsızlar Birliği"nin başı Baba Semyon (Armin Mueller Stahl)'la, şoför/fedai Nikolai’ (Viggo Mortensen)'la ve Baba'nın oğlu Kirill (Vincent Cassel)'le tanışacaktır..




İyiler ve Kötüler

Kısa bir süre perdede görünen polisler hariç film, bizi Londra'nın Rus ağırlıklı yabancı yüzüyle tanıştırıyor..
Trajik bir ana tema, yönetmenin etkisinin bariz hissedildiği o garip mizansenler, yabancı aksanlı İngilizce, Rusça ve zaman zaman Türkçe konuşmalar..
Bütün bunlar, Londra'nın hep yağmurlu ve kasvetli havasını -içimizle birlikte- sanki daha bir karartıyor..

Cronenberg, Şiddetin Tarihçesi'nden sonra bu filmde de Viggo Mortensen'le çalışıyor ve Yüzüklerin Efendisi'nin kralı olan oyuncu, bu "Nikolai" rolünde de göz kamaştırıyor..
Ona artık, "ayrıksı" yönetmenin “yeni favori oyuncusu” gözüyle bakabiliriz sanırım..

Nikolai, mafyöz ailenin hem şoförü ve onların pis işlerini temizleyen adamı, hem de alkolik ve "nonoş" oğul Kirill'in "zoraki" arkadaşıdır..
Görünüşüyle olduğu kadar “sürprizli” senaryonun kilit adamı oluşuyla da gayet gizemli, çok sert hatta vahşi denebilecek bir yapısı vardır..
Öte yandan, prensipli, kişilik sahibi -aşık olabilecek kadar- yumuşak yürekli ve kötü yola düşmüş kızlar için dertlenebilecek biridir de o..

Vincent Cassel'ın "çok iyi" canlandırdığı Kirill, doğanın ona verdiği eşcinsellik olayından mustarip, alkolden aldığı cesaretle şiddetin dibine vuran, bu "erkeksi" şiddeti kadınlar üzerinde de kullanarak -o hiç memnun olmadığı- “eksik” cinselliğini gizlemeye çalışan "zavallı" bir gençtir..
Ancak, kesin öldürme emrini aldığı yeni doğmuş bir bebeğin hayatını, gözyaşlarına boğularak bağışlayan da odur..

Başta, yavrusunu doğururken ölen Tatiana olayı olmak üzere her türlü kötülüğün baş sorumlusu "Baba" Semyon ise başka bir alemdir..
Şirin bir yaşlı beyefendi profili çizen Semyon, şer dünyasının işlerinden arta kalan zamanlarda oğlu Kirill'i korumaya çalışan bir baba, ve lokantasının işleriyle uğraşan, mutfakta yemekler, pastalar yapan, çocuklara şefkat gösterip, onlarla keman çalıp, şarkı söyleyen biridir..

Bütün bu saptamalar gösteriyor ki, David Cronenberg, bu filminde de iyiliği ve kötülüğü kesin, net sınırlarla birbirinden ayırmıyor..
Evet.. İyiler ve kötüler -pek açık olarak- hikayede yerlerini almışlardır..
Ancak onların -öncelikle de kötülerin- birer "insan" oldukları gerçeğini hep hatırlatarak..

Önceki filmi A History of Violence hakkındaki -başka bir yerde yayınlanan- yazımda şöyle demişim: "Kötü insan yoktur.. İyiliğiyle, kötülüğüyle sadece ve sadece insan vardır.. Yaratılışı değildir kişiyi iyi ya da kötü yapan, seçimidir tamamen.. İyi insan, kötülüğü denememiş/denetilmemiş, ya da kötülüğü denese de iyi biri olarak kalmayı seçmiş insandır.. Kötü insan ise, bir şekilde denediği kötülüğü seçmiş/seçtirilmiş ve kendini -belki de- bu bataklıktan kurtarabilecek seçimini yapmamış kişidir."

İşte yönetmen -bence tabii- yeni filminde de bu anafikirden ayrılmamış görünüyor..




Ankara Social Club

Filmin biz Türkler için ilginç ve hoş bir yanı, "iyi" bir açıdan bakmasa da iki Türk tipine sahip olması..
Mesleği berber/mafya olan Türk Azim'in “Ankara Social Club”ı ve dükkanının "Berber Salonu" şeklindeki tabelası, benim için hoş ayrıntılardı..
Şimdiye kadar çok kötü örneklerini gördüğümüzden, Azim'in "tahtası noksan" oğlu Ekrem'e 'sakin' diyecek yerde 'durgun' demesi dışında akla ziyan bir Türkçe hatanın olmaması, iyiydi..
O değil de, Türk oyuncu olmamasına karşın berber Azim'in, bizim köşedeki berber Mehmet Abi'nin tıpkısı olmasına ne buyrulur..

Tam burada, muhatabımın Bay Cronenberg olmasından kuşkulu olsam da –yine de- ona sormak istiyorum: Dünyanın her yöresinden artistler bulup oynatırsın da, hele senin bir filminde oynamak için üste para verecek sürüyle oyuncu bulacağın halde, Türkiye'yi neden es geçersin?. Senin hemen yakınındaki Avrupa'da bile mebzul miktarda Türk varken, çakma Türkler yaratmak sana hiç yakışıyor mu?. Ha?.
(Bakalım bu ağır fırçalamadan sonra David nasıl insan içine çıkacak, merak ediyorum doğrusu.)




Tabancasız Mafya Filmi

Film bitmiş, ancak, böyle bir filmde mutlaka olması gereken bir eksiklik hissetmiştim sanki..
Filmi kafamda baştan sona tekrar bir taradım..
Evet evet doğruydu..
Cinayetler işlenen, kanın oluk oluk aktığı koskoca bir suç filmi, tek bir silah ateşlenmeden, hatta perdede bir tabanca bile görünmeden, başlayıp bitmişti..
Herhalde bu bir rekordu..

Son olarak filmden bir anı: Hamamdaki bol kanlı, çok canlı, pek sert ve şaşırtıcı kavga sekansı insanı o kadar kapıp götürüyor ki, bi ara kendimi, iki yanımdaki koltukların orasını burasını ellerimle tutup burarken yakaladım.. Allahtan her iki yanım da boştu..




Kavisli, keskin ve soğuk bıçağın insan bedeni içindeki hızlı, derin yolculuğu; objektifin, Rus mafya üyelerinin görkemli dövmelerle süslü vücutlarını yakın çekimlerle uzun uzun taraması ve Ukraynalı fahişe bir kızın, yatakta şarkısını söylerken kıvrımlı bedeninin kadrajı..
Şark Vaatleri, tüm bu, klasik Cronenberg sinemasını -her şeye rağmen- hissettiren çarpıcı ayrıntılarıyla, iyi oyunculuklarla, güzel bir senaryo ve başarılı bir kurguyla sinemalarda..

 /10