22.12.07

Kabadayı :: Kahraman Kabadayı Mafyaya Karşı



Ali Osman, bir zamanların gözünü budaktan esirgememiş, doğru bildiği yolda salt bileğinin gücüyle kötülerin çanına ot tıkamış, namı büyük kabadayılarımızdandır..

Zaman geçmiş, eski şaşaalı günler geride kalmıştır. 
Artık Ali Osman, mahallesinde bir halı saha ve küçük bir "lokal" işletmekte, eski günahlarına tövbekar, mütevazı bir emeklilik hayatı yaşamaktadır..

Yıllar önce izini kaybettiği şarkıcı sevgilisinin ölüm döşeğinde olduğu haberiyle, "durulmuş" hayatında bir kıpırdanma yaşar..

Hemen peşinden gelen, -küllenmiş ama sönmemiş- bu aşkından, bir erkek çocuk sahibi olduğu sürpriziyle de, eski çalkantılı günlere geri dönmüş gibidir.. 
Çünkü, müzisyen oğlu Murat ve aynı barda şarkı söyleyen sevgilisi Karaca'nın, "psikopat" mafya reisi Devran'la başları beladadır..

Bir yandan -yeni zuhur ettiği- karanlık alemde namını yürütmekte aceleci, öte yandan Murat'a kaptırdığı ve müptelası olduğu Karaca'sını ne olursa olsun bu “rastalı” oğlanın elinden almaya ant içmiş Devran, bu uğurda değil kendini, dünyayı bile yakıp yıkmayı göze almıştır..

Bu ahval ve şeraitte, Kabadayı'mıza düşen en önemli görev, tüm kariyerini, hatta canını ortaya koyma pahasına da olsa, oğlu Murat ve sevgilisi Karaca'yı, şu mafya zibidisinden korumaktır..



Kabadayı’nın İkilemi

Kahraman kabadayı Ali Osman, mafyaya karşı elinden geleni yapacak, efsaneleşmiş kabadayılığın raconunu muzaffer kılmak için uğraşacaktır..
Oysa kabadayılık, geçmiş zamanların -bir nevi- mafyasıdır aslında.. 
Zamanla yitirilen bir çok değerle birlikte, kabadayılığın -o hep var olduğu söylenen- çalıp çırpmama, haksızlık yapmama, düşene vurmama ve yoksula destek çıkma gibi hasletlerinin eriyip gitmesidir söz konusu olan..


Bu mühim değerlerin üzerinden akıp gitmesiyle kabadayılıktan ortada kalan "şey" belli ki kanun dışı bir yapılanmadan yani mafyadan ibarettir..
Kabadayı Ali Osman, kendisinin de dediği gibi, çok kelle koparmış, geride pek çok dul ve yetim bırakıp, onların çok ahını almıştır..

“Nevzuhur” mafyöz Devran'ın "şeyinin keyfine" adam öldürmesiyle, eski meşhur kabadayılardan Ali Osman'ın kendi menfaatinin yoluna taş koyanları temizlemesi arasında gerçekten bir fark var mıdır?. 

Tüm süs püslerinden arındırılmış bu kanlı olaylardan geriye kalan gerçek, insanların canına kastetmek yani –apaçık- cinayet değil midir?.

Kabadayı'nın, yüzüne: "Sen mafyasın.." diye çemkiren oğluna karşı mesleğini müdafaa edişi ve onu oracıkta dövmekten beter hale getirmesindeki o kendini kaybediş hali, sakın, bu -bizzat kendine dahi açıklaması güç- benzerlikten kaynaklanıyor olmasın?.



Yavuz Turgul Gerçekçiliği

"İnşaat" ve "Her şey Çok Güzel Olacak" filmlerinin yönetmeni Ömer Vargı´nın yönettiği filmin başlıca rollerinde Şener Şen, Kenan İmirzalıoğlu, İsmail Hacıoğlu, Aslı Tandoğan ve Rasim Öztekin yer alıyor.. 
Senarist ise, "Gönül Yarası" ve "Eşkıya" gibi Türk Sineması´nın mühim eserlerinin yaratıcısı Yavuz Turgul..

Bu önemli ortaklığın ürünü Kabadayı’da, Turgul faktörü çok baskın.. 
Bir başka deyişle, senaryo tam anlamıyla filmin hakimi..

Film, ilk yarısında bünyemde biraz yavan bir tat bıraktıysa da, ikinci yarıda coşan hikaye ve bunun başarılı anlatımıyla birlikte, mükemmele yakın bir yapıt olarak göz kamaştırıyor..

Yavuz Turgul' un alışageldiğimiz, her karakteri, neredeyse eksiksiz betimleyerek, hayat hikayeleriyle karışık ete kemiğe büründürme çalışması ve 'giriş-gelişme-sonuç' formülünde aksaksız işleyen senaryosuyla kotarılmış film, kendisini keyifle seyrettirmesini biliyor..

Sonunda anlıyoruz ki, -mümkün olduğunca- ölmesi gerekenler ölmüş, kalması gerekenler kalmıştır.. Film gelişirken beklenenler/umulanlar -tüm aradaki sürprizlere karşın- sonunda gerçekleşmiştir..
"Klişe" olmakla suçlanabilecek bir sinemadır bu.. 
Ancak, kendine has, "özgün" Yavuz Turgul klişeleridir bunlar ve doğrusu pek saygıdeğerdir.. 
Ve sonuçta bu filminde de bize sunulan, yine hüzünlü buğuyla sarmalanmış "insani" bir gerçekçiliktir..



Bir Kadın Uğruna

Şener Şen neyse de, psikopatın allahı olmuş "Devran" rolünde Kenan İmirzalıoğlu'nun oyunu dört dörtlüktü ki belirtmeden geçmeyeyim..

Ali Osman'ın hastalığı, filmi renklendiren en önemli etkenlerden birisiyken, bu hastalıkla birlikte, polaroid çekimleriyle kuvvetlenen bariz "Memento" etkilenmeleri, doğrusu biraz rahatsız ediciydi..

Ayrıca yakın plan çekimlerin bence gereksiz fazlalığı ve hiçbir anlam veremediğim -sanki gözden kaçmışçasına- bazı detay görüntülemeler, filmin diğer nazar boncuklarıydı..

Kabadayı sona erdiğinde ilk aklımdan geçen: "Bir kadın uğruna ne güneşler batıyor Yarabbi!." serzenişiydi..
Fakat öte yandan, mevzubahis kişi öyle “bir içim su” idi ki: “Gel sen güneş ol, bu Karaca’yı gör; batma da görelim!.” De denebilirdi..