23.6.08

Formula 1 Ölsün.. Yaşasın Cosmopolis Grand Prix'si!.


Ben de, çok istediğim ve kendimi bu yolda zorladığım halde neden şu ‘Formula 1’ yarışlarından pek bir zevk alamadığımı düşünür dururdum hep..

Pistte -ha babam de babam- fır fır dönen arabaları televizyon ekranından pür dikkat ve pür zevkle seyredenlere tanık olup da onları anlayamamanın eksikliğini hissetmekte ayrı..
Bu arada, kendilerindeki bu algı düzeyine asla yükselemeyeceğimi onlar bana -bi şekilde- ima da etmişlerdir daima -sağ olsunlar..

Ama artık bu eziklik bitti..
"Bir film izledim, algı düzeyim yükseldi" mi?. pek sanmıyorum fakat şundan eminim ki zihnim bayağı bi açıldı, adeta parıldadı..

Kardeşim, imal edin, saatte 400 mili geçebilen şeker gibi rengarenk arabalar..
Ki -icabında- tamamen feyirpileye uygun olarak, rakip pilotun kafasına indirmek için dikenli topuzlar, arabasını etkisiz hale getirmek için kancalar, mızraklar, testereler ve de bilumum konvansiyonel silahlarla da mücehhez olsun..






Sonracığıma, İstanbul Park'a pist mi diyorsunuz?. 

Sizi İstinye Park'ın ‘Speed Racer’ gösteren sinema salonuna davet ederim..

Ya da kolayı var.. Yapın, dünyanın dört bir yerinden egzotik manzaraları fon eyleyen, bilinen ya da bilinmeyen her türlü virajlara hatta spirallere sahip pistler..
Efendime söyleyeyim, salın bu cıvıl cıvıl arenaya, gladyatörler misali giyinip kuşanmış enteresan tipli pilotları.. Ki yerçekimine 'bana mısın' demeyerek uçsunlar, ateş etsinler, isabet alsınlar, patlasınlar, çatlasınlar..


Pilotların altlarındaki arabalar paramparça mı oldu?. Hiç mühim değil, kendilerini hemencecik sarıp sarmalayan bir maddenin içinde top gibi olup -burnu bile kanamadan- bir kenara tıngır mıngır yuvarlanıversinler..
Bakın o zaman ben de sizin gibi, araba yarışlarını zevkle izliyor muyum, izlemiyor muyum?.