11.11.08

Issız Adam :: Egoist Erkek Sendromu


Alper (Cemal Hünal), yıllar önce kasabasından gelip de yerleştiği İstanbul'da kendini özellikle aşçılık konusunda yetiştirmiş; zamanla tutunduğu Beyoğlu'nda, çevresini de geliştirerek, seçkin müşterilerine 'gastronomik' hizmet veren nezih bir mekanın sahibi olmuş, otuzlu yaşlarında bir adamdır..

Patronlarını çok seven hatta hayran restoran elemanlarının hazırladığı mutfağa, beyaz bandanasını kafasına sardığı gibi, ameliyata giren bir operatör edasıyla dalan Alper Usta, maharetli elleriyle öyle yemekler yapar ki onları yiyen gurmelerin lezzetten çatlayan damaklarından çıkan şapırtılar ta Taksim'den duyulur..

Bildiğimiz o 'komik' aşçı şapkalarından birini kafasına geçirmeyerek, modern bir 'emekçi-patron-yemekçi’ izlenimiyle birlikte karizmasına da leke sürdürmemiş olan Alper’i, tüm yakışıklılığı ve bandanasıyla mutfakta yemek yaparken görecek kadınların aklı başından gitmez de ne olur?.






Aşkla değil de parayla çalışan- hatunlarla, İnternet ve telefon gibi araçlar kullanmak suretiyle oldukça yoğun, yakın ilişkilere giriştiğine şahit olduğumuz Alper’in, kızların ilgisini çekmek için bir kıyafete falan ihtiyacı da yoktur aslında; hatta kıyafetsiz olması daha da bir tercih sebebidir..

Velhasılı, kahramanımız, kösnül hisleri tavan yapmış, hatta -cinsel tercih çeşitliliğiyle de- 'azmış' bir adam portresi çizmektedir..
Gerçi ilk kez, hikayenin kız kahramanı Ada'yla karşılaştığında farklı davranmaya çalışacaktır ama; onun, kız tavlamak, aşık olmak falan gibi banal şeylerle uğraşmaya ne zamanı, ne de iştahı vardır.. Daha doğrusu bu, prensiplerine aykırıdır.. 

Çünkü o, kimsenin sahip olamayacağı -adı üstünde- ıssız bir adamdır..




Issız Adam Ada'ya Düştüğünde

Ada, sinema ve dizi filmler üzerine çeşitli faaliyetlerde bulunmuş, fakat, büyük ölçüde ilişkilere dayanan, yıpratıcı 'showbiz' dünyasının kendine uygun olmadığına karar verip, rotasını daha dingin bir hayata çevirmiş; boylu poslu, güzel, genç bir kadındır..
Kısa yaşamışlığına rağmen, duygusal dünyasında bazı acı tecrübelerden geçtiğine, bi ara kulak misafiri olduğumuz Ada hanım, çocuklar için parti kıyafetleri dikip sattığı şirin dükkanında ve küçük dünyasında -bugünlerde- mutlu bir yaşantı sürdürmektedir..
Ancak, belanın ne zaman ve nereden geleceği belli mi olur?.
Zaten mutluluk denen şey, hayatta sürekli değildir.. filmlerde ise hiç değildir..

"Benzer kutuplar birbirini iter teorisi, fizikte geçerli olsa da insan ilişkilerinde tam tersi söz konusudur" diyen bizim meşhur düşünüre inat bu kez, zıt kutuplar birbirini çekmiş; Ada, kendisiyle barışık, mütevazı ve huzur dolu halinin tam tersi biri olan Alper efendiyle, sabah sabah, bir sahafta karşılaşmıştır..

Her şeyi yaşamış bitirmiş, yalayıp yutmuş da şimdi bir o kalmışçasına 'Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği' içerikli eski plakların peşinde manyaklaşmış bir adamla; yeni basılmış kitaplarda, eski kitapların -nasıl desem, hah buldum- yaşanmışlığını asla hissedemeyen entelektüel bir kızın tanışmaları, eski kitap kokan o mekanda değil de, pudra şekeriyle karışık buram buram yağ kokulu bir Kürt börekçisinde mi olacağıdı?.
Bu arada, 'Çılgın Kalabalıklardan Uzakta' adlı, adıyla adama adeta mesaj veren kitap arama ayrıntısına da dikkatinizi çekerim..

Tüm entelektüel birikimiyle desteklenen, ‘kendine güvenli, bir genç kadın’ havalarına karşın, hanım hanımcık aile kızı görünümünü gizleyemeyen Ada (Melis Birkan) -başlangıçta- kendisini, sadece 'götürmeye' kilitlenmiş bu Alper denen adama direnecektir..
Yapış yapış ısrarlarıyla muhatabını adeta paralize eden ıssız adamın, yaldızlanmış ama rafine edilememiş magandalığı zaman zaman su yüzüne çıkmakta, bundan oldukça rahatsız olan kızın güçsüz direnişleri ise para etmemektedir..

"Olanla ölene çare bulunmaz, akacak kan da damarda durmaz imiş" sayın seyirciler..
Neticede, karşısına geçerek, suratına kondurduğu tuhaf tuhaf mimiklerle, ağzından girip burnundan çıkan bu adamda -ne oldu nasıl olduysa- bir cevher olduğuna karar veren kızımız gevşemiş, gözlerini dahi süzmeye başlamıştır..

Saçları, bir an önce kafasından fışkırmak için acele ettiğinden 'hilkaten' anasından neredeyse alınsız doğuvermiş bu yakışıklı delikanlıyla göz göze gelmiş hangi dişi mahluk çarpılmamış da Ada kızımız ayak direyebilecekmiş?. 
(Yanlış anlaşılmasın, ben kimsenin fiziksel ya da ruhsal durumuyla alay edecek biri değilim.. Bu 'alın' gerçeği, filmde, aynen böyle nitelendiriliyor.)

Öte yandan, 'doğa kanunu' ya da 'temel içgüdü' denen hayati dürtülere, hangi genç bünye
-sonsuza dek- kayıtsız kalabilmiştir?.
Sonunda bir de bakarız ki; gül gibi hanım kızımız, komple Beyoğlu semtinin ve çevre ilçelerin 'dişe dokunur' vatandaşlarının yatak odalarında illaki bir hatıra bırakma cevvalliğindeki bu adamın kollarında kendini bulmuştur.. daha doğrusu, kaybetmiştir..

Kızcağız, bundan sonra işini gücünü asıp, feleğin çemberinden geçmiş bu adamla, yakından ilgilenmeye başlar; öyle ki bi ara onu, böylesi bir adama -hem de pratik olarak- canla başla, seksoloji dersi verirken bile görürüz..
Ada'nın, uygulamalı dersler yanında, ıssız olduğu kadar hayırsız da olan bu adam için çırpınması; -hemencecik- müstakbel kaynana bellediği anasına, AVM’lerin yürüyen merdivenlerinde mukayyet olması; onun gitmediği (Issız adam ya o hesap), çocukluk arkadaşının düğününe gidip kasap havası oynaması falan, bir işe yarayacak mı, ne dersiniz?.





Issız Adam veyahut Egoist Erkek Sendromu

Senarist yönetmen Çağan Irmak'ın, her filminde -yeterince entelektüel olsun ya da olmasın- karakterlerini, doğal olamayacak kadar temiz ve iri hatta hamasi laflarla konuşturması, bu filminde de -bencileyin- bazı hassas bünyeleri rahatsız edici yoğunluktaydı..


Belki de bilerek yaptığı, bu diyalog tipi seçimi ve de özellikle duygusal sahnelerdeki, adeta koreografik jest ve mimiklerle oluşturulmuş trükler, (Örneğin Alper'in, elinde Gandalf sopası, kendini çöllere atmış Mecnun misali kumsallarda dolaşıp kız çocuklarını seyreylemesi ve finaldeki yürek parçalayıcı diyaloglar.) yönetmeni, çağdaş sinemadan uzaklaştırıp, adeta Yeşilçam'a taşıyordu..

Kanında, bildiğimiz ‘Egoist Erkek Mikrobu' ile yaşayan (Issız mıssız, işin edebiyatı.), kendinden gayrısını ayak bağı olarak gören, basbayağı bencil bir adamın anlatıldığı bu hikayenin -anlatım biçimiyle elbette- bana pek de inandırıcı gelmediğini söyleyeyim..


Ancak yönetmen, girift olduğu kadar, gerçekmiş gibi de görünen ya da sanılan ilişkilerin derininde yatan 'ilkel' gerçeğin farkına varamamış da olsa; hatta -tüm dünyada yapıldığı gibi- bunu bilerek, 'romantizm' çikolatasına bulayıp da seyircinin önüne koymayı seçmiş de olsa; ben yine de bu durumu sinemasal bir problem olarak görmüyorum..


Ve bana şahsen hiç hitap etmeyen bu filmi gördükten sonra diyorum ki: Çağan Irmak, bu 'klasik' sinemacılık işini ve özellikle de melodramı, en azından eski Yeşilçam'ın usta yönetmenleri kadar iyi biliyor ve de başarıyla kotarıyor..

Mustafa Hakkında Herşey’le, eli yüzü düzgün, kişilikli bir yapıt ortaya koyarak, "yetenekli bir sinemacı geliyor" müjdesi veren; Babam ve Oğlum'la aniden zirveye çıkan; şahsen hayal kırıklığı yaşadığım Ulak'ın 'yapay' dünyasıyla donup kalan Çağan Irmak, bu filmiyle, yeniden doğuşunun sinyallerini veriyor..


Onun, her yeni filmiyle değişik bir şeyler denemeyi kafasına koymuş bir yönetmen olduğunun farkında biri olarak; “Keşke bu türün pek dışına çıkmasa, hele fantastik işlere hiç bulaşmasa” demeyi -istiyorum amma- pek anlamlı bulmuyorum.. 

Belli ki o, kariyerini, riskleri göze alarak sürdürmeye kararlı.. 
Haddim değil ama- bir bakıma yaptığını da doğru buluyorum; o, bundan böyle de kafasına göre deneyecek, seyirci izleyecek, biz de yazacağız.. 

  /10



Bu filmi kimler seyretsin: "Şu fani dünyada şöyle bir ağız tadıyla aşık olamadım" diyenler..
Bu filmi kimler seyretmesin: "Aşk mı, sevda mı?. de get lan" diyenler..

Bu yazıyı kimler okusun: "Aşk mı, sevda mı?. de get lan" diyenler..
Bu yazıyı kimler okumasın: "Şu fani dünyada şöyle bir ağız tadıyla aşık olamadım" diyenler..






1 yorum:

  1. Adsız1.2.09

    Bu filmi izlemedim, izlemeye bir ara kazara heves ettiysem de unuttum, aklımdan kaçtı gitti. Türkiye'de yaşamadığım için vizyon filmlerinin heryerde mevcut bombardımanlarına uğramıyorum zaten, paşa gönlümün çektiğiyle münasebetteyim. Amma ve lakin, bugün her nasıl oldu ise filmi edinmeye ve en nihayet izlemeye karar verdim. Yazdıklarınıza bakılırsa "ge get" kategorisine dahilim ve illaki daha sonra buraya yorum yazacağım. Görüşmek üzere.

    YanıtlaSil