18.5.09

İstanbul modern değil! İstanbul Modern!!


Film gösterimi için hazır karşıya geçmişken ve günlerden de hazır perşembe iken İstanbul Modern'e de bir uğrayayım dedim..

Tam anlamıyla tadını çıkaramadığım Gölgeye Övgü sergisi geçenlerde bitmiş, şu an, mekanda izlemeye değer yeni bir sergi de kalmamıştı..
Yine de sinemasında bazı eski Türk filmlerinin gösterildiği bilgisine vakıf olmam, beni buraya çekiyordu..

Gölgeye Övgü'yü tam olarak değerlendiremememin bir nedeni benim unutkanlığım olsa da, diğeri ve asıl nedeni -geçenlerde Tuğba'nın bir yorumuna verdiğim yanıtta da değindiğim gibi- Landlord'un bizzat kendisi idi..
Zira, sayın Landlord'la sergi gezmeyi, 134 parçalık yemek takımı almak üzere, bir fille birlikte züccaciye dükkanında dolaşmaya benzetebiliriz..
Tabii ki bu doğru değil, sadece bi şaka..

Bu benzetmeyi yapmamın sebebi, Landlord ile bir fili yan yana getirmenin güzelliğini ve özelliğini, salt düşüncede de olsa şöyle bir yaşamaktı..
Yoksa onun zararı sanat eserlerine filan değil, bencileyin, ince sanat zevki olanlara.. (Aman da aman!)

Bir başka deyişle, bir sanat eserinin karşısında bir buçuk saniyeden daha fazla duramayan biriyle sergi dolaşmanın güçlüğünü takdirlerinize sunuyorum efendim..

Malumunuz insanoğlu, yaşadığı zorlukları, hatta felaketleri bile kısa bir süre sonra unutabilmesiyle meşhurdur; bu cümleden olarak ayrıca da bir insan olarak, saygıdeğer Landlord'u bir gün önce yine aynı müzeye davet edivereyim dedim..
Üstelik, aynı gün orada gösterilecek üç adet filmi, oltaya takılı bir yem gibi kullanmayı dahi denediysem de bu kez anında ve kafadan reddediliverdim..



Eee.. o da haklı tabii.. Bir ay içinde iki kez sergi dolaşmak, bu mevzulara oldukça hassas bünyesinde bir nevi zehir etkisi yapabilir, istenmeyen neticeler zuhur edebilirdi..

G-Mall'dan gelip İstanbul Modern'e gitmekte olan yaya turizmin zavallı yolcuları

Neyse efendim, ben şunu bilir hep de şunu söylerim ki: Bir insanın en büyük dostu -her ahval ve şeraitte- yine bizzat kendisidir..
Kendi kendime -manevi olarak- aldığım bu bir çeşit gazla, bahar havalarının yavaş yavaş yaza döndüğü pırıl pırıl bir İstanbul güneşinin ışıktan şemsiyesi altında, Dolmabahçe'den Tophane'ye doğru -büyük bir keyifle- yürümeye başladım..
Daha doğrusu, bana göre çok şahane, ama büyük bir çoğunluğa göre çok mütevazı hatta salakça gelen bu keyiften -şartlar elverdiğince- yararlanmaya çalışıyordum..

Ancak, biz İstanbullular olarak daha yeni ödüllendirdiğimiz ve daha bilmem kaç yıl daha başımızda çöreklenmelerini kabul ettiğimiz belediyenin, mevcut olumsuz yaşam şartlarını, bugünlerde daha da elvermez hale getirmeye yemin ettiğini bilmiyordum..

En fazla bir-iki kilometrelik bu kısacık güzergahım boyunca, kaldırımlara park edilmiş arabalardan bir boşluk bulup da yürüyemediğim gibi; bir de, kırmızı-beyaz plastikten mamul güvenlik şeritlerinin önüne çıkan her ağaca sarıla sarıla çevrildiği çimenlik bölgeleri adeta askeri bölgeye çevrilmiş sözde parklardan geçememekten ve -bir klasik olarak- itinayla kazılmış çukurlardan resmen başım dönmüştü..

Gördünüz mü bak, sinema yazılarına birazcık ara verip, diğer sanatlarla ilgili bir yazı yazayım derken, yakamı anında hayatın -olmaz olası- gerçeklerine kaptırıverdim; ki hemen çark ediyorum..




Bir maniniz yoksa eğer evinize fotograf çekmeye gelecektim komşu

Bi şekilde sağ-salim vardığım İstanbul Modern'in üst katındaki 'sabit eserler' yerinde duruyordu elbet, ama aşağıdaki süreli sergilerin olduğu bölüm kapatılmış -ne olduğunu henüz öğrenemediğim- yeni bir etkinliğe hazırlanıyordu..

Mekanın sinemasından (Bak yine sinema!) saat 3'de -uzun yıllar sonra- yeniden izleyeceğim bir Yılmaz Güney şaheseri Umut'un teyidini yaptım ve hemen karşıdaki, genelde fotoğraf sergilerinin yapıldığı bölüme doğru yöneldim..

Burada, fotograf sanatı açısından hemen hemen hiçbir değeri olmayan, fakat mimari, dekoratif hatta antropolojik ya da kültürel manada önem taşıyan; en fazla, bu hususa hassas bazı bünyelere enteresan gelebilecek bir fotograf ve obje sergisi bulunuyordu: Annette Merrild’in 'Oda Projesi'.

Küratörlüğünü Engin Özendes’in üstlendiği ve 30 Ağustos’a dek sürecek olan bu sergide gördüğümüz 118 adet fotoğrafın hepsi de çeşitli evlerin daha çok oturma odalarından görüntüler ihtiva etmekteydi..

Şundan emin olabilirsiniz ki- benim söylemediğim: “Dünyayı tanımak mı istiyorsunuz? O zaman işe komşunuzdan başlayın.” şeklindeki gayet özlü sözü, Hamburg Sanat Akademisi'nde okurken bir anda kendine şiar edinen Annette Merrild, önce apartman komşularından başlamak suretiyle ve dört yıllık bir çalışma sonunda Hamburg, New York, Kopenhag, Barcelona, Varşova, Tallinn, Manchester, İstanbul ve Lyon gibi birbirinden farklı şehirleri dolaşmış..

Buralardaki haliyle yine 'farklı' insanların oturduğu evlere kendini bi şekilde misafir ettirerek -bu arada belki yapılsa çok daha ilgi çekici olacak bir fırsatı da kaçırarak- yani, ev sahiplerini değil de onların döşeyip oturdukları odalarının fotograflarını çekmeyi tercih ederek, bu sergiyi hazırlamış..



Bu sıradan ve tam anlamıyla sıkıcı ev içi pozlarına bir anlam verebilmek için çok çaba harcadım doğrusu..
Hatta biraz da ileri giderek, belki biraz olsun etkinliğe heyecan katabilirim diye, kendilerine amuda kalkarak bakmaya falan da kalkıştım; ama bu amut hadisesine anında müdahale eden müze güvenliğinin göz yaşartıcı çabası dışında da, en ufak bir olumlu gelişme hissedemedim maalesef..

Büyük ihtimal, ev dekorasyonuyla iştigal eden kişiler başta olmak üzre, biraz da mimarların ilgi alanlarına giren bu sergiye fazla da haksızlık etmeden; özüme etkisi pek görülemeyen fotografların dışındaki, ev sahiplerinin Annette hanıma ziyareti sırasında verdikleri hediyelerin ya da kendisinin oralardan edindiği küçük objelerin ve bunların kısa hikayelerinin sergilenmesinin nispeten daha çok hoşuma gittiğini ekleyerek, huzurlarınızdan saygıyla ayrılıyorum..



6 yorum:

  1. Bu yazınız çok güzel olmuş.Hatta tüm olumsuz yolculuk şartlarına rağmen, ben de gitmeye heves ettim. Bu yazınızı Numanart yazılarınıza bir giriş telakki edebilir miyim? Masumiyet Müzesi adlı kitabında Orhan Pamuk, dünyanın bir çok ülkesinde ya dışarıdan bakınca yada evlerine ziyarete gittiğinde, milyonlarca ailenin televizyonlarının üzerine bir biblo köpek yerleştirdiklerini farkeder.Merak ediyorum, İstanbul Modern'deki sergide bu biblolar dikkatinizi çekti mi?Blogumda bu kunu ile ilgili bir yazı yazmıştım.
    Okumak ister misiniz?

    http://hayalkahvem.blogspot.com/2009/02/orhan-pamuk-masumiyet-muzesi-ve-kopek.html

    Not: Niye mümkünmertebe'deki yorumlarım bir el tarafından siliniyor acaba?Bir önceki yorumumu aklımda kaldığınca yazmaya çalıştım.Böyleydi galiba:)

    YanıtlaSil
  2. vildan hanım ayıp oluyo ama..
    siz yazıyor, siz siliyorsunuz.. yalnız eski kayıtlar elimde ona göre:)

    yoksa ninjavari bir tehdit mi aldınız birilerinden ne?.

    YanıtlaSil
  3. Evet! Tehditsiz korkuyorum vallahi!Anladınız! Orijinal yorumumu alsaydım sizden keşke..Yukardaki yorumu yazacağım diye uğraşmazdım bu kadar!

    Biblolar konusunda cevap alabilir miyim? Dikkat etmediniz değil mi?
    Ne zaman bitiyor bu sergi, mutlaka gidip biblolar var mı incelemeliyim:)

    Hımm! Yolu bilmiyorum ama hiçbir ninja'dan yardım stemeyeceğim...
    Cenovalı ninja'dan bile:) Ben kendim aynı sinema festivaline gittiğim gibi gideceğim ne var ki! Siz de tek başınıza daha zevkli gezmişsiniz sergiyi işte, öyle değil mi:)

    Tamam, söz bir daha silmeyeceğim!Bu nasıl iş ben neden sizin bloğunuzdaki yorumu silebiliyorum. Sadece bakalım silinecek mi diye denemek istedim. Bi baktım silindi gene...Şaşırdım:)

    YanıtlaSil
  4. henüz kendi yorumunu silmemişken hemen yanıtlayayım:
    o korktuğun kişinin, ilk isteğin üzerine sana değil de bana yolladığı cevabi notayı burada yayınlamaktan şahsen çekinirim.. yani sen anla artık..

    biblolar konusunda bir yanıt alamazsın benden, çünkü cezalısın :(
    bi şekilde kendin git ve gör..

    YanıtlaSil
  5. Numan
    Biz taşralılar hem heves ederiz İstanbul'luların katıldıkları sanat etkinliklerine,hem de gururluyuzdur, burnumuzu indirmeyiz yere. Tersninja ve Mümkünmertebe'de ilgiyle takip ettiğim yazılarınız sayesinde bu yıl film festivali takipçisi oldum. Çok da keyifliydi. Beyoğlu festival hissi verdi ama Kadıköy değil,itiraf etmeliyim:) Seneye de kısmetse festival filmlerini takip etmekte kararlıyım. Daha tecrübeli olarak üstelik...Niye heves ediyorum film festivallerine ve sergilere, köyden iniyorum şehre üşenmeden? Galiba verdiği uygarlık hissinden!

    Müze ve sergi gezmenin hem bize hem de çocuklara katkı yapacağını düşündüğümüzden ailecek İstanbul'daki müze ve sergilere gideriz. Ayrıca çocuklarım ve arkadaşlarını bir araba doldurup defalarca müzelere götürmüşlüğüm vardır:) Bu hem bizim çocuk zaten hevesli değil gitmeye arkadaşları ile daha keyifli dolaşsın hem de diğer çocuklar da nasiplensin bu güzelliklerden diye tabi...Kolay değildir zira İstanbul'a bir müze yada sergiye gitmek.Bakın siz İstanbul'da yaşadığınız halde giderken ne zorluklar çekiyorsunuz:) Mümkünmertebe'de sanatla yada hayatla ilgili yazılarınız yol gösterecek ve ilgi uyandıracak bizlerde...Umarım bu yazılarınıza devam edersiniz.

    Bu yaşımda halen oyuncu bir bünyeye sahip olduğum için, yaşınız benden küçük olmasına rağmen,okuyucunuza "cezalısın " demenize alınganlık göstermeyeceğim. Kusuru kabul etmek büyüklüktendir diyor,cezamı kabul ediyorum:)Bu sergiye cezalı olarak "bi şekilde kendim gideceğim ve göreceğim":) Daha 30 Ağustos'a kadar çok var nasılsa...
    Yaa..Böyleyken böyle işte:)

    YanıtlaSil
  6. “Siz hiç, yaya dostu trafik lambası gördünüz mü?” diyerek başlamak istiyorum yorumuma bu defa. Zira başlıktan sonra beni fitilleyen ikinci nokta, 1-2 km içerisindeki kaldırıma park etmiş arabalar mevzusu ki, son birkaç haftadır katlanarak büyüyen öfkemin yegane nedenidir. Trafik çilesi denilen şey sadece araç sahiplerini ilgilendirmiyor ki! Daracık sokakların her iki tarafına da park edip, yoldan yürümek zorunda kalan zavallı yayanın, bir de arkasından gelip ‘dat dat’ bet sesli korna eşliğinde nerde yürüyeceğini şaşırmasından mı bahsetsem, kaldırım bitimine ve hatta yaya geçitlerine, tampon tampona park eden arabalar vesilesiyle “Birgün herkes Ninja olacak” tezimin kanıta yaklaşmasından mı bahsetsem bilemedim. Hadi bir seferliğine boş bir yaya geçidi buldun diyelim, sen inanıyor musun ki yaya geçidi denilen şey karşıya geçmene izin verecek bre saftirik! Hatta trafik ışıkları bile araçların geçişine endeksli, sen daha bekle dakikalarca. Halkı sindirmek için iki düğme koymuşlar ışıklara ama ben daha çalışanına rastlamadım. Ben de, mis gibi, araç trafiğine karışmadan, yaya olarak gidip gelebildiğim ev-iş düzenimi kurduğumu düşünüp, gül gibi yaşayıp gitmeyi planlamıştım. Neyi planlıyorsun, a cahil!

    Belediye gelince, yıllar önce, gerçek ağaçların bulunduğu alanlara dahi dikilen plastik palmiye ağaçlarını ‘kökü’nden koparma düşüncesiyle başlayan, belediyenin abidik işlerini sabote etme fikrim, sanırım artık bir fikir olarak kalamayacak ve kendini eyleme dökecek. İşler kontrolden çıkıyor yani.

    Zaten İstanbul’un modern olabilme ihtimali, benim kainat güzeli olabilme ihtimalimle eşit gibi bir şey…

    İstanbul’un naziresi İstanbul Modern’deki sergiye gelecek olursak, sergiyi gezmediğimden ahkam kesmek istemem-hoş, hiç yapmadığım şey değil ya- yine de buradan okununca ve bakılınca çok da orijinal bir fikir olmadığı hissi uyandırıyor. Asıl, yine yazının çevresinden dolaşmak gibi olacak ama müze görevlisi olayına takıldım ben. Her gittiğim müze veya sergide, çok severim bu görevlileri, kaldı ki onlar da beni pek severler. Normal olanına da arada bir rastlamak mümkün tabii ama niye hep bana anormali rastlıyor ey güzel allahım. Yıllar evvel, Topkapı Sarayı’nda, resimleri ellemeyin diyen görevliyi mi anlatsam, yoksa Genova’da çok afedersiniz k*çımın ta dibinden, benimle o oda senin bu oda benim gezen görevliyle yaptığım tartışmayı mı anlatsam, bak gene bilemedim değil mi? Ben pes ediyorum artık. Demek ki tuhaf olan benim. Hatta kesinlikle sergi tahribatçısı potansiyeli var bende. Neyse…

    N’apalım! Demek ki ezeli düşmanım insanoğlu’ndan bir kere daha uzaklaşıp, her ahval ve şeraitte insanın en büyük dostu olan kendimle baş başa kalacağım…

    Ne? Şikayet panosu değil mi burası? Hımm…

    Bu arada, eline sağlık ağğbi:)

    YanıtlaSil