7.7.09

Herkes Antalya’ya Koşacak, Altın Portakal Halkın Portakalı Olacak (mı?)


Ömrümün son demlerinde, sitemizin (Tersninja) banisi sayın Landlord sayesinde (Başka kimin sayesinde olacağıdı?) bir ilk daha yaşamış oldum ey okuyucu..
Şu naçizane yazımda, özellikle bu 'saye' vurgusunu yapmam hususunda kendisinden belirgin bir baskı gördüysem de üstümde var olan hakkını inkar edecek de değilim..
Her ne kadar o, birlikte aldığımız yarım kilo fıstıklı kadayıfın en azından yarısının hakkım olduğunu, kabul etmese dahi..

'Fıstıklı kadayıf' olayını şimdilik bir kenara bırakıp, 'sayelerinde' yaşadığım ilk'ten bahsedeyim..
Pazartesi günü katıldığımız film gösterimi sonrasında Landlord, ertesi gün Eminönü'nde bir otelde düzenlenecek olan, 46. Antalya Uluslararası Film Festivali'nin basın toplantısına benim de katılmamı emretti..

Lütfedip de müsaade ettiği, ‘kısa bir süreliğine mırın kırın etme' hakkımı kullandıktan sonra, toplantı sonrası verilecek öğle yemeğini de dikkate alarak: "Katılayım bari" dedim..
Kendisinin, olağanüstü iş disiplini gereğince, yemeği memeği asla umursamadan, sırf görevi icabı bu toplantıya katılacağının bilincine ancak akşamleyin evdeyken vardığımda ise kendimden çok utandım ve hiçbir zaman onun gibi olamayacağımı düşünerek, başımı yastığa koydum..
Mışıl mışıl uyumuşum..

Patron'la kararlaştırdığımız gibi, ertesi gün saat on buçuk sıralarında Nimet Abla'nın önünde buluşamasak da; bizzat, Eminönü Meydanı'nı -ya da daha doğru deyişle- Eminönü Vesait Cangılı'nı yer altından aşmamızı sağlayan geçidin diğer ucunda onu karşıladım..

Değerli sinema yazarları Serdar Akbıyık ve Alper Turgut ile birlikte yanıma gelip de sorgulayıcı ve gayet derin bakan gözlerini gözlerime diktiğinde, başımı hemen önüme eğip mutat tekmilimi verdim..

Şefkatle başımı okşayan Landlord:"Yürüyün arkadaşlar.. Hedefimiz Legacy Ottoman Otel'dir" dedi..
Hedefin sadece adını bildiğinden, nerede olduğu konusunda ise hiç bir fikir sahibi olmadığından kelli, iş yine başa düşmüştü..


Adı geçen otelin bulunduğu binanın, uzun süredir bencileyin emekliliğe ayrılmış olan meşhur Dördüncü Vakıf Han olduğunu bildiğimden, mekanı elimle koymuş gibi buldum..
Birinci Milli Mimari akımının baş temsilcilerinden Mimar Kemalettin Bey’in önde gelen eserlerinden olan bu şahane yapı, bir süredir geçirdiği restorasyon sonucunda otele çevrilmişti..

Otelin adı, geldiğimiz yöndeki cephesine yerleştirilmiş kocaman yazı okunduğunda World Park Hotel iken, kapısının karşısına geldiğimizde Legacy Ottoman olmakta hiç bir mahzur görmüyordu..

O da varsa eğer, dünyanın en palavra, en sıradan mânâsına haiz ilk isim, ne yapının tarihi değerlerini, ne de bulunduğu yerin özelliklerini taşıyordu; belki de bu sebeple bulunmuş ve konulmuş ikinci isim ise -hiç olmazsa ilkine göre- daha bi anlamlıydı..

İsim fazlalığı yeterince kafa karıştırıyorsa da mekanı bulmuş ve içeriye dahil olmuştuk..
Dışardan göz kamaştırıcı olan otelin içi de en az o kadar güzel ve görkemliydi..

Kayıt masasında işlemlerimizi yaptırırken, Landlord, Tersninja'yı benim temsil etmemi uygun gördüğünü, kendine has bir hareketle işaret ettiğinde bir an için hüzünlendim; demek ki görevli kızlarla yine ben cebelleşecektim..

Ezelden beri ayrı bir cebelleşme unsuru olan ad ve soyadımı, (Elbette Landlord'un çok büyük katkılarını unutmadan.) bunca çabam sonucunda artık daha çabuk anlıyorlardı amma, şu hanım kızlara Tersninja'yı yazdırmak, deveyi hendekten aşırmaktan da zordu..

Korktuğum şey aynen yaşandıysa da, son tahlilde kazanan yine biz olduk sevgili ninjalar..
Patrona bakarsak eğer, sitemizin adını bilmeyen yok idi; geriye sadece bu kızlar kalmış idi; onlar da öğrenince artık hiç bir sorun da kalmayacak idi; yaşasın idi..

Aynı otelde öğle yemeğine de davetli olduğumuzdan, ayak üstü kahvaltıyı -kontrollü bi şekilde- hafifçe icra ederken, Landlord, şimdiye kadar beni beş kez tanıştırdığı yazar Banu Bozdemir hanımefendiyle, altıncı defa tanıştırdığında, Banu Hanım beni göstererek -şaka yollu olmasını tahmin ettiğim ve dilediğim bir kızgınlıkla- "Artık onunla bir daha tanışmak istemiyorum" dedi..

Bunun üzerine yeniden, derin bir hüzün sarmalına girivermiştim ki Landlord, yıllarca çalışmalarını hep uzaktan izlediğim ve şimdi de Antalya Film Festivali'nin yöneticiliğine seçilmiş olan Vecdi Sayar ile beni tanıştırınca moralim tekrar yerine geldi..


Biraz sonra basın toplantısının başlayacağı uyarısı gelince, davetliler, salondaki yerlerini almak üzere içeriye girmeye başlamışlardı..
Henüz yeni aldığım ve içmeden bırakıp gitmeye kıyamadığım çok lezzetli çayımı bitirip de salona öyle girmeyi planlarken, ortada kimseler kalmamıştı..
Sonunda çay fincanıyla içeri girmeye karar verip de uyguladığımda, Landlord'un içerde merakla beni beklediğini gördüm..
Benden ayrı düşmemek için, önlerdeki boş yerlere oturmadığını görünce, özüme, hak etmediğim kadar büyük değer verdiğini bir kez daha anlamış, kendisine olan saygım daha da çok artmıştı..

Biz de, televizyon kameralarının aşılamaz bir baraj oluşturduğu bölgenin arkasındaki boş bir sırayı 'sınırlı-sorumlu Tersninja bölgesi’ ilan ederek bi güzel yerleştik..
Saygıdeğer sinema yazarlarımızdan Ali Ulvi Uyanık, yanımıza gelip bu bölümde oturma izni istediğinde, onu da memnuniyetle aramıza alarak pozisyonumuzu belirledik..

Festival bayrağı yere düştü mü, düşmedi mi?

Gayet açık olarak görüldüğü gibi, bu yazımın da girizgahını, elimden geldiğince kısa tutmaya çalıştığımın farkındasınızdır sanırım..
Bu cümleden olarak, asıl konumuza geçmenin; yani, günün mana ve ehemmiyeti üzerine bilgi vermek için karşımızdaki masada sıralanmış zevata kulak vermenin, tam da zamanı olduğu düşüncesindeyim efendim..

Bunca laftan sonra unutanlar için, basın toplantısının, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle, Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV)’nın organize edeceği, 46. Antalya Uluslararası Film Festivali ile ilgili olduğunu yeniden hatırlatayım..

10-17 Ekim 2009 tarihleri arasında yapılacak olan bu festival, Türkiye'nin en eski ve en önemli ulusal film festivali özelliğini taşırken, Avrupa'nın en eski film festivalleri arasında da yerini almıştır..

Son yerel seçimlerde eski başkan Menderes Türel'i koltuğundan ederek, AKP 'ye en büyük hayal kırıklığını yaşatan, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve (Otomatikman) AKSAV’ın başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, bütün konuşmacılar arasında en dikkat çekici isimdi..
Konuyla ilgili belediye ve AKSAV yetkilileri ile sinemaya ve de bendenize en aşina festival yöneticisi olarak göze çarpan genel sanat yönetmeni Vecdi Sayar da diğer konuşmacılardı..

Başkan Mustafa Akaydın, Antalya’yı kucaklayan, Türk sinemasına sarılırken yüzünü de Dünya sinemasına dönen, uluslararası bir film festivali için çalışmalarının hızlandığını; en büyük hedeflerinin ise, festivalin halkla bütünleştirilmesi olduğunu ve bunun için birçok yeni uygulamayı hayata geçireceklerini söyledi..

Festivalin belirli bir kesimin değil, halkın festivali olacağının altını çizen Akaydın, seçim döneminden hayli etkilenmiş görünerek: "Altın Portakal'ı halkın portakalı yapacağız!" vaadiyle, yavaş yavaş rehavete kapılmakta olan bünyelerimizi, bir an için de olsa heyecanlandırmayı bildi..




Yeni belediye başkanı -benzetmeyi aynen yapmasa da- eski yönetimden, özellikle ekonomik açıdan enkaz devraldıklarını ima ederek, geçen yıl festival için tasarlanan logoya 900.000 TL para ödendiğini, daha sonra da logonun çalıntı olduğu iddiasıyla belediyeye dava açıldığını, mahkemenin çalıntı olduğunu tespit etmesi halinde belediyenin ayrıca büyük miktarda ceza ödeyeceğini söyledi..

Ayrıca da bir dizi gerekli-gereksiz kalemlerde eski yönetimin aşırı ödemeler yaptığını da öne süren Mustafa Akaydın, yeni cevap hakları yaratırken; sorulan sorulara: "Zirveye dikildiği iddia edilen festival bayrağını yere düşüreceğimiz söyleniyor; oysa biz yere düşmüş bayrağı kaldırmaya çalışıyoruz."
"Onları günah keçisi yaptığımız iddia ediliyor; biz öyle bir şey yapmadık, ama onlar günah işlediklerini kabul ediyorlarsa bilemem" mealinde, gülümseten cevaplar veriyordu..

Öte yandan, CHP'li bir başkan olarak, festival bütçesinin en büyük destekçisi durumundaki Başbakanlık Tanıtma Fonu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, geçen yıllardakine benzer bir katkıyı sağlayacağına olan inancına saygı duysam da, şahsen, kendisiyle aynı iyimserliği paylaşamadığımı söylemeliyim..

Halkla kucaklaşma dediğin gündüz vakti olur

Vecdi Sayar ve diğer konuşmacılar da, bu yıl epeyi bir değişikliğe uğrayacak gibi görünen festivalle ilgili bilgiler vermeye devam ettiler ki bazılarını sıralayacak olursam:
Ali Kocatepe’nin yetmişli yıllarda yine bu festival için yazdığını ve birçok şarkıcının katılımıyla da söylendiğini hayal meyal hatırladığım ünlü şarkısı 'Antalya’ya Koş' yeniden elden geçirilerek, nakarat bölümü de İngilizce, Almanca ve Rusça olarak seslendirilmek suretiyle festivalin resmi şarkısı oluyor..

Bu yıl bir ilk olarak festivale tematik özellik de getiriliyor ki bu yılın tema’sı, 'müzik' olarak belirlenirken; en çarpıcı ‘görsel’ farklılık olarak da, maalesef herkeste kaçınılmaz bir şekilde o münasebetsiz çağrışımı yapan festival ödül heykelciğinin değiştirileceği bilgisi oluyor..
Bundan beş yıl önceye kadar kullanılan Venüs heykelinden uyarlanan heykelciğe geri dönülmüş olmasını naçizane olarak ben de gayet olumlu buluyorum..

Bir süredir ayrı festivaller gibi algılandığı iddia edilen, uluslararası ve ulusal film yarışmaları, bundan böyle Antalya Uluslararası Film Festivali çatısı altında anılarak, ayrı ayrı değerlendirilecek; Ulusal Belgesel Film Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması da bu kapsamda ele alınacak..
Yarışma ödüllerine, ‘En İyi İlk Film’ kategorisinin eklenmesi ve vizyona girmiş ya da Tv 'de gösterimi yapılmış filmlerin yarışmaya kesinlikle alınmaması da diğer olumlu bulduğum kararlardı..

En iyi filme verilecek 300 bin liralık ödülün bu yıl da değişmediği, ancak bazı 'anlamsız' kategoriler kaldırılarak, toplamdaki para miktarının artacağı bildirilirken; yarışmaya başvurular 15 Eylül'e kadar alınacak, önce bir ön jüri seçim yaptıktan sonra, son sözü, sinemaya net ve de tarafsız bakan yetkin kişilerden oluşan bir ana jüri söyleyecek..

"Altın Portakal'ı nasıl halkın portakalı yapacaksın?" diyen muhaliflere cevap olmak üzere, 46. yıl münasebetiyle Antalya’nın 46 yerinde kurulacak, bir nevi yazlık sinemalarda ücretsiz film gösterimleri yapılacak; bununla yetinilmeyerek, sinema hususunda halka ve gençlere eğitim de verilecek..

Böylesi festivallerin olmazsa olmazı Kortej hiç unutulur mu?.
Sinema ve gösteri dünyasının meşhur aktör ve aktrisleri, üstü açık arabalara kurularak, eskisi gibi gece değil de, gündüz saatlerinde (Yani halkımız henüz uykuya yatmamış iken.) hayranlarının önünden neşeyle geçecek, onları var eden halkıyla da böylece kucaklaşmış olacaklar..




Bir diğer ve en sansasyonel festival hadisesi olan 'yabancı ünlü' konusuna ise bu 'halkçı' yönetimin biraz soğuk baktığını söyleyebilirim..
Geldiklerinde otellerinden pek çıkmadan çekip giden, magazin dışında da festivale bir katkı sağlamayan o çeşit yıldızlardan çok, sinemaya katkısı yadsınamayan değerli isimler çağırabileceklerini ifade eden Vecdi Sayar, zamanlarının kısıtlı olduğunu, ne yazık ki bir çok ünlünün üç aylık programlarının dolu olduğunu bildiklerini de söyledi..
Festivalin bütün hazırlıklarını üç ay içinde bitirmek zorunda olduğunu ve göreve daha yeni getirildiğini de söyleyen Sayar, bu nedenle, bu yılki festivalin, hayallerindeki asıl organizasyonun ancak bir fragmanı olabileceğini de sözlerine ekledi..

Böylece, basın toplantısı bitmiş ve benim açımdan oldukça farklı bir deneyimin daha sonuna gelmiştik..
Artık yavaş yavaş, yemek salonuna doğru yürüsek hiç de fena olmazdı..

Bir Numan Serteli klasiği olarak uzadıkça uzayan şu yazıyı da göz önüne alarak, daha sonraki saatlerde Landlord’la birlikte yaşadığımız 'Fıstıklı kadayıf' olayının iç yüzünü, başka bir yazıya bırakıyor, huzurlarınızdan saygıyla ayrılıyorum efendim..


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)