2.9.09

Les Chakras de la Landlord a.k.a Op.54 Ahşap Döşeme Konçertosu



(Çıkan kısmın özeti: Gelibolu Çardak Lapseki Bardak)

Yazı dizimizin bu son bölümünde bu kez herhangi bir 'flashback' numarasına kalkışmak niyetinde değilim; endişe buyurmayınız..

Aynı zamanda, tepe nahiyemde bilinç dışı vuku bulan, bir örneği de geçen yazıda görülebilecek olan akıntıya mümkün olduğu kadar kendimi kaptırmamayı da düşünüyorum.. Arz ederim..

Normal şartlar altında ve şu an itibarıyla yerinde yeller esmesi gereken, Beşiktaş ilçemiz dahilindeki İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde düzenlenmiş Serginin Sergisi sergisine, şöyle bir değineyim de, şu bi türlü tükenmeyen yazı dizisinin ilham kaynağını es geçmiş olmayayım diyorum..

'Asfalt eriten' sıcaklıkta bir Ağustos günüydü..
Bir zamanlar, Şair-i azam Abdülhak Hamid Bey'in, her gün Maçka Palas'ta uyandığında gördüğü manzara-i umumiye sahasında bulunan Dolmabahçe sırtlarında konuşlanmış bir mall'daki film gösterimi sonrası -yine yek başına- yollara düşmüş idim..



Bir çeşit elektriksiz tramvay da denebilecek ama şimdilerde daha çok tabanway olarak adlandırılan taşıt aracımla Beşiktaş yönünde ilerlerken gözüme çarpmıştı Serginin Sergisi afişi..

Bu ilginç isim, (Bulunduğu yer hususunda herhangi bir polemiğe girmek istemediğim Sakral Şakra'sı tamamen kapalı; kafasının bıngıldak dediğimiz bölümünde yer alan Tepe Şakrası ise çok hafif açık kalmış Landlord gibiler hariç) herkesin dikkatini çekeceği gibi beni de cezbetti..

Caddenin karşısındaki afişin bulunduğu binaya ulaşmak üzre harekete geçmeden önce, kafamda, 'eski bir sergiyle ilgili hazırlanmış avangart bir enstalasyon çalışması' gibisinden bi şey canlanmıştı..

Karşıya geçtiğimde ise, hem o binanın 'bin yıllık' İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olduğunun farkına vardım, hem de serginin, zaten o müzenin malı olan 'bin yıllık' eserlerden oluştuğunu öğrendim..

'Bin yıl' lafın gelişi elbet.. Ancak, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'nin yıllar önceki müze olmuş halini ben nasıl olmuş da unutmuştum; bir süre bunu düşündüm..

Fi tarihinde bir kaç kez, her bi yeri dökülmekte olan bu müzeyi gezip dolaştığımı, hatta, binbir çeşit nağmeyle gıcırdayan döşemeleriyle beste dahi yaptığımı, şimdi bir bir hatırladım..



Yine, bir zamanlar bu müzenin bahçesinde düzenlenen ve adının 'Günümüz Sanatçıları Sergisi' olması muhtemel etkinliklerinde eserleri bulunan 'genç' sanatçıları da anımsadım..
Peki, bu fi tarihi gençlerinin hemen hepsinin, şimdilerde çoktan emekli olduğunu ve Bodrum civarında bir yerlerde kendilerine müstakil ev ayarlayıp -illaki organik olanından- domates, biber falan yetiştirdiğini biliyor muydunuz? Kulağın çınlasın ey Serhat Kiraz!

Sanat Toplum İçin mi Tokluk İçin mi?

Ta o zamanlar perişan haldeki müzenin, nihayet başlanmış restorasyonu iki yıldır devam ediyormuş..
Sonunda tamamı bitmese de müzenin hizmete hazır olan bir kısmını millete göstermek için sabırsızlanmış olsalar gerek.. (Bence, restorasyon tamamen bitene kadar, bitmiş olan bu bölümlerin yeniden harabeye dönebileceğinden korkmuş olmalılar.)

Ve müzenin hazır olan bölümünde, bundan tam 72 yıl önce açılan müzenin ilk sergisini, tekrardan düzenlemeye çalışmışlar.. İşte serginin, Serginin Sergisi olan adındaki muammanın çözümü..


1937 tarihinde Atatürk tarafından açılan -Landlord'un sandığının aksine- maalesef benim katılamadığım bu eski sergiyle ilgili görsel malzeme ya da yazılı bilgi panosu benzeri materyal eksikliği bence büyük eksiklikti..
Gerçi ziyaret edeli bayağı bi oldu.. Bir-iki küçük belge gördüğümü sanki hatırlar gibiyim ama bunların kesinlikle yetersiz olduğuna dair iddiaya girmekten de çekinmem..

Özellikle saymadım; ancak sorduğumda, 116 resim ile 24 heykelin sergilendiğini öğrendiğim Serginin Sergisi'nde eserler kronolojik bi sıralamayla yer almışlar..



Primitifler de denilen, minyatürü artık geride bırakmış, batı anlayışında resim yapan çoğu askeri okullu ilk Osmanlı ressamlarından, Türk İzlenimcileri kuşağından, Cumhuriyet Dönemi sanatçılarından, Müstakiller'den, D Grubu'ndan ve toplum veyahut 'Devlet için sanat' fikrinin mücessem halinden oluşmuş, o her haliyle çarpıcı İnkılap Sergileri'nden örnekler..

Bu sergiyle geçici olarak açılan müze, bugünlerde yeniden ziyarete kapatılmış olmalı.. 2010 sonunda, -Allah'ın izniyle- kesin ve en kapsamlı bi şekilde açılacağının da bilgisini aldım..



En çok da o şimdi hayal meyal hatırladığım bahçesini merak ediyorum: Nasıl düzenlenecek ve en önemlisi biz sıradan insanlara açık olacak mı?
Zira, sadece hafta içi ve sadece 10.00-16.00 saatleri arasında gezilebilen bu sergiden de anlaşılacağı üzre, tam bir devlet dairesi zihniyetiyle yönetilen bu müzenin bahçesine girmenin her an yasaklanması beklenebileceği gibi; salonları, sağdan-sola ve sırayı bozmadan dolaşmanın zorunlu hale gelmesi de beklenebilir.. Bakalım kısmet..



Hıncal Uluç Sendromu

Caddeden girip, müze binasına varana kadar yürünen, oldukça bakımsız ama yine de hoşuma giden yaklaşık yüz metrelik avlu boyunca kimseleri göremedim..

Binaya çıkan çifte merdivenlerden -elbette- birini tırmanırken, içimdeki -zaten fırsat bekleyen- tip hemen söylenmeye başladı: "İnşallah bugün -benim bilemediğim- resmi tatil icap ettiren bir bayramı idrak ediyor değilizdir? -ya da ne bileyim- yemek saati, namaz vakti falan?"

Kapıya dayandığımda: "Sus bakim! Seni uğursuz şey." dedim.. "Görmüyor musun? Şu görevli hanım üstelik bizi karşılamaya geliyor."

'Bizi' diyerek onu da adam yerine koymamdan gayet memnun olan Tip Efendi susmuştu.. (Tamam canım tamam!. ne söz vermiştik.. Sakin oluyoruz.. evvet.. geçtii!)

Gerçekten de daha kapıdan girer girmez, bir masada oturmakta olan, -benim bildiğim memur zihniyetinden zerre nasibini almamış- 'müdüranım' havalarındaki bir kadın, "Aman efendim hoş geldiniz!" diyerek ayağa fırladı..
Onun karşısında bi yerde konuşlanmış hizmetli görünümlü bir kız da -hemen akabinde- elinde sergi broşürüyle peşimden koşuşturmaya başladı..



Bu manzara karşısında hemen anladım -ki bilirsiniz benden kaçmaz- galiba bu sergiye pek kimseler uğramıyordu..
Gayet değerli bir misafir gibi karşılanmış, içeriye buyur edilmiştim..

Umduğumun aksine, içerinin havası en az dışarısı kadar sıcaktı.. Serginin devam ettiği bir üst kata çıktığımda, bu sıcaklığı dahi arayacağım hiç aklıma gelmezdi..
Belli ki klima sistemi burası için bir zorunluluktu.. İnşallah, bunca işin arasında bu minik ayrıntı unutulmamıştı.. Bu arada bana n’oluyordu? Aman allahım! yoksa bi çeşit Hıncal Uluç mu oluyordum?!



Arap yağı bol bulunca..

Yeniden parlatılan duvarlarda ve özellikle tavanlardaki resimler, bezemeler, sergilenen resimleri dahi tam anlamıyla bastırmıştı.. Sürekli tavana bakmaktan boynuma ağrılar girdi valla..
Özellikle altın yaldızlı süslemelerin -zevkime hiç uymasa da- göz almamasının mümkünü yoktu..
Bu konuda hiç bir uzmanlığım bulunmuyor elbette; ancak, süslemelerin restorasyon sırasında belki de biraz fazla abartılmış olabileceğini -ukalaca da olsa- söylemek isterim..



İsterim de söylerim de.. Ancak şu an yeniden düşününce ve kendime: "Bir saraydan bahsediyorsun oğlum.. Orasını süslemeyecekler de seni mi bezeyecekler?" deyu sorduğumda -utanıp sıkılmadan- geri adım atıp, kendimi tekzip etmekten de çekinmem arkadaş! Bu böyle biline..

Ahşap döşemeler ara ara yine gıcırdıyordu ama yeni bir beste yapmaya yetecek kalite ve kantite özellikleri göstermiyordu doğrusu..

Sanma ki kafamdan yazıyorum.. (Nerde o kafa, nerde o günler.) Kaynak buldum da sıralıyorum: Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Şeref Akdik, Şefik Bursalı ve daha bir çok sanatçımızın, bir çoğuna ezelden aşina olduğum, bir kısmıyla da yeni müşerref olduğum eserlerini gördüm, memnun oldum..

Bu etkinliğin, kendisine ilham kaynağı olan o ilk serginin 'oldukça eksik' versiyonu olduğunu zaten kimse gizlemiyor.. O değil de, bu müzenin depolarında yan gelip yatmakta olduğunu umduğum, hayal etmesi bile güç koleksiyonu göz önüne getirince, bu gördüklerimin yeterli olabileceğini bana kim iddia edebilir ki?

Landlord mu?.
Hadi canım sende!.