1.10.09

Sarı Saten - Günahkârların Aşkı :: Bir 'Taxi Driver' Olarak Meryem


Hem 'kötü film' eleştirme kontenjanımı biraz aştığımı düşündüğümden, hem de "Beni yazmak ister misin?" diye gönül kulağıma fısıldayan iki güzel filmin etkisiyle bu haftaki yazım ya 11'e 10 Kala ya da Ricky üzerine olacaktı..

Heyhat ki.. Bayram öncesi gönlümü çelen bu fısıltıları, bayram sonrası izlediğim Sarı Saten - Günahkârların Aşkı'nın, insanı adeta günaha davet eden: "Yaz canım! Mümkünse hırpalayarak yaz!" diye bağıran ihtiraslı sesi bastırıverdi..

Maatteessüf ki günaha meylimdir özümü doğru yoldan ayıran..
Öyleyse görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler..

Meryem'in Kötü Kaderi

Hele bir de saçları sarı olsa..
Görünce, kesinlikle Türk Meryem demezsin; illa bir şey diyeceksen Alman Helga dersin..
İşte öylesine güzel ve Avrupai görünümlü, öylesine cazibeli bir kızdır Meryem (Lisa Hahn)..
(Dikkat! Bu satırlar şartlanmış bir beynin mahsulüdür.. Türk kızlarına hakaret içermez.)

Ailesiyle Almanya'da yaşayan, modern görünümlü (Başı açık manasını da kapsar.) bu Türk kızının, namazında niyazında 'çember sakallı' babasından ne beklenebilirdi ki?.
Henüz lisede öğrenci olan 17 yaşındaki kızını bir an önce başgöz etmek; böylece gurbet elde üstlendiği kız evlat sorumluluğunu, hayırlısıyla üzerinden atıp, helal süt emmiş bir müstakbel damada yükleyivermek?.
Evet.. Kızımızı aynen böyle bir gelecek beklemektedir..

Babasının bu niyetini öğrenen Meryem, koşa koşa Alman sevgilisine varır; adeta yalvararak: "Pek yakında görücü gelecek, bubam beni tanımadığım biriyle everecek.. N'olursun koş anangile haber ver, bir kilo çikolata neyin güzelce paket yaptırıverin de hemen gelin beni isteyin" der..

Pısırık Alman oğlanı -gönülsüzce de olsa- akşam anasına durumu açar..

Alaman karısı ne anlasın bizim adetlerden: "Ne çikolatası, ne istemesi?. Saçmalama oğlum!" falan diyecek olur..

Bu gargaraya getirilmiş fiili durumun işine geldiğini sandığım oğlan (Valla günahı boynuna.. ben öyle hissettim.), ertesi gün kıza : "Mutticiğim -yani valideciğim- beni sana vermiyor aşkım.. üzgünüm." der..

Güvendiği dağlara bırakın kar yağmasını, resmen telesiyej kurulduğunu anlayan Meryem'in evden kaçmaktan başka çaresi kalmamıştır..
Kaçtığı anda da, onu daha önceden gözüne kestirmiş olan dayıoğlu Bilal'in kucağına düşmekte gecikmez..
Yağmurdan kaçarken adeta sele kapılan kızın saflığından yararlanan Bilal (Mark Zak), ailesinden kaçırabilmesi için kendisiyle imam nikahıyla evlenmesinin şart olduğuna, kızı ikna eder..

'Her tarafı ayrı oynayan' bir hoca efendi, nikahı kıyar; Bilal denen 'pis herif' de -hiç acımadan- gül gibi kıza..

Bir süre sonra, mevcut durum canına tak eden güzeller güzeli amma kadersiz Meryem, yine kaçacak; taksi şoförü Galip Ağbi'nin de yardımıyla izini kaybettirecektir..

Meryem'in deyişiyle 'koruyucu melek' Galip Ağbi (Menderes Samancılar), ona şoförlüğü de öğretince, ikisi, taksiyi vardiyalı olarak kullanmaya başlarlar..




Rabbime Sordum Metamorfoz Dedi

Aradan tam 17 yıl geçmiştir..
Meryem, artık Galip Ağbi olmadan taksiciliğini sürdürmektedir..
Ama o da ne!?
Aman Allahım! İnanılır gibi değil!.
Meryem'in başına ne gelmiş?. Nasıl böylesine ağır bi metamorfozdan geçmiştir?.

Vay anasını sayın seyirciler!. Manzarayı benim tarif etmem mümkün değil.. Görmeniz lazım..

Zavallı kızcağızın tipi mipi öylesine kaymıştır ki değil on yedi yıl, bin on yedi yıl geçse bir insan evladı üzerinde böyle bir vaziyetin gerçekleşmesi asla mümkün olamaz..
(Allahım, sen bana günah yazma! Hikmetinden sual olunmaz amma bu kadar da olmaz!)

Bu gelinen aşamada Lisa Hahn'ın değil de, Hatice Balaban-Çoban'ın canlandırdığı Meryem, "Rabbime sordum Cleveland dedi" özlü sözüyle hafızalarda yer edinen Ahsen Unakıtan'ın bağlama şeklini andıran bir türban çeşidiyle başını örten, o dillere destan güzelliği ve Avrupailiği yalan olmuş bir kadına dönmüştür..


Gizlenmek için adını Maria Schäfer olarak da değiştirmiş olan Meryem, taksisiyle Köln sokaklarında fink atmakta; tıpkı kendisinin on yedi yıl önceki haline benzeyen, ancak sarı saçlı olan kızı Esra'yı (Tabii ki sarı peruklu Lisa Hahn!) yetiştirmektedir..
Kızı, onun biricik varlığıdır ve onu her türlü kötülüklerden ve Türklerden korumaya kararlıdır..




Takıntısı haline gelmiş Taxi Driver filmini sürekli izleyen ve oradaki Travis Bickle (Robert de Niro) karakteriyle kendini özdeşleştirmiş olan Meryem, sık sık atış poligonuna da takılmakta, bol bol kurşun atıp rahatlamaktadır..
Başını -bi şekilde- örtüyor, namaz dahi kılıyor olsa da, erkeklerin yanında gayet rahat olan, lıkır lıkır şarabını da içen, hayata 'frei' takılan bir hatundur o..


Bu arada, artık 'araştırmacı-gazeteci' olan eski 'pısırık' sevgilisi Jan Berger'i (Anton Algrang) yeniden bulmuş; onu, babasız büyüttüğü kızına: "Aha.. Al işte bu da baban!" diye tanıtıvermiş; bu ani gelişmeden şaşkın adamla kızına dönerek: "Tabii.. yerseniz." diye de eklemiştir..

İsminden kurtulabilir, muhitinden kaçabilirsin ama dayoğlu Bilal'den kaçamazsın Meryem Hanım..

Bi şekilde ithal ettiği kokmuş etlerle hazırlanmış dönerleri piyasaya sürmek gibi, yasa dışı işlerle artık zengin bir iş adamı olan; hatta, Türkiye'ye dönüp tekrar geri gelmiş 'koruyucu melek' Galip'i de özel şoförü olarak yanında çalıştıran Bilal Şahin, Meryem'in aksine hiç değişmemiştir.. Gözleri velfecri okumaya aynen devam etmektedir..

Devran dönmüş, bir zamanlar Meryem'e kıyan Bilal, bu kez de, kendi diskosunda karşılaştığı Esra kızı gözüne kestirmiştir..
Yoksa tarih tekerrür mü edecektir?.



Buna Kim İnanır Kadir İnanır

Hadi gene iyisiniz.. Filmin hikayesini oldukça kısa kestim..
O bölümü gayet 'tarihi ve etkileyici' bir son soruyla bitirdiğime bakıp da yanılmayın..
Aslında anlatılacak daha çok olaylar mevcutsa da ben ancak bu kadarını toparlayabildim..
Daha doğrusu, dayanacak takatim kalmadı a dostlar..
Bu konuda kendimi sabırlı bilirdim ama gerçekten sabrımın da bir sınırı olduğunu ve tam da oraya dayandığımı ilk kez bu filmle hissettim..
Zira, benim burada gayet usturuplu ve akla yatkın bi şekilde anlatmaya çalıştığım hikaye, filmde hiç de böyle yürümüyordu..
Ne yaptığı, ne amaçladığı belirsiz; "Tuttuğun yerden makasla, keyfin nereyi isterse tam oraya yapıştır." olarak tanımlanabilecek bir teknikle kurgulanmış bu filmle uğraşmanın şahsen beni aştığını itiraf ediyorum..

Sizin de hak vereceğinize inanıyorum ki içimdeki kötülükten kaynaklanmayan bir hakikat olarak; saten, uluslararası literatürde daha çok cinselliği ve şehveti temsil eder..
Bu nedenle, 'satenli' adı duyunca siz de benim gibi gereksiz hayallere kapıldıysanız, hemen vazgeçin..
Zira, filmde bir kez ve fazlasıyla zorlama olarak bahsi geçen; ama tüm analiz ve sentezlerime karşın henüz bir sonuca varamadığım bir sebepten ötürü, koskoca filme adını verme başarısı göstermiş bu sarı saten, şoför Meryem'in muhtelif renkteki baş örtülerinden biridir sadece..

Türkiye için özel olarak seçildiğini sandığım, filmin ikinci adı Günahkârların Aşkı'na ise hiç değinmeyeyim isterseniz.. Daha ters şeyler söyleyebilirim..
Zira bu hikayede, 'Kim neden günahkâr, kim neden günahkâr değil?' sorusunun yanıtı hiç belli olmadığı gibi, aşkın tozuna dahi rastlamak pek olası değil..

Filmin en 'göze çarpan' hatası yukarıda da değindiğim, "fazla masraf olmasın Lisa kız her ikisini de oynayıversin" mantığıyla yapılmış, abesliği fazlasıyla bariz 'casting' seçimi..

Saçları sarı olunca Esra, siyah olunca Meryem oluveren bu tipi görünce, eski bir filmdeki, suratına yapay olduğu her halinden belli bıyık ve sakal yapıştırmış Kadir İnanır'ın, 'aklı havada' Türkan Şoray'ı bambaşka biri olduğuna inandırması aklıma geldi..

Hadi bunu yaptın güzel kardeşim de, Lisa Hahn'ı on yedi yıl sonra nasıl Hatice Balaban-Çoban'a çevirirsin?. Hadi çevirdin de (Sadece merak ediyorum.) bu inanılmaz cesareti nereden alırsın?.




Al Sana Bir Sosyal Sorumluluk Procesi Daha

Almanya`da yaşayan Mehmet Çoban'ın yönettiği Sarı Saten, gurbet elde daha da bi keskinleşmiş geleneklere ve törelerin dayattığı yaşantı biçimlerine -mümkün olduğu kadar- karşı durmaya çalışan bir Türk kadınının mücadelesini anlatmaya niyetlenmesiyle bile takdir edilmesi gereken bir sosyal sorumluluk projesi gibi duruyor.. Ama sadece uzaktan..

Bir hafta önceki Çıngıraklı Top filminde de olduğu gibi, bu projeler, teori aşamasında kulağa hoş gelse de pratiğe dönüştüğünde -genellikle- kulağa da, göze de hiç hoş gelmiyor maalesef..

Kesinlikle bir bütünlük arz etmeyen filminin bazı sahnelerini izlerken, Mehmet Çoban'da, 'Milli Sinema' akımının Almanya şubesi olmaya hevesli bir özellik de hissetmedim değil.. Lakin, bu yolda bile hiç sebatlı görünmedi gözüme..

Ben yine de filmi, sırf yönetmenin 'ikamet' yeri sebebiyle: "Mehmet Çoban yeni bir Fatih Akın neden olmasın?" gibisinden, halisane ve saftirik duygular içeren bir düşünceyle izlemeye başlamıştım..
Oysa, filmin daha hemen başlarında, bir Fatih Akın olmanın öyle sandığım kadar kolay olmayacağı gerçeği, kafama ibretle dank etti! Bi güzel aydım.. Hadi bana günaydın!.

Televizyonlarda gösterilen dublajlı Hollywood yapımlarının tıpkısı, felaket bir seslendirme ve biraz da bunun etkisiyle komikleşen acayip diyaloglarla 'süslü' Sarı Saten, gani gani mantık hatalarıyla tutarlılığını yitirmiş senaryosu; sürekli kurgusal sürçmelerle içinden daha da çıkılmaz hale getirilmiş 'genel' yönetimi; Menderes Samancılar gibi oyunculukta vezir olmuş bir aktörü dahi adeta rezil eden oyuncu yönetimiyle 'yılın en kötü filmi' seçiminde benim favori adayım..
Hayırlı uğurlu olsun!.


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)