4.12.09

Neşeli Hayat :: Varoşlu Rıza'nın Zoraki Noel Baba Açılımı


İstanbul'un bir gecekondu mahallesinin sakinlerinden, evli ve çocuksuz Rıza Şenyurt, sahibi ve de asçısı olduğu lokantasını ekonomik krizin de etkisiyle batırmıştır.. (Benim bildiğim kadarıyla 'esnaf lokantası' iddiasındaki böyle bir dükkan -kriz de dahil- kolay kolay iflas etmez.. Büyük ihtimal ki Rıza dükkanı iyi yerde açmamış olmalı.)

Genç ama çocuksuz bir kadın olan Rıza'nın karısı Ayla (Büşra Pekin) -beklenenin aksine- çocuğu olmamasından -ya da daha radikal bir deyişle- zürriyet kesilmesinden hiç şikayetçi olmayan bir kocaya rağmen, bu durumu kendine dert edinerek, derman bulmanın çabaları içindedir..

Az ama sürekli bir geliri olsa eğer dünyanın en mutlu insanı olabilecek tabiatta 'iyi ve iyimser' bir adam olduğunu filmin daha başlarında anladığımız Rıza (Yılmaz Erdoğan) ise ekmek parası peşinde debelenmektedir..





Başarılması en kolay işlerden biri olan yemek işinden sermayeyi sıfırlayarak çıkan Rıza, üyelerine, yapacakları satışlarla en geç iki yıl içinde zengin olma iddiasını pompalayan, ancak bir nevi saadet zincirini andıran bir şirkete inanır ve karısının elde kalan son altınlarını da buraya yatırır..

Neşeli Hayat adlı 'güzellik müstahzaratı' pazarlayan bu organizasyonun konsepti icabı yeni elemanlar bulmak zorunda olan Rıza'nın -kendi samimi inancının etkilemesiyle- mahalledeki bazı arkadaşlarını da aynı işe ortak etmesi hiç de zor olmaz..

Gel gelelim bakanlık, şirketin sattığı ürünlerin içindeki bir maddeye yasak koyunca, ortada ne organizasyon kalır, ne de şu fakir insanların hayallerini süsleyen zengin ve neşeli hayat..

Kıt kanaat oluşturdukları birikimlerini arkadaşlarına inanarak kaybeden mahalleli, bu işten en az kendileri kadar zararla çıkmış zavallı Rıza'ya dava açmakta hiç bir tereddüt göstermez..

Genç ama hayat yorgunu bu adam, kaybettiği hayallerine mi, kaptırdığı evinin nafakasına mı yansın, yoksa kırk yıllık arkadaşlarıyla papaz olmasına mı ya da istikbalde görünen tazminat mahkumiyetine mi yansın?




Mahkeme süreci devam ederken, bir tanıdık vasıtasıyla bulduğu bir takım geçici işlerle oyalanan kahramanımız, önce, stadyumda seyirciyi coşturmaya çalışmak suretiyle reklam yapmaya itelenen 'terliksi' adam; daha sonra da, 'ho ho ho' dedirtilmeye çalışılan zoraki bir AVM Noel Baba'sı kılıklarına girer..

Yılbaşı ve Noel kavramlarına oldukça uzak bir varoş insanı olarak, her ne kadar Müslüman mahallesinde bir salyangoz satıcısı durumuna düşme durumu hasıl olmuşsa da, bir ay süreyle çalışma imkanı veren Noel Baba'lık kahramanımız için -şu aralar- bulunmaz bir nimettir..

Büyük kayınbirader Mehmet (Rıza Akın)'in gecekondularından birinde kira vermeden oturan iki kişilik aileye, Mehmet'in evinden kovulan küçük kayınço Lokman (Ersin Korkut) da katılır..

İşsiz güçsüz olduğu kadar, iyi niyetli bir vurdumduymazlık içindeki -yani, etrafına faydalı olabilecek tek icraatı görülmediğinden dolayı asalak da denebilecek- bir tip olarak Lokman, en son birlikte olduğu kızı hamile bırakınca, bizimkilerin dertli başına bir dert daha eklemiş olur..




Kızın, zerre taviz vermez 'evlere şenlik' ailesinin kararı şudur: Lokman, ya her türlü masrafı da üstlenerek kızlarıyla evlenecektir ya da kendileri tarafından temizlenmek suretiyle bu dünyadan terk-i diyar edecektir..

Berbat gelip berbat geçmekte pek mahir bir yılın sonunda, zoraki Noel Baba'lığa da soyunmuş ya da kostümüne bürünmüş Rıza efendi, yaklaşan yeni yılla şöyle rahatça bir nefes dahi alabilse -belki de- bu yılbaşının en mutlu insanı olacaktır..

Şerefsizim Benim de Aklıma Gelmişti

Öteden beri halkın ve haklının yanında yerini alarak, bu amaçla üretilmiş, ancak asla bağnazlığa prim vermeyen çalışmalarına tanık olduğumuz Yılmaz Erdoğan, -şerefsizim ki hep aklımda olan- bir eylemi gerçekleştiriyor ve bir hakikatin daha perdesini aralıyor: Bir takım abartılmış kılıklara sokularak, kentin büyük caddelerinde, AVM'lerinde ya da spor müsabakalarında bütün gün ayakta tutulan, hatta dans ettirilen, reklam sektörünün en zor, en sıkıcı ve en ağır işini yüklenmiş bu insancıkların maskesini -şefkatle- aralıyor.. Bu komik kostümlerin altında kimlerin olduğunu ve hangi insani dramların gizlendiğini ortaya koyuyor..




Yılmaz Erdoğan'ın iki adet Vizontele'si, köy hayatı ve köylülüğün, şehirlilerle ya da onlarla birlikte gelen teknolojik ve de ideolojik gelişmelerle çatışmasından doğan, biraz dramatik, daha da çok komik çelişkilerle beslenen filmlerdi..

Organize İşler ise, çeşitli ebattan ya da katmandan yasa dışı unsurların kendi içlerindeki ilişkilere ve -denk güçler olmasalar da- karşılıklı rekabetlerine değinirken, onların, kendilerinden tamamen farklı bir dünyanın insanları olan şehirli orta sınıf bireylerle olan ilişkilerine de odaklanıyordu..

Büyük şehirde var oldukları halde, yanı başlarındaki bu bambaşka dünyanın maddi ve manevi nimetlerinden uzakta yaşamaya mahkum edilmiş insanlar üzerine yaptığı son filmi Neşeli Hayat, Yılmaz Erdoğan'ın, sinemasını daha bi olgunlaştırdığını bize gösteriyor..
Yine de, bütün filmlerini belli bir seviyenin üstünde bulmuş, Organize İşler'i ise -herkesin gıyabında- yönetmenin en iyi filmi seçmiş biri olarak, şimdi -Landlord misali- "Neşeli Hayat, Yılmaz Erdoğan'ın en iyi filmidir" deyu kesip atmam da pek mümkün değil..

Öte yandan, biraz da anlattığı hikayenin sadeliğinin, gerçekçiliğinin itmesiyle oluşan ve Erdoğan'ın hem yönetmenliğine, hem de oyunculuğuna yansıyan mütevazı bir samimiyet, bu filmin diğerlerine nazaran daha 'klasik' olan akışına uyum da sağlayınca, bir mükemmellik hissi de vermiyor değil elbet..

Godikler Resmi Geçidi

Daha önceki rolleriyle ve çalışmalarıyla tanınmış, parlamış oyuncuları oynatmak -hele ki gerçekçiliğin peşindeki- bir filmin inanırlığına olumsuz katkıda bulunan etkenlerin başında gelir..

Daha çok o oyuncunun ustalığı, biraz da seyircinin hayal gücü marifetiyle kolaylıkla atlatılabilecek bu olası problem -etkenlerin yoğunluğu sonucunda- bir film üzerinde oldukça kalıcı hasarlar da bırakabilir..





Bu cümleden olarak -hele ki televizyon düşkünü bir milletin bir ferdi olarak- her birini çok iyi tanıdığımız BKM Mutfak oyuncularının (Yani Erdoğan'ın godiklerinin) hepsinin, filmin başından sonuna kadar perdede adeta sırayla arzı endam eylemeleri, Neşeli Hayat'ın en bariz kusurunu oluşturması beklenir ki bir yere kadar da öyle oluyor zaten..

İnsana (Ya da bilemiyorum belki de sadece bana..) film boyunca sürekli olarak konsantrasyon sorunu yaşatan bi olumsuz durumdan bahsediyorum efendiler..
Baştan sona, bizzat ve devamlı olarak şu biçim düşüncelerle uyarıldım durdum: "Aa.. Bu çocuğa şu rolü vermişler.. Ya, bu kıza bu rol pek gitmemiş.. Hah işte o godik de çıktı! Falan filan.."

Neyse ki, senaryonun sıra dışılığı ve renkliliği, aynı zamanda yönetmenin tam anlamıyla ustalığı, filmin, bütün bu küçük ama yoğun darbelerden 'az hasarlı' çıkmasını sağlıyor..
Yine de, böylesi bir riske girmenin gereksizliğini zikretmeden rahat edemezdim tabii.. Söyledim ve rahatladım..

Müdür Beyin Yeşil Kürkü

Filmin asıl finaline gelmeden önce, ana hikayeye ustalıkla iliştirilmiş olsa da ondan tamamen ayrı bir yerde duran, minicik ama çok derin bir dramın finaliyle karşılaşıyoruz ki gören gözlere, hisseden yüreklere çok şeyler anlatıyor..





Noel Baba Rıza'nın da çalıştığı büyük oyuncak mağazasının müdürünün, incelikle -hatta çaktırmadan- geliştirilen dramıdır bu bahsetmek istediğim..
Her allahın gününün en az yarısını yıllarca bir mağazada yan yana geçiren çekingen bir müdür ile onun içten içe sevdalandığı, fakat hiçbir şeyin farkında olmayan bir tezgahtar kızın hikayesidir bu..
Beni böylesine etkilemesinin ve farkındalık yaratmasının sebebi, aynı dertten muzdarip, aynı karakterde bir mağaza müdürü arkadaşın (Allah selamet versin kendisine..) bendenize içini dökercesine anlattığı hüzün dolu anıları olsa gerek..

Mağazada gerekli disiplini sağlamak üzere, özellikle çalışanlara karşı sert ve ciddi bir tavır sergilemek zorunda olan, aslında tertemiz ve de yumuşacık yüreklerinin içinde nice yakıcı 'imkansız' aşklar saklayan bu adamların hikayesinden başlı başına bir film olur ya neyse..

Mağaza kapanmak üzeredir.. Duygularını -hele emrin altındaki çalışanlara- bir türlü açıklayamayan bir mağaza yöneticisi olarak, tezgahın hemen arkasında yan yana durduğun kıza göz ucuyla bakmaktasındır..
Ne olursa olsun hiç sönmeyen cılız bir umut ışığı yeniden parlayarak içini ısıtır gibi olmuştur: "Belki bir mucize olur da şu dükkandan birlikte çıkar, hiç olmazsa bir yerlere kadar beraber yürürüz.. Belli mi olur.. Benim yapamadığımı belki de o yapar, bana olan aşkını açıklar da şu hayallerim gerçek olur" deyu düşünürsün..

Heyhat ki tam o sırada dükkanın kapısından içeriye giren hıyarın biri (Yani kızın sevgilisi..), bütün hayallerini tuzla buz eder..
Sevinçli bir heyecan içinde yanından ayrılarak, o hıyara yönelen 'biricik sevgilin' sana şöylesine bi dönerek:"İyi geceler bilmem ne bey.. İyi seneler" der..

Uzun ve yorucu bir yılbaşı gününün gece mesaisi sonrasında kapıları tamamen kapanmak üzere olan cafcaflı AVM'nin artık ıpıssız kalmış merdivenlerinin sonunda başlayan soğuk, karanlık ve yalnız sokaklar bir kez daha seni beklemektedir sayın müdür bey..


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)