29.1.10

Ejder Kapanı :: İlk Kez Milli Seri Katilli Türk Filmi


Siz de biliyorsunuz ki, ülke ve millet olarak, dünyada olup biten hiçbir şeyden geri kalmama dürtümüzün önünde hiçbir güç duramaz..
Bize en uzak sporlardan biri olduğu halde -tek kanallı yayının mecburiliği neticesinde sanırım- halkımızı televizyon başına bağlama başarısı göstermiş olan buz pateni sporunda, uluslararası şampiyonalara katılma başarısı gösteren bir Tuğba Karademir, nihayet ortaya çıkmıştı da bir yerde hayallerimiz gerçek olmuştu..

Geçenlerde gösterime giren Süpürrr! adlı filmle de ilk Curling Milli Takımı'mızdan haberdar olmuş, film değilse de bu müjdeli haber, bizi gayet bahtiyar kılmıştı..

En son da Avustralya Açık'da korta çıkan -devşirme de olsa- milli tenisçimiz Marsel İlhan, tur atlayarak, bu dalda -doğru dürüst- ilk kez göğsümüzü kabartan sporcu oldu..
Ancak öte yandan, Marsel'i gurbet ellerde yalnız bırakmamaya yeminli bir güruh seyircimizin yeri göğü inleten haykırışları ve yaktıkları meşaleler -olaya tamamen yabancı- cümle tenis dünyasını şoka soktu ki o da ayrı..




Sporumuz böylece başarılarına başarılar eklerken, sinemamızın bu evrensel yarışta geride kalacağını mı sandınız?
Sinemamız elbette geride kalmayacak, bu parkurda -Cannes ve Oscar yarışmaları hariç- millilikten pek söz edilmese de öteden beri bir hayli eksik olduğumuz 'film türlerinin çeşitliliğini arttırma' yolunda, elinden geleni yapacaktır..

Fazla uzak olmayan bir geçmişte: "Neden bizim de doğru dürüst bir korku filmimiz yok?" sorusu epey kafaları meşgul etmişti, hatırlarsanız..
Allahtan, kısa bir süre zarfında birçok korku filmimiz oldu da bayağı bi rahatladık..
Zombilisi bile yakında geliyor!.

Bu cümleden olarak, Uğur Yücel, özellikle ABD Sineması'nı ağzının suyu akarak izleyen her Türk sinemaseverin bi şekilde aklından geçirdiği: "Neden bizde de, içinde seri katil barındıran, bir polisiye film çevrilmez ki?" sorusuna daha fazla kayıtsız kalmayarak, elinden geleni yapmış ve ilk seri katilli filmimiz 'nihayet' kotarılmış görünüyor..
Ejder Kapanı cümlemize hayırlı olsun..

"Bundan Sonra Devlet Benim Ulan!"

Komando er Ensar, tatbikatını Güneydoğu'da yapmak suretiyle, adam öldürmede gayet ustalaşmış cevval bir oğlandır..
Terhis olduğu gün, 12 yaşındaki kız kardeşine bir sübyancının tecavüz ettiğini ve zavallı kızın daha sonra da hastanede kendini asarak intihar ettiğini öğrenir..
Zaten askerde yaşadıklarıyla -en azından- siniri burnunda biri haline gelmiş Ensar (Nejat İşler)'ı bu şartlarda kim tutabilir ki?

Suçluları yakaladığı halde yeterince cezalandıramayan, üstelik kafasına göre afta çıkaran devletten şikayetçi Komando: "Bundan sonra devlet benim ulan!" diyerek, tabancasına ve Rambo bıçağına sarılır..

Bu arada, şehr-i İstanbul'da ardı ardına cinayetler işlenmeye başlamıştır; ki öldürülenler de hep sübyancılıktan hapse mahkum olmuş ama sonunda afla mafla dışarıya çıkmış mahluklardır..
Kız kardeşinin tecavüzcüsü de bunların aralarında olduğuna göre, hep birlikte Ensar'dan şüphelenmek artık kaçınılmazdır..
En az komando Ensar kadar sert ve cevval, üstelik gaddar biri olan dedektif Akrep Celal (Kenan İmirzalıoğlu) ile onun amiri pozisyonundaki emeklilik için gün sayan 'Adnan Hoca görünümlü' dedektif Çerkes Abbas (Uğur Yücel) da aynen böyle düşünerek, Ensar'ın peşine düşerler..




Sekizinci Günah: Sübyancılık

Kubilay Tat'ın senaryosunu yazdığı ve Uğur Yücel'in yönettiği film, naturası icabı, muhtelif Hollywood polisiye-gerilim filmlerinin ortalamasını almış gibi görünüyor..
Bu durum, o filmlerin trüklerinden etkilenmiş ya da onları açıkça kopyalamış izlenimi veren Ejder Kapanı'nı, türe has klişeleri, stilize oyunculuklarla yansıtmaya mecbur bir film haline getirmiş..

Emekliliğini bekleyen tecrübeli bir polisle, genç ve heyecanlı bir dedektifin varlığı, sürekli yağan yağmurla ıslanan karanlık ve de netameli sokakların yanı sıra benzer uğursuzluğu hissettiren iç mekanlar; ayrıca, işkenceden geçirilmiş cesetler falan -direkt olarak- Se7en'ı akla getiriyor..

Bütün bunların yanında, çocuk tecavüzcülerini öldürerek, kendi adaletini bizzat kendi elleriyle sürdüren bir katilin peşinde ilerlerken -oldukça yalapşap da olsa- adalet kavramının da sorgulandığı Ejder Kapanı, ay başında gösterime girmiş Law Abiding Citizen (Adalet Peşinde)'i daha yeni izlemiş olanların kulaklarını da çınlatıyor tabii..

Seri katilin niteliği ve eylemleri sebebiyle, yönetmen Jon Avnet'in Righteous Kill'ini de bu 'ilk akla gelen' filmler listesine iliştirmezsek olmaz..




Seven'dan söz açmışken..
Ejder Kapanı, kalite olarak onun yanından bile geçemiyor elbette ama, onun özellikle yapmadığı bir şeyi, 'bizimki' adeta şevkle oluşturmaya yelteniyor ki ben bunu oldukça sakıncalı bir tavır olarak değerlendiriyorum..
O şey de şu: Yedi ölümcül günahtan dem vuran Seven, bir sürü günahın içine yuvarlanmış insanları işkenceyle öldüren katille, biz seyircileri, kesinlikle özdeşleştirme çabası göstermeyerek (Burada biraz da kendi adıma konuşuyorum tabii.) aksine ondan nefret bile ettirirken, tek bir günaha odaklanmış bu film, katilini ve cinayetlerini seyircisine onaylatmanın gururuyla adeta kendinden geçiyor..

Bir suç ya da suçlu -tam da buradaki gibi- ne kadar adice ve ne kadar iğrenç olursa olsun, bunu işleyen bir sanat eseri, olaya asla teşvik eder bi tarzda 'linç marka' gözlüklerle bakmamalı; bu hususta tamamen tarafsız kalarak, seyircinin kendiliğinden oluşacak doğal tepkisi ne olacaksa, saygıyla onu beklemelidir..

Seven'la karşılaştırmayı burada nihayete erdirirken, son olarak: “Keşke Ejder Kapanı, seyirciyi, hem de senaryoyu epeyce zorlayarak ters köşe yapma sevdasına kapılmasaymış, 'ilham kaynağı' olduğu belli olan Seven'daki gibi, filmin sonuna doğru ortaya çıkan 'belli' bir katilin izini sürseymiş” demek istiyorum..
Böylece, bilinen bir katilin üzerine yoğunlaşacak bir senaryonun, şimdiki 'yavan' halinden uzaklaşıp, daha ilginç ve kapsamlı numaralarla zenginleşebileceğini, bunun da filmin genel başarı grafiğini yükseltebileceği fikrinde ısrarlıyım..




Hoş Geldin Musa Rami

Yukarıda da değindiğim özelliği nedeniyle, her haliyle 'yurt dışı kaynaklıyım' diye bağıran bir filmi yerlileştirmenin bazı yolları vardır ki bunlar Ejder Kapanı'nda da denenmiş..
Bunların başında da, gavurlara kolaylıkla fark atmamızı sağlayacak olan din farklılığı gelmektedir..

Yönetmen Onur Ünlü'nün filmi Polis'in polisi Musa Rami'de de denenen, imanı kuvvetli bir Müslüman esvabı, bu filmde de Çerkes'e bi güzel giydirilmiş giydirilmesine ama, burada da diz boyu itirazlarım, sıraya girmiş durumda maalesef..

Yıllar yılı caminin dış kapısında dua ederek ibadet eden Yeşilçam Sineması'nın, nihayet korkusunu yenip de artık camiye girmesinden en memnuniyet duyan insanlardan biriyimdir herhalde..
Ancak bu eylemi, bir Hıristiyan'ın mum yakmak, günah çıkartmak üzere kiliseye girmesine de benzetmemek lazım..
Bizde camiler -turistik olanlar hariç- namaz saatleri dışında kapılarını kapatır..
Bazı kiliselerde olduğu gibi, öyle her aklına estiğinde camiye girerek, tek başına meditasyon yaparcasına derin düşüncelere dalmak bize uymaz..
O vaktin namazı neyse, cemaatle birlikte o kılınır, vakit gelmemişse kaza namazı kılınır..
O da uymadıysa sayın komiserim!. Hazır azılı bir katil de yakalamışken, iki rekatlık şükür namazı kılarsın, sonunda da günahlarının affı için dua eder, camiden çıkar gidersin..

Yönetmen olarak bana itiraz edip: "Ama kardeşim, o zaman da, Abbas'ı caminin ve dev avizenin merkezine oturtup da, alçalıp yükselen kameralı sistemle o huşu dolu görkemli görüntüyü başka şekilde elde edemem ki!" dersen eğer, ben de sana: "Sen de haklısın bilader!" derim..




45-14 Dinlemede

Uğur Yücel, yönetmen olarak, kariyerinin en iyi filmi olan Yazı Tura'nın mükemmelliğine, bu son filminde -biraz olsun- yaklaşamazken, gösterdiği rahat ve olgun oyunculuğuna ise diyecek bir lafım yok..
Özel hayatında sadece, bir pavyon şarkıcısı olan Cavidan (Ceyda Düvenci)’a yer açmış, 'evsiz' ve yalnız bir komiseri, kişiliğinin tüm gelgitleriyle birlikte, ustaca canlandırmış..

Bu filmde her haliyle Celalettin Cerrah'ın gençliği gibi duran Kenan İmirzalıoğlu da, filmin en renkli kahramanı olarak, karakter değişkenliği gerektiren rolünün hakkını, tam anlamıyla verebilmiş..

Berrak Tüzünataç, stajyer polis memuresi Ezo rolünde, kendisine bir türlü güvenemeyenleri pozitif yönde sarsacak -varsa eğer- kıskananlarını daha da kudurtacak bir performans sergilemiş..




İmirzalıoğlu ile emniyette cereyan eden, 'çocukça' bir kavgayla karışık, alabildiğine tutkulu 'oynaşma' sahnesinde ve filmlerimizde ender rastlanan 'sertlikteki' sevişme sahnesindeki Berrak kızımız, doğrusu oldukça iyiydi.. Tabii Kenan oğlumuzun hakkını da yemeyelim..

Nejat İşler ile Ceyda Düvenci yardımcı oyuncu kontenjanından üzerlerine düşeni yaparlarken, Sırrı Süreyya Önder, Kürt şiveli emniyet müdürü olarak filmin en sempatik karakteriydi..

Velhasılı kelam, girizgahta kendilerinden bahsettiğimiz değerli 'öncü' sporcularımızdan Tuğba Karademir, en önemli başarısını, Avrupa Şampiyonalarında onunculukla elde etmişken; Curling Milli Takımımız henüz buz üstünde emeklemeye çalışırken ve Marsel İlhan'ın en büyük başarısı Avustralya Açık'ta ikinci turda oynamakken, Hollywood-vari işler çıkarmaya çabalayan sinemamızın bu son örneğinin 'Oscarlık' olmasını beklemenin bir mantığı da yoktu elbette..

Sonuçta Ejder Kapanı, çekim efektleri ve ceset makyajlarıyla göz dolduran, otomobilli aksiyon sahnelerinde hiçbir masraftan kaçınılmadığı anlaşılan, oyunculuk özelinde ise özellikle sivrilen bir film olarak, ulusal arenada türünün ortalaması üzerine çıkarken, uluslararası ölçekte ise fazla bir değer yüklenemeyecek, genel anlamda da vasatı aşamayan bir yapım idi..

  /10


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)