21.4.10

The Limits of Control :: Gitar Teli Kötülüğü Yenecek!


Bütün film boyunca kendisiyle İspanya'yı dolaşacağımız kahramanımız Issız Adam (Isaach De Bankolé), düzenli olarak 'tai chi' sporu yapan, uyuduğu hiç görülmeyen, 'görevli' olduğu sürece değil seks yapmak yanında uzanan çırılçıplak şahane hatuna elini bile sürmeyen, robotik denebilecek kadar kontrollü hareketleri olan, bulunduğu her mekanda iki ayrı fincanda espressodan başka bir şey istemeyen, jilet gibi takım elbisesiyle gayet şık, kesinlikle de 'cool' bir siyahi ağbimizdir..

İspanya yolculuğu, kendisine verilen bir görevin icabıdır.. Fransızca konuşan, kendisi gibi zenci olan gizemli bir kişiden (Gerçi bu filmde gizemli olmayan tek kişi yoktu ya.. neyse.) havalanında aldığı -yine bol gizemli ve felsefi- son uyarı ve de talimatlardan sonra, adamımız artık hazırdır..

Görevin mahiyetini, nedenini, görevi verenlerin kimliğini bilmediğimiz gibi, bunu yerine getirecek bu adam hakkında bile -filmin süresi boyunca- hemen hemen hiçbir şey öğrenemeyiz..
Gördüklerimiz: Kendisinin geleceğinden haberli oldukları anlaşılan, her biri sanatın çeşitli türlerine aşina bazı kişilerle değiş-tokuş ettiği boksör resimli kibrit kutuları içinden çıkan şifreli mesajlara uygun olarak, kahramanımızın, İspanya'nın çeşitli bölgelerinde dolaşmasından ibarettir..




Aldığı her mesajın kağıdını bir yudum kahveyle mideye indiren, arada bir de sanat müzesine giderek, bir tabloyu uzun süre seyreden adam, belli ki bir hedefe ulaşmak üzeredir..
Bu uzun yolculuk boyunca, çeşitli duraklarda, güzel, seksi ve gözlüklü ve dahi çıplak bir kız karşısına çıkarak, adamı baştan çıkarmaya çalışsa da bu mümkün olmayacak; ama o en sonunda hedefe ulaşarak, işi bitirecektir..

Bildiği ya da istediği gibi sinema yapmakta direnen, belli sayıdaki yönetmenlerin en bağımsızlarından olduğu kadar, şüphesiz ki en 'cool'u da olan Jim Jarmusch, 1999 yılı yapımı filmi, Ghost Dog: The Way of the Samurai'daki, New York'ta yaşayan, Fransızca'dan başka da dil bilmeyen dondurmacı rolündeki Isaach De Bankolé'yi baş role, bir sürü önemli oyuncuyu da yan rollere koyarak yaptığı bu filmle yine bir şahesere imza atmış..

"Hayatın hiçbir değeri yoktur.. Bir avuç toz ve topraktan ibarettir.. Kendini herkesten büyük ve önemli görenler gerçekte ne olduklarını öldüklerinde anlayacaklardır." mealinde özlü sözlerle işe başlayan Jarmusch, filminin finalinde bu dediklerinin hakkını verirken, gerçekte görünenin dışında anlamlar yüklenmesi gereken sahneleri peşpeşe yaratarak, adeta kocaman bir metafor yumağı oluşturuyor..



Her haliyle:"Hayatın konusu yoktur, neden filmlerin ya da kurmaca öykülerin olsun ki?" sözünün asli sahibi olan bir yönetmenin elinden çıktığını da hissettiren; ne demek istediği asla tam anlamıyla anlaşılamayacak, zaten, anlaşılmak da istemeyen 'gizemli' bir film olarak The Limits of Control'un, David Lynch'den uzun süre ayrı düşmüş naçizane bünyeme ilaç gibi geldiğini de ekleyeyim..

Gayet mühim görüntü yönetmeni Christopher Doyle'un varlığının hemen hissedildiği bu film hakkında 'anlaşılamayan' dediysek de, o kadar da değil tabii: The Limits of Control, gitar telinin farklı işleviyle kötülüklerin odağı olan gücü alt etme yolunda hamle yaparken, o mutlak gücün -ezelden beri- her fırsatta suçlayıp ezmeye çalıştığı, sanatçıların, bohemlerin, aydınların ve sisteme muhalif kesimlerin öylesine güçlü sesi haline geliyor ki, bu sebeple kendisine Jim Jarmusch'un en politik filmi demenin de hiçbir sakıncası yok..

8   /10


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)