24.7.10

Ordinary People :: Hakikatin Gerçeği


Özellikle insan hakları hususunda burnundan kıl aldırmayan Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gördüğü, daha doğrusu heyecanlı bir film gibi seyrettiği en büyük trajedi olan Srebrenica Soykırımı'na 'içerden' bir gözlem Sıradan İnsanlar.

Fransa, İsviçre ve Sırbistan ortak yapımı film, 1995 yılında gerçekleşen, 'insanı insandan soğutan' bu katliamın ve taraflarının (Sırp-Boşnak) adını açıkça zikretmese de; gayet belli ki, bu büyük trajedinin küçük ama dayanılması güç bir sahnesini, bir manga Sırp askerinin tanıklığında ve kasaplığında, tüm gerçekliği ve de dehşetiyle ortaya koyuyor..

Aralarında Dzoni adlı bıyığı yeni terlemiş bir askerin de bulunduğu bu birlik, otobüsle götürüldükleri boşaltılmış bir çiftliğe yerleşirler..
Çok geçmeden, buraya yine otobüs, minibüs ya da kamyonlarla her yaştan erkek siviller getirilir..
Bundan böyle askerler birer kasap, siviller ise birer kurbandırlar..




Askerliği hatta savaşı bile masum kılabilecek iğrençlikteki bu katliamı film, Dzoni'nin ilk başlardaki cılız itirazları ve esirlere yönelik insani davranışlarıyla yumuşatmaya çalışsa da -doğal olarak- kısa zamanda bu aldatıcı iyimserlikten hakikatin kötülüğüne çark ediyor..

Ordinary People, sıradan gençlerin, hiç de sıradan olmayan cinai görevlerini sadece sıradan insani tepkilerle ya da tepkisizlikleriyle yapmalarını -film icabı yapılması gayet normal- görsel, sanatsal numaralara kalkışmadan; konunun doğası gereği 'trajikleştirme' çabasına ise hiç girmeden anlatabilen sapsade bir yapım..
Valla bravo! Böylesine 'tahrik edici' mevzunun çekiciliğine kapılmadan, olaya böylesine soğukkanlı kalabilmek, bir yönetmenden herhalde, derviş sabrı, ustalık hüneri ister..
İnsanın bu 'muhteşem' sadelik karşısında -bi ara- isyan edesi geliyor.. Hatta bencileyin akıllara: "Yönetmen ne yapmış ki, ne işe yaramış ki?" sorusu dahi düşüyor.. Ve böylece film bitiyor..




Biraz düşününce de (Bu illaki şart!): "Lan oğlum o yönetmen olmasa, bu film böyle sade, böyle gerçek olamazdı ki" diye içinden konuşmaya başlıyorsun.. Ve hayret içinde devam ediyorsun: "Her şeyi, her unsuru film boyunca kontrol etmeye çalışmaktan zavallı yönetmenin anası ağlamış olmalı herhal!"

Ordinary People'ın yönetmeninin ve oyuncularının Sırp, ortak yapımcı ülkelerden birinin de Sırbistan olması oldukça ilginç, hatta özellikle biz Türkler açısından bayağı da şaşırtıcı.. Demek ki ülkelerin ya da milletlerin yaptıkları tarihi hatalarla, suçlarla yüzleşmeleri -bir yere kadar da- kabullenmeleri pek de zor bir iş değilmiş..

Ordinary People / Sıradan İnsanlar

Yön: Vladimir Perisic
Sen: Vladimir Perisic
Oyn: Relja Popovic, Boris Isakovic, Miroslav Stevanovic
Yapım: 2009, Fransa – Sırbistan, 80 dk.

8   /10

(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)




3 yorum:

  1. Hocam, Uğur Kutay'ın bu filmle ilgili yazısı oldukça ilginç. Buraya alıntılamak istedim. Yorumlarınızı merak ediyorum. Teşekkürler.

    AT ÇIKMAYAN YOLLARDA
    Mesele, hikâye anlatmak… Durduk yerde film yapmazsınız; bir derdiniz olduğu, insanlarla bir hikâyeyi paylaşmak istediğiniz için film yaparsınız. Yani film yapmak aslında bir tür dertleşmedir, kimi zaman seyircinin psikanaliste dönüştüğü bir psikanaliz seansı… Sonuca ulaşmak istiyorsanız derdinizi karşınızdakinin anlayacağı biçimde anlatmanız, aynı dilsel kodları kullanmanız gerekir. Aksi takdirde, doktora derdini anlatamayan hasta ya da esnafa derdini anlatamayan müşteri gibi kalakalırsınız. Ama derdini açık ve net biçimde söylemeyen filmlerin yönetmenleri, emin olun, hiçbir zaman kendilerini o film karşısındaki seyircinin hali kadar berbat bir durumda bulamazlar!
    Bu haftanın filmi ‘Sıradan İnsanlar’da (Ordinary People) ‘yönetmenin derdi’ni anlamaya çalışırken ben de kendimi epey çaresiz hissettim: Bir otobüse doluşan gencecik yedi asker, tel örgülerle çevrili bir bölgeye gelirler. Burada, gün boyu minibüs ve kamyonlarla getirilen sivil esirleri kurşuna dizeceklerdir. Ana karakterimiz, neredeyse çocuk sayılacak Dzoni, başlangıçta bunu reddeder, “Yapamam!” der; komutanı ve arkadaşları gence olumlu ya da olumsuz hiçbir tepki göstermez. Tehdit ya da aşağılama gibi tepkiler görmediği, hatta neredeyse anlayışla karşılandığı için bir kenara çekilmesini ve katliamdan uzak durmasını beklediğimiz Dzoni, nedense gidip idam mangasına katılır ve ilk cinayetini işler. Yeni esirler geldiğinde Dzoni soğukkanlı biçimde ikinci kez öldürür. İşler giderek garipleşirken, üçüncü ‘ölüm seferi’nde Dzoni nihayet esirlerden birine insan gibi davranır; ‘onlardan bazılarını kurtardığını’ söyleyen Mişa’nın ölümüne engel olmaya çalışır. İlginçtir, bir asker olarak yine herhangi bir ayıplama ya da suçlamaya maruz kalmaz. Komutanı gelip “Onu tanıyor musun?” diye sorar sadece… Bir ara öyle bir hava oluşur ki, sanki komutan ve diğer askerler de aslında kimseyi öldürmek istememektedir, ama n’eylersiniz, mecburiyetten… Dördüncü seferinde Dzoni, direnen bir esire çok kötü davranır, adamı dipçikleyerek bayıltır. Beşincide, infaz aralarında içtikleri alkolün etkisiyle iyice çığırından çıkan Dzoni, henüz idam mangasına emir bile verilmemişken, 15-16 yaşlarındaki kurbanını zorla otların arasına götürür ve acımadan öldürür. Akşam karargâha dönerken bir kasabada durmak zorunda kalırlar. Komutan, kültür merkezinde esirler olduğunu, onların ‘halledilmesine’ de yardım edeceklerini söyleyince, tüm askerler yorulduklarını belirtirler. Ne hikmetse, itirazları kabul edilir. Buradan, aslında bu askerlerin diğer öldürmeleri de reddedebilecekleri sonucuna ulaşmak mümkün. Bir ara komutan Dzoni’ye şöyle der: “Bir dahaki sefere daha dikkatli ateş et. Ve bugün olanlardan kimseye söz etme. Sonuçta kimse seni zorlamadı. Tamam mı?”

    YanıtlaSil
  2. numan25.7.10

    tomrukcan kardeş,
    öncelikle uğur kutay hikayenin tamamını eksikisz olarak öyle güzel anlatmış ki valla helal olsun!
    filmin finalini falan merak edip de izlemek isteyeceklere bile hiçbir şans tanımamış.. bir de bana (daha çok eski uzun yazılarımdan ötürü) "filmin nerdeyse tamamını anlattın bize ne kaldı" falan diyerek serzenişte bulunurlar.. oysa ben film hikayelerinin en fazla yüzde ellisini falan anlatmışımdır hep..

    asıl mevzuya gelirsek: anladığım kadarıyla eleştirmen, "bu filmin hikayesi yok gibi, varsa bile yönetmen anlatmayı becerememiş ki" demeye getiriyor.. fakat gerçek hiç de öyle demiyor.. bütün yazısı zaten tamamen filmin hikayesiyle oluşmuş.. demek ki hikaye var!

    anlatmayı becerememe hususu ise -eleştirmen kadar- bu filmi izleyenlerin çoğunun aklına anında gelebileceği sürpriz olmayacak, tamamen bu filme has bir özellik..
    onun için de zaten kısacık yazımın büyük bi bölümünü ilk bakışta filmin bu 'sorun' gibi görünen yönetimine ayırdım..
    onun için yazımın başlığı 'hakikatin gerçeği'..
    onun için kendimi, - Biraz düşününce de (Bu illaki şart!): "Lan oğlum o yönetmen olmasa, bu film böyle sade, böyle gerçek olamazdı ki" diye içinden konuşmaya başlıyorsun- türünden açıklamalar yapmak zorunda hissettim..

    aslında yönetmen hikayesini -tam da kendi anlatmak isteyeceği şekilde- gayet de güzel anlatıyor.. yalnız bizden de -bi zahmet- çaba göstermemizi istiyor.. hepsi bu!

    sayın kutan'ın : "Sonuca ulaşmak istiyorsanız derdinizi karşınızdakinin anlayacağı biçimde anlatmanız, aynı dilsel kodları kullanmanız gerekir. Aksi takdirde, doktora derdini anlatamayan hasta ya da esnafa derdini anlatamayan müşteri gibi kalakalırsınız" önerisini benim benimsiyebilmem asla mümkün değil!

    herhangi bir sanatçının karşısına geçip de: "bilader! ben senin anlatım tarzını hiç beğenmedim.. beni yormadan falan adam gibi anlatacaksan anlat şunu, yoksa bırak bu işleri" denebilir mi yahu?!
    lütfen! hiç olmazsa sanatı, böylesine basitçe kalıplara filan sıkıştırmaya kalkışmayalım..

    sözün özü tomrukcan kardeş, uğur beyin anlamakta çaresiz kaldığını öğrendiğimiz 'yönetmenin derdi' ve hikayede olması beklenen gelişmelerin veya insani tepkilerin beklendiği gibi olmaması meselesi -çok açık ki- filmin de (yönetmenin de tabii) asıl anlatmaya çalıştığı ve bu hususta kendisini oldukça da zorladığı şeyin ta kendisidir.. diyerek bahsi burada kapatmak istiyorum..

    değersiz yazıma ilgin için de ayrıca çok teşekkür ediyorum..
    saygılar.

    YanıtlaSil
  3. Hocam, cevabınız için çok teşekkür ederim. Filmi izlememeyi düşünürken hem makaleniz hem de yorumunuz sayesinde bir başka gözle izleyeceğim. Bu konulardan hiç anlamayan biri olarak, sinema eleştrisinin, ve elbette iyi bir sinema eleştrisinin izleyici/potansiyel izleyici için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha teyid etmiş oldum. Çok teşekkür ederim, ellerinize sağlık...

    YanıtlaSil