24.9.11

Nuri Bilge Ceylan : Altın Koza'ya Damgasını Vuran Deha


Melih Cevdet Anday, altmışlı yıllarda yazdığı Sırası mı? başlıklı bir makalesinde; "Önce halkın hoşuna giden bir filim yapayım, ondan gelecek para ile kendi gönlümce bir filim yaparım düşüncesi, bizim sinemacılığımızın sıra kaygusunu gösterir." der..

Bu, günümüzün sinemacıları arasında da devam eden bir düşünce olup; aslında -örneğin- bir yönetmenin kendi yetersizliğini ve cesaretsizliğini ortaya koyan bu anlayış, onun, 'sinema sanatı' kavramını içselleştirmekten epeyi uzak olduğunun da altını çizer.. 

İşte bu hesapçı, korkak düşüncelerden tamamen uzak olarak bu işe girişen ve tüm özgünlüğüyle de bir güneş gibi doğduğu Türk ve Dünya Sineması semalarında parlamaya devam eden; izlediğim son filmi Bir Zamanlar Anadolu’da ile hem idrak, hem de iman ettiğim üzre, Türkiye'nin -gelmiş geçmiş- en iyi yönetmeni unvanını eline geçiren Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraflarından oluşan serginin açılışına ev sahipliği yapacak olan, Adana 75. Yıl Sanat Galerisi'ni dolduran kalabalık gittikçe büyüyordu..





Normal Şartlar Altında, bir fotograf sergisinin -bütün sergi süresi boyunca- bu izleyici sayısının binde birini bulması bile imkânsızdı..

Bir Zamanlar Anadolu’da gösterilmeden önce açılan bu sergiye gösterilen rağbette, ilgiyi pompalayan ve gözleri de fal taşı gibi açtıran Cannes etkisini hissetmemek ne mümkün..

Bu açılış bir de bu muhteşem filmin gösteriminin akabinde yapılsaydı -zaten her daim sorunlu görünen- Adana trafiği saatlerce aksayacak hâle gelebilirdi alimallah..




Bir önceki yapıtı ÜçMaymun'a kadar, filmleri -en iyimser tahminle- küçücük bir cep sinemasının yarısını bile doldurmayan N.B.Ceylan'a olan gösterilen 'resmi ve gayrı resmi' bu ilgiyi -pek hoş durmuyorsa da- ülkemize teşrif etmiş bir Hollywood ünlüsüne yapılana benzettim..

Tamamen kendi çabalarıyla ve adım adım yükseldiği bu mertebe, her daim 'mütevazı bir gurur abidesi' duruşuna havi yönetmenimize ne kadar da yaraşıyor..

Sergi salonunu dolduran yüzlerce insanın büyük bir kısmının Ceylan'ın fotografları için değil de dünyaca ünlü bir sanatçıyı görmek ve 'o an orada olmak' amaçlı olduğunu anlamak için kör olmamak yeterliydi..




Öte yandan kimsenin, ikram edilen -daha doğru deyişle davetliler tarafından yağmalanan- yiyecek ve içecekler için oraya yığıldığını söyleyecek de değilim..

Lâkin, o hengâmeden, elinde iki adet sigara böreği ve bir bardak içecekle çıkabilen bir adamın gözünde fark ettiğim sevinç ışıltısı, kafamı biraz karıştırmadı da değil doğrusu..

Törenvâri hiçbir etkinliği kaçırmayan ilin mülki erkânı (Benim bildiğim kadarıyla, bunların yanında -bir de- eküri anlamında bir askeri erkân olurdu.. Nedense bunlara hiç rastlamadım.. Arz ederim), burada da yerini kimselere kaptırmamaya azimli bi şekilde, sanatçımızla birlikte salondan içeri girdiğinde, ortalık resmen karıştı..

Üzerlerine doğru âdeta hücum edercesine gelen, 'ağır makinalı' basın ordusunu gören heyet, ilk önce tereddüt ettiyse de geri adım atmayarak, ayak diredi..




Bu arada ben de basın ordusunun hamlesinden etkilenip gaza gelmiş vaziyette, makinamla birlikte onların safında yerimi almış -ne işime yarayacaksa- N.B.C.'li heyetin -saçma sapan- pozlarını çekmeye başlamıştım..

Bi ara, çarpışan iki ordu arasında nasıl bir hareket peyda olduysa olmuş, kendimi birden, sanatçı ve yanındaki belediye başkanıyla burun buruna buldum..

Fakat bir kaç saniye içinde, tam arkamda hareket eden bir dağ gibi sıralı basın mensuplarının 'tecrübe dolu' el-kol-dirsek ve ayak darbeleriyle, ait olduğum davetliler kısmına bir çırpıda nasıl atıldığımı hâlâ düşünüyorum, ama inanın hiç bir şey hatırlamıyorum..




N.B.C.'li heyet, salonun sahnemsi bir yerine doğru yürürken, sergilenen her fotografın önünde bir kaç saniye duruluyor, bir kaç kelam edildikten sonra da ilerliyordu..

Benim dışımda, Taner Birsel ve Yılmaz Erdoğan gibi birkaç şöhretin daha göze çarptığı serginin sahne kısmında bir takım konuşmalar yapıldıysa da daha çok sesi çıkmayan ses sistemi yüzünden, biraz da kalabalığın gürültüsünden hiç bir şey duyamadım..
Yalnız, Nuri Bilge Ceylan'a, Adana'nın eskiden çekilmiş bir fotoğrafının hediye edildiğine şahit olduğumu söyleyebilirim..




Ezelden beri iyi fotografçılığını bildiğimiz sanatçının, 'sinemacı' unvanını aldıktan sonraki döneme ait bu 'panoramik' işleri nasıldı derseniz..
“Tıpkı filmleri gibi mükemmeldi be kardeş” derim..

Filmlerindeki bakış açısını koruyarak, perspektifi özellikle vurgulayan; simetrik dengeyi de gözden kaçırmayan kadrajlarında insanın hiç eksik olmadığı, Anadolu'dan doğa ve insan manzaraları..

Mükemmeliyetçi bir titizlikle -icabında müdahale de edilerek- 'bir tablo gibi' oluşturulmuş, asıl endişesi olan gerçekçiliği boğmayan bir romantizmin de hissedildiği bu pek çarpıcı kompozisyonların -fırsat bulunursa- sergilendiği boyutlarda izlenmesini özellikle öneririm..