Sıcaktan ve mahşeri kalabalıktan ter içinde kalmıştık..
"Bu daha bi şey değil"
dedi, yanımdaki..
Sanki hepimizden biraz daha iri, dört
köşesinin birleştiği yer daha da bir sivri gibiydi..
"Az sonra tepemizden aşağı, acı
kırmızı biberli, naneli erimiş tereyağını boca edecekler ki
sen asıl o zaman gör sıcağı" diyerek, canımı sıkmaya
devam etti..
Merak etmiştim..
"Sen nerden biliyorsun bütün
bunları?" diye sordum bu sivri kafaya..
Burnundan "Hınff!" sesi
çıkararak, dudak büktü..
"Reenkarnasyon diye bir şey var
herhalde!"
Şaşırdım..
"Bizde de mi oluyor öyle
şeyler?"
"Elbette.. Ama sadece bazılarımız
hatırlıyor eski hayatlarını, çoğumuzsa hatırlamıyor"
"Ben hiç hatırlamıyorum"
dedim, umarsızca..
Sivri Hamur Hazretleri, tepeden bakmayı
sürdürerek konuştu: "Ben çok iyi anımsıyorum..
Ağızlara lâyık bir sosyete mantısıydım bir zamanlar,
böyle iri!!?"
demesiyle, kafamızdan aşağı kızgın
tereyağını yememiz bir olmuştu..
Şaşkınlık ve korkuyla birlikte
üzerime çöken yanığın acısı beni kendimden
geçirmiş, diğer kaderdaşlarımla birlikte boylu boyunca
tabağa yayılmıştım..
Kıpkırmızı bir suratla yanıma
yaklaşan Sivri, gülümsemeye çalışarak, zorlukla
konuştu:
"Merak etme.. Biraz sonra bütün
bunlar geçecek, bi güzel serinleyip şifa bulucaz"
Gayet bahtiyardım..
Kısa bir süreliğine de olsa
gözlerimi kapattım..
Bu eşsiz mutluluğu, içimi
dolduran soğan-kıyma karışımına dek hissettim..
Gözümü açtığımda,
şu bizim Reenkarne Kayseri Mantısı'nı gördüm..
Bir kaşığın ucuna oturmuş, bir kaç
arkadaşıyla birlikte havada yolculuk ediyordu..
Bol yoğurtlu sivri tepesine oturmuş
bir sarımsak parçacığına karşın, mağrur yüz
ifadesini hâlâ koruyordu..
Aşağıdaki tabağa bakıp, beni
gördü..
Gülümsercesine bükülen
dudakları, "Ben sana demedim mi oğlum?" der gibiydi..
Crazy, Stupid, Love / Çılgın,
Aptal, Aşk
Arabayı kullanan 25 yıllık eşiniz,
yolculuğun bir yerinde ve birdenbire size dönüp de
boşanmak istediğini, üstelik sizin de tanıdığınız başka
bir adamla -bi güzel- mercimeği fırına verdiklerini söylese
ne yapardınız?
Sizi bilemem ama benim hiç
umurumda olmazdı; oysa Cal Weaver (Steve Carell) arabanın kapısını
açıp kendini dışarıya atar..
'Mutlu Aile' denilen şahane rüyadan
böylece paldır küldür uyandırılmış, 'bekâr
yaşam' acemisi bu adama, 'hayırsever' bir çapkın yardımcı
olabilse bence de iyi olur..
Crazy, Stupid, Love, senaryosu, 'Kadın
erkek ilişkisinde aslolan aşktır, gerisi teferruat' ya da 'Davul
bile dengi dengine' gibi 'tutucu' bir alt metne sahip olmasına; iyi
giyinmesini bilmeyen, çapkınlığı beceremeyen bir adamı
özel bir eğitimle Donjuan'a benzetmek gibi bir 'meşhur'
klişeye yaslanmasına rağmen, haftanın en iyi filmi olmayı
başarıyor..
Buna sebep olan unsurların başında,
gayet iyi çizilmiş karakterlerin, gayet iyi oyunculuk
gösterileriyle canlandırılması gelmekte..
Başarılı kurgunun varlığıyla
coşan dinamik anlatım ve ona eşlik eden, kaliteli mizahı
sindirmiş 'zeki' diyaloglar, filme sağlanan diğer pozitif
katkılardan..
Yönetmen: John Requa, Glenn Ficarra
Senaryo: Dan Fogelman
Oyuncular: Steve Carell, Ryan Gosling, Julianne Moore
Yapım: 2011, ABD, 118 dk.
7 /10
Real Steel / Çelik Yumruklar
Pek yakın bir gelecekte geçen
filmimizin öngörüsüne göre, boks sporunu
insanlar yerine, kocaman birer çelik yığınından ibaret
robotlar yapmaktadır..
İnsanlar tarafından, 'uzaktan
kumanda' benzeri aletlerle yönetilen bu robot maçları,
resmi liglerden, yasa dışı izbeliklerde düzenlenen kumar
amaçlı kapışmalara, hatta rodeo müsabakalarında
boğa-robot dövüşüne kadar çeşitlilik arz
etmektedir..
Selam verdiği hemen herkese borçlu,
serseri tabiatlı bir boksör eskisi olan Charlie Kenton (Hugh
Jackman), vurduğu dipten çıkmanın -her zamanki- hayalini
kurmaktadır..
Bu 'dövüşçü
robot' olayına çoktan beridir kendini kaptırmış, kısıtlı
parasıyla da hurdaya çıkmış parçalardan oluşturduğu
robotlarla ekmek parası peşinde ülkeyi dolaşan Charlie'yi bir
sürpriz beklemektedir..
Bir zamanlar anasını terk ettiğinden,
varlığından bile habersiz olduğu, ancak velayet durumu hasebiyle
yeni tanıştığı, onlu yaşlara yeni girmiş oğlu Max (Dakota
Goyo) de babası gibi bu robotik işlere meraklı çıkınca,
filmimizin -ilerlemek için- dört gözle beklediği o
'çocuklu' ikilimiz de oluşmuştur artık.. (Bkz. Steven
Spielberg'de Çocuk Takıntısı)
Daha film başlarken, 'Executive
producer' Steven Spielberg adını gördüğümde, 'nasıl
bir film' izleyeceğim de aşağı yukarı belli olmuştu..
Tıpkı önceki 'Spielbergli'
yapımlar, Super 8, Transformers: Dark of the Moon, Cowboys &
Aliens'de olduğu gibi, 'blockbuster' klişelerinin tümü
-eksiksiz ve kusursuz bir şekilde- perdede arzı endam ettiler de,
böylece gözüm arkada kalmamış oldu.. (Örnekler
yakın zamandan seçilmiştir, yoksa bunun sonu gelmez!)
Bütün bu örnekler, belki
klişe-mlişe ama en azından farklı ve sürpriz konuları
işleyen, bir yere kadar da kendini merakla izlettiren yapımlardı..
Robotları alışılagelmişin dışında
ve ilginç bir alanda ve de başarıyla kullanan Real Steel de
aynı yolun yolcusu..
Görünüşlerinden,
hareketlerine, oldukça 'gerçekçi' hazırlanmış
'çelik yumruk' robotların 'ölümüne'
dövüşlerini izlemek gayet zevkliydi..
Baba ve 'babasının oğlu'ndan oluşan
ikili arasındaki kâh rekabetli, kâh dayanışmalı
ilişkiyle duygusallaşmakta aynı şekilde..
Yönetmen: Shawn Levy
Senaryo: John Gatins, Dan Gilroy (hikaye)
Oyuncular: Hugh Jackman, Dakota Goyo, Evangeline Lilly
Yapım: 2011, ABD / Hindistan, 127 dk.
6 /10
Shanghai / Şangay
II. Dünya Savaşı'nın,
Japonya’nın Çin'i işgal etmesi, ABD'nin de olaya dâhil
olması arefesinde ve Şangay'dayız..
Amerikalı bir casus (John Cusack),
önce ortadan kaybolan, sonra da öldürülen casus
arkadaşının izini sürerek, olayın sır perdesini aralamaya
çalışmaktadır..
Bu araştırmalar sırasında,
hikayeye, Japonu Çinlisi, Almanı Amerikalısı bir dizi
karakter katılacak; elbette -şöyle en duygusalından- bir aşk
öyküsü de ortaya bırakılacaktır..
2007 yılında yaptığı 1408 adlı
mükemmel korku filminden sonra iyi bir filmini maalesef
göremediğimiz İsveçli yönetmen Mikael Håfström,
bu yıl yine, sıradan bir film olan The Rite'la karşımızdaydı..
Demek ki olmayınca olmuyor..
Shanghai, Pearl Harbor baskınının da
yer aldığı II. Dünya Savaşı'nın bir dönemini -tam
anlamıyla- uyduruk hikayesine fon yaparak, 'değer dilenen' bir
film..
Ortaya getirdiği, 'kişisel ve
entipüften' mevzuyu, âdeta bir dünya meselesi ya da
devletler arası denge savaşlarının bir öğesi gibi
göstermesi, filmin bir yere kadar işine yarıyorsa da bu kalıcı
olamıyor..
Bu durumda seyirci -filmin büyük
bir bölümünde- olup biten her şeyi, uzaktan,
tepkisizce ve biraz da sıkılarak izlemek durumunda kalıyor..
Yönetmen: Mikael Håfström
Senaryo: Hossein Amini
Oyuncular: John Cusack, Li Gong, Yun-Fat Chow
Yapım: 2010, ABD / Çin, 105 dk.
5 /10