5.12.11

Musallat 2 : Lanet :: İfrit'in Ninnisi


Elif (Türkü Turan), annesi (Zeliha Güney) ve ünlü bir doktor olan babası (Selim Gürata) ile gayet müreffeh bir hayat süren; yaptığı resimlerle ve yakışıklı sevgilisi Cenk (Ozan Öğüt) ile de zamanını hoşça değerlendirmesini bilen, güzeller güzeli bir kızımızdır..

Uzun düz saçlarının ucundan makasla azıcık keserek çıtır çıtır yemesini gördüğümde hemen kendisine 'Rapunzel Sendromu' teşhisi koydum belki ama onun asıl 'hayâti' derdi, sık sık tekrarlayan ve nefes darlığıyla da kendini gösteren, şiddetli ve de ızdırap verici ataklardır..

Kızcağızın bu rahatsızlığına eşlik eden -uyurken ya da uyanıkken- duyduğu garip sesler, gördüğü imajlar ve dehşetengiz kâbuslardan da anlarız ki Elif'in yaşantısı, hiç de dışardan göründüğü gibi 'güllük gülistanlık' falan değildir..

Teşhisi ve tedavisi mümkün olmayan bu derdiyle, iyi-kötü hayatını sürdürmekte olan zavallı kahramanımıza, gün gelir de felek öyle bir başka darbe daha indirir ki artık onun iflah olması, gayrı pek de mümkün görünmemektedir..

O darbeyle önce -kendisinden saklanan- bir sırrın kapısı aralanacak; sonra da kötücül cinlerden, Marid'e ve İfrit'e kadar görkemli belâların kol gezdiği, büyücü ve de cadıların meşum çığlıklarının azap içindeki insanların haykırışlarına karıştığı, bir nevi Pandora Kutusu'nun kapağı da ardına kadar açılacaktır..



Beni soracak olursanız, bu gayet acaibü'l-mahlukat ve garaibü'l-mevcudat'a tanık olduğumda önce üç kerre, "İyi saatte olsunlar yerlerinde dursunlar" deyu mırıldanıp durdum; baktım bu pek etkili olmayacak, "Durun hele siz" diyerek, Nâs suresini tecvidiyle okuyarak, perdede kıpraşan görüntülere doğru kuvvetlice üfledim.. Ki size de, aynı şartlar altında kaldığınız vakit tavsiyem aynen budur, ey sevgili okur!

Allah'ın İşine Karışma Bre Büyücü

Gâvur milletinin İncil'i, Şeytan'ı varsa bizim de Kuran'ımız ve elbette binbir çeşit Şeytan'ımız, İfrit'imiz, sürüsüne bereket de (Neme lâzım siz sadece 'üç harfli' deyin isterseniz) Cin'lerimiz var; ayrıca da onlardan hiç de eksik kalmayacağımız sayıda da büyücü ve falcılarımız..




Yâni malzemelerimiz hazırdı da, bunlardan helva yapacak iyi bir ustaya ihtiyâcımız vardı; ki çok şükür, onu da bulduk sonunda.. O usta, Alper Mestçi olup, korku türünün -din ya da hurâfe temalı- bu alt türünde -elbette Türk Sineması özelinde- şimdiye kadar çekilmişlerin en iyisini gerçekleştirmiş durumda..

Bunun sanıldığı kadar kolay bir iş olmadığını yıllarca yapılan -başarısız- denemelerden gayet iyi biliyoruz.. (Mesela en sonuncusu, '3 Harfliler: Marid' idi.)
Bu durum ecnebi filmlerde de farklı değil aslında.. Her yıl bizde de gösterime sokulan dış kaynaklı korku filmlerinin bir çoğunu kahkahalarla izlediğimi düşünecek olursak, bırakın gülmeyi, gıkımı bile çıkarmadan, bakışlarımı perdeye sabitlememi sağlayan Mestçi'ye "Bravo!" demeyeyim de ne!.

Öte yandan, din ve benzeri inançlar üzerine kurulu senaryoları havi korku filmlerinde, Hıristiyanlık inanç ve ritüellerinin -belki de alışageldiği için- konuyla tam anlamıyla örtüştüğü görülmekte.. 
Oysa ki İslâmiyet, bu hususta oldukça dezavantajlı olmuştur hep.. 
Buna rağmen, ilk Musallat'ta da fark ettiğimiz üzre, bu iş lâyıkıyla yapılırsa hiç de o kadar sırıtmıyormuş.. Ve şimdi de gördük ki titiz çalışılmış bir yapımla da bu 'mâkus' durum, neredeyse avantaja dahi çevrilmiş..




"Doğal olanın dışına çıkmaya teşebbüs etmek ya da -bir başka zâviyeden bakarak- Allah'ın işine karışmaya kalkışmak insana hayır getirmeyecektir." ana zikirli film, müziği, sesi ve görüntüyü kullanarak, türe uygun 'atmosfer' yaratımında da gayet başarılı..

Batı'nın ahlâkını değil de sinema teknolojisini almış da hazmetmiş bir anlayışın ürünü olarak Musallat 2, elbette bir 'korku şaheseri' değil.. Lâkin, bunca yıllık 'korku sineması' birikiminin oluşturduğu bâzı klişeleri hemen hemen en mâkul bi şekilde ve kültürümüze uydurarak, başarıyla kullanan bir film olduğu da yadsınamaz bir gerçek..

Ayrıca, finaldeki -beklenilenin aksine oluşturulan- dinginlik hâli de özellikle takdir edilesi..

Dinginlik demişken, kulak zarını zorlayan gürültüyle ve aniden patlayan görüntülerle korkutma geleneğine bu film de harfiyen uyuyor maalesef.. 
Türün artık olmazsa olmazı durumuna gelmiş, bu nevi ani dürtüşlerden şikayet etmeyi bir süredir bırakmıştım zaten; hâl böyleyken, şimdi de bu 'bizden' yapıma tekme tokat girişmenin de âlemi yok..

Elbette bu demek değildir ki, her türlü gürültülü efektten daha huzursuz edici bir etken olan 'mutlak' sessizliğin, özellikle bir korku filmi için ne denli önemli olduğuna dair tezimden vazgeçtim.. Asla ve kat'a!




Diğer rollerde de göz tırmalayıcı bir aksaklığa rastlamadım gerçi ancak Türkü Turan, bir başkaydı.. En son Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi'nde izlediğimiz sanatçının -özellikle- rolünün elverişsizliğine karşın ortaya koyduğu 'dengeli' oyunculuğunu takdir etmem şart..

Korku filmlerinin bu alt türünde -bi bakıma- senaryo içeriğinin ciddiye alınması ve doğruluğu hakkında kanıt gösterilmesi anlamına gelen, kutsal kitapları referans olarak gösterme çabası, hiç kuşkusuz yeni bir şey değil.. 
Ecnebi korku filmlerinde -İncil'den inciler bâbından- bunun örneklerine çok rastladık..
Bizimkiler de onların izinden giderek bunu -tabii ki Kuran üzerinden- bir hayli kullandılar, daha doğrusu taklit ettiler ama yetti gâri.. Bunu artık tadında bırakmakta yarar görüyorum nâçizane..




Zaten camideki hocalar binbir türlü cezalardan bahsettikleri vaazlarında cemaati yeterince, hatta fazlasıyla korkutuyorlar; bâri sinemalarda rahat bırakalım şu insancıkların ruh sağlıklarını..

Öte yandan, politikadan her şeye, bu memlekette dini -kendi çıkarları doğrultusunda- kullanan kullanana; hiç olmazsa sinema bundan mâsun kılınsın derim ben, bir hayli umarsızca..


Yönetmen: Alper Mestçi
Senaryo: Alper Mestçi
Oyuncular: Türkü Turan, Tülay Bursa, Selim Gürata, Zeliha Güney, Saliha İplikçi, Levent Beceren, Başay Okay, Ozan Öğüt, Koray Şahinbaş, Sinem Öçalır
Yapım: Türkiye, 2011, 110′

 /10