Doksanlı yılların sonunda, şirin
bir Anadolu kasabasındayız.. (Ben bunların şirin olmayanını ne
duydum, ne de gördüm.. Görmek de istemem zaten.)
Kasaba halkı, okullarında görev
almak üzere yola çıkmış, 'ecnebi' öğretmenlerini
karşılamaya hazırlanmaktadır.. (O sıralarda nasıl bir gelişme
olduysa artık, hem de İngiliz kadın öğretmen!)
Aslında bu olayın, kasabalıyı pek
de ilgilendirdiği söylenemez..
İngiliz öğretmen gelecek diye heyecanlanan ve ortalığı velveleye veren, sadece bir kişidir: Okulun müdürü..
İngiliz öğretmen gelecek diye heyecanlanan ve ortalığı velveleye veren, sadece bir kişidir: Okulun müdürü..
Gecikmeyle de olsa, yabancı bir kadın kasabaya gelir ve törenlerle karşılanmaya çalışılır; lâkin,
kendisi öğretmen değil de, yanlışlıkla yolu buraya düşmüş
bir Fransız turisttir..
Tek kelime İngilizce bilmeyen Fransız kızını, İngilizce öğretmeni sanan Müdür, kasabanın 'sözde' İngilizce bilen tek genci olan oğlunu, 'sözde' öğretmenin mihmandarlığı görevine getirir..
İngilizcesi, 'Mr and Mrs Brown went to
the seaside' düzeyinden dahi hayli aşağılarda gezinen
çocuğun, derdini sürekli Fransızca anlatmaya çalışan
matmazelle anlaşması imkânsız gibidir..
Kaldı ki bu durum, komşu köydeki
bir kıza ölümüne sevdalı 'ergen' oğlanın umurunda
bile değildir..
Onun bütün derdi, durumdan haberdar olan kızın akrabalarının, ateşin bacayı sardığı bu aşka, şiddetle karşı çıkmalarıdır..
Onun bütün derdi, durumdan haberdar olan kızın akrabalarının, ateşin bacayı sardığı bu aşka, şiddetle karşı çıkmalarıdır..
Büyükşehirden gelip de
buraya yerleşmiş olan, kasabanın 'güzeller güzeli'
eczacısı, 'mazbut' görünümlü bir öğretmenle,
evlenmeye karar vermiştir..
Kasabanın gündeminde önemli bir yer tutan bu evlilik haberi, şehirden eczaneye ilaç sayımına gelen -güzel kızımızın da yakın arkadaşı olan- yağız delikanlıyı, allak bullak eder..
Kasabanın gündeminde önemli bir yer tutan bu evlilik haberi, şehirden eczaneye ilaç sayımına gelen -güzel kızımızın da yakın arkadaşı olan- yağız delikanlıyı, allak bullak eder..
Sanıyorum ki, bu evlilik kararının altında, bazı saklı nedenlerin, dumanı hâlâ tüten eski aşkların izleri yatmaktadır..
Eczacı kızın -doğal olarak- pek de
hesaba katılmayan bir taliplisi daha vardır: Hikâyenin en
küçük 'aşk kahramanı' olan, ilkokul öğrencisi
bir velet..
Onun 'naif' aşkının tıpkısını
yaşayan ve yukarıda bahsettiğim, müdürün 'kara
sevdalı' oğluna -kendince aşık- minik köylü kızıyla
bu veletin, kasabada birlikte geçirecekleri bir günün
sonunda, o 'imkânsız' aşklarını unutmaları, herkesin
hayrına olacak gibidir..
"Yeter yahu! Hep aşk, hep aşk!",
deyu isyan ettiğinizi duyar gibiyim; ama, henüz bitmedi ki..
Aşk olsun!.
Peki öyleyse ben de, kasabanın ve
köyün en yaşlılarının arasında yaşanmış, hatta hâlâ
yaşanan o 'tarihi' ve 'hazin' aşktan bahsetmeden geçiyorum,
haberiniz olsun..
Verilememiş Aşk Mektupları
Film henüz daha başlarken çıkan
bir deli rüzgâr, dededen toruna dek her yaş grubundan
birtakım kasabalıların, eski ya da yeni yazılmış aşk
defterlerinin sayfalarını bir bir karıştırmaya başlayacaktır..
Öyküdeki 'ayrı' olayların
benzerlikleri, gelişmelerindeki paralellikler, sürüncemedeki
sorunların hep birlikte çözüme doğru ilerlemesi
gibi, rastlantı olasılığını altüst ederek, hafiften 'can
sıkan' zorlamaların nedenini, o 'tuhaf' rüzgârda aramak
en doğrusu galiba..
Gecede yankılanan 'gizemli' sesleri,
havada uçuşan 'sahipsiz' fısıltıları, konuşan ağızlardan
'duyulmayan' replikleri de o esen yele eklemeli, derim ben..
Siz, arka arkaya sıraladığıma bakmayın.. Film, çoğu yapımda olduğu gibi, epeyce bi kalabalık teşkil eden kahramanlarını ve onların birbirleriyle olan ilişkilerini daha filmin başlarında -kafamıza vura vura- tanıtmaya kalkışmıyor.. Bunu, öykünün ilerleyen dakikalarında, çaktırmadan ve de aşama aşama yerine getiriyor..
Cep telefonlarının daha yeni yeni
ortaya çıktığı, şebeke sinyâlinin kolay kolay
alınamadığı ve hâlâ mektuplarla haberleşildiği o
eski zamanlarda geçen ve de 'Herkesin veremeyip de sakladığı
bir aşk mektubu vardır' diyen; bir kez başlamış aşkın -ne
olursa olsun- bir daha bitmeyeceğinin de altını kalınca çizen
film, bütün bu aşka bulanmışlığına karşın
-bencileyin- konuya hassas bünyeleri dahi pek rahatsız
etmeyecek bir üslupla, bayağılaşmadan gelişiyor ve sonuca
ulaşıyor..
Üzerinde titizlikle çalışılmış hissi veren senaryosunu filme alırken, her türlü fazlalığı reddeden, asla acele etmeden ve sükunetle ilerlerken de sempatik, küçük ama gerçek birtakım ayrıntıları yakalamayı da ihmal etmeyen bir yönetmen olarak, Ali Vatansever'i, Türk Sinemasının yeni bir şansı olarak selâmlıyorum..
3.5/5
Yönetmen: Ali Vatansever
Senaryo: Ali Vatansever
Tür: Komedi, dram
Oyuncular: Cansu Dere, Sarp Akkaya, Baran Akbulut
Oyuncular: Cansu Dere, Sarp Akkaya, Baran Akbulut
Yapım: Türkiye, 2012