Birinci Gün İçin Buradan
Kentin tek beş yıldızlı oteli olan Anitta Hotel'in çok konforlu odasının pek rahat yatağından sabahın köründe kalkmak epeyi zor oldu ama başka çarem de yoktu..
Zira, saat sekizde Osmancık ilçesine
hareket etmemiz program icabıydı..
Pirinç diyarı bu şirin beldeye
yapacağımız ziyaretin sebebi, Kızılırmak kenarındaki
tesislerde edeceğimiz 'yöresel kahvaltı'ydı..
Kızılırmak üzerinde inşa
edilmiş olan Osmanlı eseri Koyun Baba Köprüsü ve
ırmağın diğer tarafındaki yalçın bir kaya üzerinde
yer alan, çok eskilerden kalma Kandiber Kalesi manzaralı
tesislerde neler yediniz diye soracak olursanız; yemek adlarını
'öldür allah' aklında tutamayan bir 'Sonradan Gurme'
olarak ben de 'neler yemedik ki' derim çaresizce..
Ancak buradaki dostlar kusura bakmasınlar ama, ertesi sabah Çorum'daki Katipler Konağı'nda karşılaştığım mükellef kahvaltı sofrasının yanında biraz sönük kaldılar..
Ancak buradaki dostlar kusura bakmasınlar ama, ertesi sabah Çorum'daki Katipler Konağı'nda karşılaştığım mükellef kahvaltı sofrasının yanında biraz sönük kaldılar..
Bu da onların şanssızlığıydı
aslında..
'Üçüncü gün'
yazımda bu konuya yine değinirim elbette..
Ancak ben ömrümde böyle
bir kahvaltı etmedim arkadaş!
Hatta, ölünce doğrudan
gideceğime emin olduğum Cennet-i Ala'da bile bu kapsamda bir
kahvaltı sofrasıyla karşılaşacağımı hiç sanmıyorum..
Gazeteci ve yazarların yanı sıra,
konuyla ilgili akademisyenlerin, turizm acentesi temsilcilerinin de
aralarında bulunduğu gezi kafilemiz karnını -çok şükür-
doyurmuş; yemekleri, kaleyi, köprüyü ve bizzat
kendilerini, sağdan soldan fotoğrafladıktan sonra da yeniden yola
koyulmuştuk..
(O değil de, olağanüstü ve
esrarlı bi güzelliğe sahip bir kadın gazeteci arkadaşımızın,
Koyun Baba Köprüsü'nün biraz uzağına gerilmiş
asma köprüde verdiği pozları gören Osmancıklılar,
“Valla uzun zamandır geçmedi böyle bir güzel şu
köprümüzden” demek ihtiyacı hissettiler.. Ki bunu burada
zikretmeden geçemezdim.)
Hedef, Osmancık'ın kuzeyinde yer alan
ve yine Çorum'un bir ilçesi olan Kargı'yı çevreleyen
yaylalardı..
Ve ben çok heyecanlıydım;
çünkü, yemek yemekten sonra özümün en
çok sevdiği eylem türü olan yürüyüş,
beni bekliyordu..
Doğanın bağrında yapılacak bu
yürüyüşün parkuru, Tepelice-Hacıveliler köyleri
arasında olacaktı..
Dağları, bayırları, kırları,
vadileri, dereleri aşarak yapılan, zevkli olduğu kadar epey yorucu
da olan bu yürüyüşün tek tatsız tarafı,
gazeteci nisa'lardan oluşan o malum tayfaydı..
Yok canım.. Öyle birlik olup da, habire
içtikleri sigaraların dumanını hep beraber ve aynı anda suratıma
üflemediler..
Daha beteri, hayatta tanışmadıkları, ama
beyinlerinde dev boyutlara ulaştırdıkları o minnacık
hayvancıkların, soylu kanlarına sulandıklarından gayet emin
olarak, attıkları her adımda 'Ay kenedir bu.. kene kene!'
nidalarıyla, ne kendilerine rahat verdiler, ne bana, ne de etraflarına..
Değil kene, bir sineğe bile
rastlamadan tamamladığımız parkurun sonunda hep beraber
doluştuğumuz araçlarla Kargı Tatil Köyü'ne
yollandık..
Tatil köyü dendiğinde, illa
Akdeniz kıyısındaki genişçe bir alanda hep birlikte yiyip
içen, havuza, denize giren, akşamları animasyon seyreden,
ahalisi de genel olarak Rus ve Almanlardan oluşan bir hengâme
aklına gelen biri olarak burayı biraz yadırgadım tabii..
Arkasını dağa ve ormana vermiş bir
ana bina ve tek katlı tahta evlerden oluşan bu asude tesiste bizi
Kargı'ya has Sırık Kebabı bekliyordu..
Adı üstünde, boylu boyunca
sırığa geçirilmiş zavallı kuzuyu -bir de utanmadan-
ateşte çevirerek nar gibi kızartmaktan ibaret bu yemekten
pek bi şey anlayamadık valla..
Oldukça kalabalık misafir
grubunda servis sırası bize geldiğinde, artık donmuş olan
yağlara bulanmış et parçalarını kemirmeye çalışmak
pek de hoş değildi doğrusu..
Oldukça ıssız görünümlü
bu tesis, bunca kalabalığa hizmet verebilecek şartlara sahip
değildi sanırım..
Olsun, zaten pek de acıkmamıştık;
biraz salata, biraz da karpuzla öğle yemeğini savdık..
Yeniden yola koyulduğumuzda
varacağımız yer bir şelaleydi..
Tıpkı bencileyin, mütevazı bir
'şelalecik' olan Kızılcaoluk Şelalesi'ni de gördükten
sonra -başımız göğe ermiş bir şekilde- Çorum'a
dönüşe geçtik..
Anitta otelinin restoranında
verileceği duyurulan Çorum Beşlisi, akşamın sürpriziydi..
İlk duyduğumda, klâsik müzik
icra eden bir Bakır Üflemeli Çalgılar Beşlisi hayal
etmiştim; ama kıvrak zekam sayesinde, bunun bir araya gelerek grup
kuran yemeklerden oluştuğunu fark etmekte gecikmedim..
Düğün çorbası, et
yemeği, pilav, su böreği ve baklavadan oluşan bu kentet,
Çorum'un düğünlerinde taam edilen geleneksel bir
ikram şekliymiş..
Çorum beşlisi tarafımızca
sıfırlandıktan, sahnedeki ikilinin müzikleri dinlendikten
sonra, oynak müziğe dayanamayan bayan gazetecilerin topluca
piste fırlamasıyla ben de odama kaçtım..
Çünkü, dans etmeyi
bilmediği halde pistte debelenen insanlar manzarası kadar özümü
örseleyen başka bir şey yoktur..