Piscine
Molitor Patel, Hindistan'ın, bi ara Fransa'ya ait olmuş bir
bölgesinde, hayvanat bahçesi işleten babası, annesi ve
ağbisiyle ve de binbir çeşit hayvanla birlikte yaşayan, her
şeye fazlasıyla meraklı, ilginç bir çocuktur..
Fransa’daki
bir yüzme havuzundan gelen komik ismi nedeniyle, okulunda ve
arkadaşları arasında -'pissing' anlamında çağrılarak-
sürekli alay konusu olan oğlan, aklına gelen parlak bir
fikirle, canına tak eden bu sorundan kurtulmasını bilir..
Sonsuza
kadar uzayıp gitmesiyle meşhur 'Pi sayısı' hakkında kendisini
öylesine uzman bir hale getirir ki bundan sonra adı artık Pi
olarak değişir..
Ergenliğe
doğru doludizgin yürüyen kahramanımızın ilgi alanının
neredeyse tamamı, din'ler ve dinlerin, aralarında asla paylaşmaya
yanaşmadıkları, o tanrı denen kavramla dolmaya başlamıştır..
Sonunda,
her dinden dindarın itirazlarına karşın, üç dini de
kendisine yakın bularak, belki de dünyanın en sağlam itikatlı
mümini olur..
Herkes
tek din ve tek tanrıyla başa çıkamazken, her üç
dinin ibadetleri ve -Hinduizm'in sürüsüne bereket
tanrılarını da eklersek- saymakla bitmeyecek adetteki tanrısıyla
uğraşmaktan zamanın nasıl geçtiğini anlayamayan Pi Patel
(Suraj Sharma), bir de bakar ki yeni yetme bir genç haline
gelmiştir..
Ve
haberler hiç de iyi değildir: Hayvanat bahçesini
ayakta tutan belediye yardımının kesilmesi üzerine babasının
aldığı karar, hepsinin hayatını değiştirmeye yetecek kadar
önemli ve radikaldir!.
Hayvanat
bahçesi kapatılır, ailecek Kanada'ya yerleşmek, hayvanları
da satmak üzere bir Japon kargo gemisiyle yola çıkılır..
Ne
yazık ki evdeki hesap okyanusa uymayacak, çok güçlü
bir tayfuna yakalanan gemi, içindeki insanı, hayvanı ve
bütün yüküyle birlikte Pasifik'in azgın sularına
gömülecektir..
Gemi
yolcularından sadece Pi ile bacağı kırık bir zebra, azgın bir
sırtlan, bir orangutan ve Richard Parker adında bir Bengal kaplanı
kurtulmuştur..
Bir
tahlisiye sandalına doluşan, dünyanın bu belki de en ilginç
afetzede topluluğu, şimdi de başka bir yaşam savaşının içine
düşmüştür..
Hadi
diğerleri neyse de, bir sırtlan ile bir kaplanın olduğu bir
sandala sığınmak, Pi için, sonu parçalanarak ölmek
olan bir kâbusun içine yuvarlanmak demektir..
Bu
kâbus bazıları için fazla uzun sürmeyecek ve
sonunda sandal, Pi oğlan ve onun ta hayvanat bahçesinden
hayranlık duyduğu bir Bengal kaplanı olan Richard'a kalacaktır..
Maceranın
bundan sonrası, -bir bütünün iki parçası gibi
duran- bu ikilinin birbirleriyle ve okyanusun, her gün ayrı bir
sürprizle kendini gösteren olağanüstü 'güzel'
ve de dehşetli tehlikeleriyle yüklü, yüzlerce günden
ibarettir..
Bu
görkemli macerayı, artık orta yaşa ulaşmış Pi Patel
(Irrfan Khan)'in ağzından, hayatını kitaplaştırmak üzre
kendisiyle buluşan bir yazarla olan sohbetinde dinleriz..
Bu
durumda Pi'nin bu tehlikeli maceradan sağ salim çıktığı
baştan beri bellidir; ancak, mevcut durum o denli inanılmaz bir
olağanüstülük taşımaktadır ki bu kurtuluşun nasıl
gerçekleştiğini merak etmemek imkânsızdır..
Adeta
inanç bolluğu içinde yüzdüğünü
bildiğimiz Pi, pek de inançlı görünmeyen bu
yazarı, anlatacaklarıyla imana getirmenin arzusuyla ya da bir
kâfiri diniyle tanıştıran bir misyonerin tuhaf iştahıyla,
anlatır da anlatır..
Zaten,
öyküye sokuşturulmaya çalışılan bu inanç
tüccarlığı ya da iman reklamcılığı, filmimizi
zayıflatmaya uğraşan tek unsur..
Allahtan
yapımın genel duruşu ve sanatsal özü o kadar görkemli
ki, bu durumun olumsuz etkisi onu pek de yaralayamıyor..
Bu
öykü, insanın varoluşunu ve onun temelinde yatan hayatta
kalma dürtüsünün gücünü, mükemmel
kurgulanmış bir 'alegorik anlatım'la gerçekleştiriyor..
Ki
bu alegori, geminin batması ve Pi'nin okyanusa düşmesiyle
birlikte, bir takım ipuclarıyla, seyirciye hissettiriliyor
aslında..
Öte
yandan, bu nispeten kapalı durum, finalde, 'hikayenin ikinci
versiyonu' biçiminde işlenerek, biraz daha açık bir
hale gelecektir..
Filmin
okyanusta geçen 'yaşam mücadelesi' her ne kadar trajik
ve tüyler ürpertici bir heyecan fırtınası biçiminde
ilerliyorsa da bundan önce, yoğun esprilerle güçlendirilmiş
mizahi tarafıyla son derece keyif veren bir başlangıç
bölümü var ki bilhassa onun tadı damağımda kaldı
diyebilirim..
Yönetmen
Ang Lee, Yann Martel’in -benzerine pek rastlanmayacak özgünlükte
'sıradışı' bir konuya sahip- romanından uyarlanan bu filminde,
3D başta olmak üzere, sinemanın şimdiye kadar ulaşabildiği
görsellik tekniğini de zorlayarak, her haliyle zirvede gezinen,
olağanüstü bir iş çıkarmış..
4.5 /5
Life of Pi / Pi’nin Yaşamı
Yönetmen:
Ang Lee
Senaryo:
David Magee, Yann Martel
Tür:
Dram, macera
Oyuncular:
Suraj Sharma, Irrfan Khan, Adil Hussain
Yapım:
ABD-Çin, 2012, 127'
"Adeta inanç bolluğu içinde yüzdüğünü bildiğimiz Pi, pek de inançlı görünmeyen bu yazarı, anlatacaklarıyla imana getirmenin arzusuyla ya da bir kâfiri diniyle tanıştıran bir misyonerin tuhaf iştahıyla, anlatır da anlatır.."
YanıtlaSil"Zaten, öyküye sokuşturulmaya çalışılan bu inanç tüccarlığı ya da iman reklamcılığı, filmimizi zayıflatmaya uğraşan tek unsur.."
Kusura bakmayın ama yorumunuzun bu bölümüne katılamadım, aslında tersine inancın sadece ihtiyaçtan doğduğunu, dinlerin; aslında rasyonel ve korkunç olan gerçeği süslü masallarla gizleyerek hayatımızı ve acılarımızı çekilir kıldığını, seçimin ise acı gerçekler ve canımızı az sıkan masallar arasında olduğunu düşündürdü. Bu sebeple ateist bir film olarak gördüm.