Bir tekstil fabrikasında işçi
olarak çalışan Bahar, on sekizine daha yeni ayak bastığı
bu günlerde -ailesi tarafından- amca oğluyla evlendirilmek
üzredir..
Onun genç kızlık hayallerinin
arasında böyle bir şey olmadığı gibi, hayatının bu en
önemli dönüm noktası hakkında ne düşündüğü
kendisine sorulmamıştır bile..
Her yaptığına karışılan,
babasından, aynı evde yaşayan ağbisi ve yengesinden ayrı ayrı
fırça yiyen Bahar'a neyse ki annesi bir şey dememektedir..
Çünkü, zavallı
kadın (yoksa akıllı mı demeli) kodumu oturtan bu erkek
tahakkümüne karşı daha evlendiği gün konuşmamayı
seçmiş, onlarca yıl boyunca da ağzından tek laf
çıkmamıştır..
Büyüklerinin sözünü
dinlemeyen, kaderine razı olmayan kızımızın başına -adet
olduğu üzre- en kötüsü gelecek, ırz düşmanı
bir pisliğin tecavüzüne uğrayacaktır..
Böylece, kendisine tek seçenek bırakılmış Bahar -yine adet olduğu üzre- evden kaçacaktır..
Böylece, kendisine tek seçenek bırakılmış Bahar -yine adet olduğu üzre- evden kaçacaktır..
Son olarak da sıra, töre hazretlerinin
ölüm fermanına gelmiştir..
Hatta kendisi öyle bi dolmuş ki ondan sonra piyasaya çıktığı halde sinemada alıp yürümüş Mahsun Kırmızıgül'den sosyal sorumluluk bayrağını kaptığı gibi -Kürt sorunu hariç- değinilmedik hiçbir sosyal mesele de bırakmamış..
Çocuk doğuramamanın ezikliğini
yaşamak, kadını yok sayıp, baskı ve şiddet uygulamak,
geleneklerden kaçarken töreye tutulmak, töreden
kaçarken tecavüze uğramak, tecavüze uğrayınca da
ölüme mahkum olmak, bildim bileli ülke gündemini
oluşturan bu sosyal meselelerden bazılarıdır..
Kadına karşı baskı ve zulmü
protesto eden, hatta gösterime girmek için 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü'nü bekleyen filmin -son tahlilde-
vardığı nokta, tuhaf bir biçimde çelişkilidir..
Erkeklerin hatalı olduğunu -lütfen- kabul eder ama sonuçta, ailenin namusunu kirleten kız layığını bulur, annelik görevini yapmayarak, oğlunu sevgiyle yetiştirmeyen ve kocasına karılık görevini yapmaktan kaçınan Anne de bi güzel suçlanır..
Senaryonun, değişik kahramanları öne
çıkararak, aynı öyküye dört farklı
açılardan bakmasıyla oluşturulan kurguya, filmin tek merak
uyandıran tarafı diyebiliriz..
Ama bu sadece teoride böyle
oluyor, pratikte ise -neredeyse- aynı filmi 'sil baştan' dört
kere daha izlemiş gibi oluyoruz..
'Keşke böyle bir numaraya hiç
girişmese, film de daha katlanabilir şartlara gelse' demek
isterdim; ancak aklıma hemen, 'keşke film yapmaya hiç
girişmeseymiş' temennisi geliyor ve susuyorum..
İçinde Hülya Avşar'ın da bulunduğu, ünlü kadınları makyajla dayak yemiş kadına çeviren projenin sakatlığını öne süren görüşlerin haklılığını burada resmen görüyoruz..
Bir gün önce feci şekilde
dövdüğü karısının perişan vaziyetteki yüzünü
gece yatakta gören kocanın bu görüntüden tahrik
olarak sevişmeye girişme sahnesini, Emrah Bey'in müthiş bir
öngörüsü olarak kabul ediyor ve kendisini bu
tespiti için ayrıca kutluyorum..
Her haliyle demode kılıklı bir film
olan Gelmeyen Bahar, eski Yeşilçam melodramının
melodilerini çığırırken, bir 'reality show' efsanesi olan
'Gerçek Kesit' estetiğinin sinema temsilciliğini de
üstlenmiş gibidir..
Kendisine film değil, adeta 135
dakikalık bir 'sabır tespit sınavı' denilse yeridir valla..
Yönetmen: Emrah Erdoğan
Senaryo: Emrah Erdoğan, Tarkan Ateşmen
Tür: Dram
Oyuncular: Orhan Alkaya, Beyza Şekerci,
Hasan Küçükçetin
Yapım: Türkiye, 2013
2 /10
2 /10