Elalem
her gün, hemen her haberden bir köşe yazısı çıkarıp
güzelce döşenirken; bendeniz, aydan aya şuracığa
yazacak bir konu bulabilmek uğruna neredeyse kurdeşen dökücem
yahu!.
Kendime yazı konusu beğendirmek, Hıncal Uluç'a
teknik direktör beğendirmekten bile zor hale geldi
diyebilirim..
İşte tam da böylesine bir umutsuzluk içindeyken,
kırk yıllık sevdam olan sinema, imdadıma yetişir.. Yok
korkmayın, zaten her zaman, her yerde yaptığımı burada da
yaparak, film eleştirisi falan yapmaya kalkışmıycam..
Sinemada ya
da evde film izlerken, izledikten sonra, hatta üzerine
düşünürken aklıma takılanların bir kısmını
şöyle bir sıralamaktır niyetim..
Bilirsiniz,
ecnebi filmlerin -miktarı değişkenlik gösterse de- hemen
hepsinde küfrün bini bir paradır..
Öyle ki bazı
filmlerin diyaloglarından 'Fuck' sözcüklerini ayıracak
olursanız geriye pek de bir şey kalmayacağı, hatta sessiz film
kategorisine dahi sokulabileceği rivayet edilir ki katılırım
valla..
Hal böyleyken, sıra bizim filmlere geldiğinde,
bazılarında bir hassasiyet, bir masumiyet, bir RTÜK'leşme
çabası ayyuka çıkar ki sormayın gitsin..
Sütten
çıkmış bu ak kaşıklar, üstelik bir de festivallerde,
film galalarında falan yönetmenlerden bu konuda hesap sormaya
kalkışmazlar mı pes yani..
Son Adana Festivali'nde, Araf'ın
yönetmeni Yeşim Ustaoğlu’nu, çok fazla argo kelime
kullanmışsın diye eleştirmişlerdi..
2011 yılında da aynı
festivalde adamın biri çıkıp, sahnede soruları yanıtlayan
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi'nin yönetmeni
Onur Ünlü'ye, filminde çok küfür var diye
çemkirmişti..
Evet, bence de "Fesüphanallah!"..
Tamam,
film falan yapacak halim yok belki ama, diyelim ki oldu öyle bir
şey; yemin ediyorum, sırf bu nedenle ve kesinlikle o sahneye çıkmam
ağbi..
Çıkar ve öyle bir durumda kalırsam, direkt
olarak o densizin yüzüne karşı -hem de- en ağır küfrümü
ederim, ki görür işte o zaman küfür nasıl
oluyormuş.. Baktım ki yine de içim ferahlamadı, bu kez de
uçan tekmeyle ağzına burnuna girişirim.. (Mafya
babalığımdan da eski tarihlere uzanan Usta Ninja'lığımı
biliyor olmalısınız).
Başka
bir yerde daha yazmışımdır ama yine de kısaca tekrarlayacak
olursam: Küfür, eğer uğranılan haksızlığa,
adaletsizliğe karşılık insanın elinden hiçbir şey
gelememesinin bir tezahürü ya da kuşatılmışlığın,
çaresizliğin bir haykırışıysa, bundan daha doğal bir
'insani tepki' düşünemiyorum ben.. Tamam, rahatsız edici
bir şey -bâzıları için fazlasıyla rahatsız edici-
ama öte yandan, tamamen de insani..
En azından, bizim bazı
filmlerimizde de edilen küfürlere bu açıdan bakar
ve sarf edildiği o anları gözümüzün önüne
getirebilirsek, ne demek istediğim daha da iyi anlaşılacak, bu
husus da bu kadar büyütülmeyecektir..
Öte
yandan, filmlere böyle bir eleştiriyle yaklaşanlar kusura
bakmasınlar ama, ya bu ülkede yaşamıyorlar ya da bildiğiniz,
su katılmamış koyulukta birer salaklar!.
Sağır mısın sen
kardeşim!.
Yoksa hayatında hiç mi sokağa çıkmadın?.
Çıkıyorsan eğer, yanından konuşarak geçen
adamların yüzde doksanının, her cümlesinin sonuna nokta
yerine, 'mına koyim' koyduğunu da mı duymuyorsun?. Hal böyleyken,
sen ne kadar da boş konuşuyorsun?.
Bu ülkede bir 'spor'
gazetesinin adı bile 'AMK' yahu!.
Yok o öyle sandığımız
gibi değilmiş; 'Açık Mert Korkusuz' demekmiş..
Hadi
oradan, deyyus!.
Arkadaşlar,
az önce ağzımı bozduğum için sizlerden özür
diliyor ve bir başka sinemasal konuya geçiyorum..
Bilmem size
de olur mu?.
Uzun süreli konuşmasız sahneler ihtiva eden
filmleri izlerken, en son söylenen replik, devam eden sessiz ve
uzun dakikalar boyunca, kulaklarımda çınlayıp durur..
Bu
'tuhaf' durum sadece benim yaşadığım bir hadise değildir
inşallah..
Aksi durumda, bu yazdıklarımın hiç bi anlamı
olmayacak..
Diyelim
ki filmin bir sekansında takside giden bir adam, uzun zamandır deli
gibi aradığı, ama bir türlü ulaşamadığı sevdiceğini
kaldırımda yürürken görmüştür..
Adam
hemen taksiyi durdurtur, aceleyle ücreti ödedikten sonra da
kendini dışarı atar ve kapıyı, çok sert bi şekilde
kapatır..
Bu hareketi, kendisine edilmiş bir küfür gibi
algılayan ve haliyle de çok sinirlenen şoför bey, adama
teşekkür edecek değil ya; "Yavaş ulan ibne!" diye,
arkasından bağırır..
Ve kamera, aylar sonra yeniden buluşan
adamla kıza yaklaşır..
Onların -hiç konuşmadan- uzun uzun
bakışmaları, sonra yine ağır çekimde birbirlerine
sarılarak, ihtirasla öpüşmeleri sırasında bile hep aynı
lâf, adeta loop'a alınmış bir fon müziği gibi
kulaklarımda yankılanıp duracaktır: Yavaş ulan ibne!. Yavaş
ulan ibne!.
(İşbu yazı, 'kültür mafyası dergisi'nin Şubat 2013 tarihli sayısında yayınlanmıştır)