Salgından etkilenen insanlar ya
ölmekte ya da yaşayan ölülere dönüşmektedir..
Sayıları az da olsa -insan olarak-
hayatta kalanlar, yüksek duvarlarla çevrili bir bölgede
-askeri de dahil- her türlü önlemlerini almış
vaziyette beklemektedirler..
Giderek çoğalan zombileri ve
onlardan bin beter yaratıklar olan -zombiliğin son mertebesi!-
'iskelet'leri kaygıyla izleyen bu insanlar, gençlerden
kurdukları avcı birlikleriyle onları yuvalarında bulup yok etmeye
çalışmaktadır..
Bu gençlerden biri de Komutan
Grigio (John Malkovich)'nun güzel kızı Julie (Teresa
Palmer)'dir..
Havaalanı bölgesinde çıktıkları
son 'av'da sevgilisini kaybeden, ama yakışıklı bir zombinin
kalbini çalan Julie için asıl macera şimdi
başlamaktadır..
Kendisini yok etmeye çalışan
bu kızı yiyip karnını doyuracağına -bir görüşte-
aşık olan ve onu diğer zombilerden koruyarak, pistte duran bir
uçaktan ibaret evine götüren R (Nicholas Hoult)
-sizden enteresan olmasın- çok enteresan bir zombidir..
Birazcık pis görünüp
koksa da- oldukça yakışıklı bir genç olan bu
yaşayan ölü, bulunduğu tuhaf durumu irdeleyip, zombilik
üzerine -alaycı bir biçimde- düşünebilen,
sadece baş harfini hatırladığı adı gibi, eskiye dair
unuttuklarını anımsamaya çalışan, tek samimi arkadaşıyla
birlikte barda oturup hırıldayan, hatta plaktan müzik
dinleyerek hayallere dalan biridir..
Bizim gibi insan olsa, bir kıza aşık olmak onu daha da beter ederek, iyice zombileştirecektir belki ama, kendisi bir zombi olduğundan bu durumdan olumlu bir biçimde etkilenerek, yeniden 'insanlaşma belirtileri' gösterir: Donmuş kalbi çalışmaya, damarlarında sıcak kan dolaşmaya başlar..
Tüm zombilerin bu şekilde
iyileşmeleri mümkün müdür acaba..
Bundan önceki filmi 50/50 (2011)
ile güzel bir iş ortaya koyan yönetmen Jonathan Levine,
Isaac Marion'un bir romanından senaryolaştırdığı bu filmle de
istikrarını sürdürüyor..
Sahip olduğu 'korku' türüne ve içerdiği birbirinden iğrenç zombilere karşın, kulağımıza 'All you need is love' şarkısını mırıldanırken, 'Aşk her şeye kadirdir' mottosunu da fısıldayan bu -her şeyden önce- 'sempatik' filmi sevmemek ne mümkün!.
Başından itibaren 'zombili filmler'in
tüm klişeleriyle kafa bulan, mizahı gerçekten mükemmel
bir metinle başlayıp da ilerleyen film, olaylar gelişmeye, eldeki
böylesi malzeme de hafiften tükenmeye başladığında
-doğal olarak- bu özellik biraz tavsıyor gibi..
Zaten o sıralarda da öykü,
daha çok 'aşk ve kavuşmak' üzerine yoğunlaşarak,
hafiften 'ciddileşme' eğilimi gösteriyor..
Çok işlenen ve sadece bir korku unsuru olarak kullanılan 'İnsan-Zombi' ilişkisine -mizah ağırlıklı da olsa- 'öteki' tarafından bakabilmesi, kuşkusuz ki filmin değerini arttıran bir husus..
Öte yandan, zombi de olsa bir
ölüyü diriltiyor olması, filmin kadınlara önemli
bir jesti olarak gösterilebilir tabii..
Ancak bunu yaparken, zavallı erkek
zombinin -tıpkı normal erkeklerde de olduğu gibi- çabalarını
gözden kaçırmayarak takdir edelim lütfen..
Bu arada, başarılı oyunculuğu
kadar, sempatik görünümüyle de Nicholas Hoult'ın
filme katkısı büyük..
Genelde hit parçalardan oluşan
leziz soundtrack'ini konusuna güzelce yediren, korkudan
aksiyona, romantizmden dehşete kadar, değindiği hiçbir türü
istismar etmeyen bu gayet 'samimi' filmi ben sevdim, siz de sevin..
Yönetmen: Jonathan Levine
Senaryo: Jonathan Levine, Isaac Marion
(kitap)
Tür: Komedi, korku, duygusal
Oyuncular: Nicholas Hoult, Teresa
Palmer, John Malkovich
Yapım: ABD, 2013, 98'
7 /10