Hatta adamdan da öte, adeta
göklerden bu kasabaya armağan olsun diye indirilmiş, pek
neşeli, pek güzel sesli, tombul bir melektir o..
Böyle birinin cinayet
işleyebileceği hiç aklınıza gelir mi?.
Eğer karşınızda sizi adeta buna
teşvik eden 'cadaloz' bir kadın varsa, bu mümkün bence..
Kendimden biliyorum..
Bernie'nin cadalozu da, çok zengin kocası daha yeni ölen, dul bayan Marjorie Nugent (Shirley MacLaine) olur..
Kahramanımız -her kocası ölen kadına yaptığı gibi- ona da saygılı bir yakınlık göstermiş ama bu huysuz kadın -bencileyin- hassas ruhlu biri olan dostumuzu fena terslemiştir..
Bernie, elbette bundan yılmayacak,
ısrarlı dostluk girişimlerinin karşılığını görerek, tüm
kasabalının kendisinden nefret ettiği Marjorie ile şahane bir
arkadaşlık kuracaktır..
Aynı evde kalmaya başlayan bu ikili,
her yere birlikte gitmekte hatta dünya turlarına bile
çıkmaktadırlar..
Bernie, artık bu kadının tek dostu,
şoförü, uşağı, her şeyi durumuna gelmiştir..
Aman sakın yanlış anlaşılmasın, aralarında cinsellik anlamında hiçbir hareketlenme yoktur..
Cinsellik de ne demek!.
Hem dedim ya, adam değil ki bir
melektir o, melek..
Ancak, bunca samimiyet, yakınlık
sonunda sahiplenmeyi de beraberinde getirecek, bu muhteris kadının
giderek artan bencilce istekleri, baskıları ve kısıtlamalarıyla
bunalan dostumuz, bir 'Armadillo tüfeği'ni kaptığı gibi onu
öldürecek; cesetini de, ilerde gerçekleşecek güzel
bir cenaze töreniyle toprağa vermek üzre -şimdilik- bir
derin dondurucuya koyacaktır..
Yönetmen Richard Linklater, daha
önce -şahane bir müzikal komedi olan- The School of Rock
(2003)’ta beraber çalıştığı Jack Black ile yeniden bir
araya geliyor..
Onun kadar iyi olmasa da, gerçek
bir hayat öyküsünden uyarlanarak, belgeselle kurmacayı
gayet başarılı bir biçimde buluşturan bu film de baştan
sona devam eden bir merak hissiyle ve zevkle izleniyor..
Gayet 'özel' bir suç dramını, sululuktan uzak, düzeyli bir komediyle yumuşatarak sunan filmi, -beklendiği üzre- Jack Black alıp götürürken, efsane oyuncu Shirley MacLaine'in ona eşliği de elbette kusursuz..
Film, her şey olup bittikten sonra,
kasaba sakinleriyle -konuyla ilgili- yapılan 'belgeselvari'
röportajları, belli aralıklarla görüntüye
getirerek ilerliyor..
Bu çekimlerin, şu hayatta
başlarına gelen -belki de- en güzel şey olan Bernie'yi asla
unutmayan 'gerçek' kasabalılarla oluşturulması ve finalde,
gerçek Bernie ve Marjorie'nin gerçek görüntülerine
de yer verilmesi, filmin güzel özelliklerinden..
Röportajların film boyunca sürmesi ve sekans aralarına girerek, seyirciyi kurmacadan koparan bir etki yapması, benim de canımı biraz sıktı; ama daha sonra düşünüp, bunun kurgudan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu fark edince, şimdi bu hususa daha hoşgörülü bakıyorum..
Katil ve maktulun belirgin
özellikleriyle, daha da bi tartışılır durum arz eden 'suç
ve ceza' üzerine düşünme ihtiyacı
hissettiren film, insanın zihninde bir 'ikilem' de yaratıyor..
Hayatını bir melek misali sürdüren bir adam, saniyelik bir akıl tutulmasıyla işlediği bir suçtan ötürü böylesine ağır bir cezayı hak ediyor mu?.
Hayatını bir melek misali sürdüren bir adam, saniyelik bir akıl tutulmasıyla işlediği bir suçtan ötürü böylesine ağır bir cezayı hak ediyor mu?.
Hem de öldürülmeyi
mükemmel bir şekilde hak eden -kardeşi, oğlu ve torunları
dahil- herkesin nefretle bahsettiği bir kadını öldürdü
diye..
Adaletin pek de adil bir şey
olmadığını kabul etmek zorundayız sanırım..
Bernie / Bernie'nin Suçu Ne?
Yönetmen: Richard Linklater
Senaryo: Skip Hollandsworth
Tür: Dram, Suç, Komedi
Oyuncular: Jack Black, Shirley
MacLaine, Matthew McConaughey
Yapım: ABD, 2011, 99'
3.5 / 5