İki hafta önce kadar, bir basın
gösterimi sonrası Taksim Gezi Parkı'na uğradığımızda,
iki-üç gündür devam eden 'çevreci' ve
'küçük çaplı' bir protestonun büyüyerek
-büyümek ne kelime- devleşerek bu hale geleceğini hayâl
bile edemezdim elbet..
Demokrasiden, özgürlükten
ve doğadan yana taraf olarak burada toplanmış, kurdukları küçük
çadırlarda kalarak 'ağaç nöbeti' tutan,
kendilerine yönelik muhtelif saldırılara da direnmeyi başarmış
bu 'güzel' gruba destek olmaktı amacımız..
Ama sonra onları orada bırakarak
-rahat yataklarımızda uyumak üzre- çekip gittik.. ki
ertesi gün sabaha karşı, o güzelim insanlara gazlı
dayaklı, alabildiğine kalleşçe bir müdahale yapıldı;
çadırları, eşyaları ateşe verilerek yakıldı..
Neden?!.
Neden olacak: Onlar orada olduğu
sürece kolayca çalışamayacaklar, ağaçları
doğrayıp, onlarca yılın parkını dümdüz ederek, üstüne
de bir 'tarihi bokçu kışlası' yapamayacaklardı..
Nasıl olsa üç beş
marjinal.. üstesinde gelmek hem kolay olacak, hem de kafalarını
-bi güzel- ezdiklerinde fazla ses de çıkmayacaktı..
Cücük kadar beyinlerinde
kurdukları bu hesap Gezi'de tersine döndü; aniden açılan
toplumsal şemsiye, nazik bi taraflarına girdikten sonra -her türlü
fizik kurallarına aykırı davranarak- bir anda açılıverdi..
Ve parkta mukim o üç beş
marjinal, bir anda dağ gibi büyüyerek, üç beş
yüz bin çapulcuya evrildi..
Hadi bakalım İrecep Efendi, gücün
yetiyorsa eğer, çıkar şimdi önce o şemsiyeyi oradan,
sonra da boşalt -eskisinden çok daha kararlı- insanlarla
dolan şu meydanı..
Bugünlerde canım hiç yazı
yazmak istemiyor
Durum bu olunca, hemen herkes gibi
benim de mutat alışkanlıklarım değişti bugünlerde tabii..
Hem de öyle ki.. kendime
yabancılaşarak kendi kendimi yadırgamaya dahi başladım..
Eskisi gibi aynı sıklıkta film
izlememeye, sinema yazısı falan yazmamaya başladım..
Bir filmi izlemek, hakkında yazmak ve
yazdığını da blogumda falan yayınlamak -bu şartlar dahilinde-
tamamen anlamsız gelmeye başladı..
Bundan hiç hoşlanmadım aslında (yaşantımı etkileyecek büyük değişiklikler, özümü hep rahatsız etmiştir), bu duyguyu yenmek için kendimi zorladım, ama zorladığımla kaldım..
Bundan hiç hoşlanmadım aslında (yaşantımı etkileyecek büyük değişiklikler, özümü hep rahatsız etmiştir), bu duyguyu yenmek için kendimi zorladım, ama zorladığımla kaldım..
N.Ş.A. oldukça soğuk durduğum
Twitter'dan, Facebook'tan kafamı kaldırmamaya yemin etmişcesine
bir faaliyet içine girdim..
Hemen her gün film izlemek için
geçtiğim Avrupa yakasında mekanım, sinemalar değil, Taksim ve çevresi oldu hep..
Tam da bu olaylarla birlike başlayan
Documentarist'in bir kaç gün ertelenmesi, 'belgesel
festivali'nin de varlığıyla oluşacak 'yoğun sinema haftası'
hesaplarımı da boşa çıkardı..
Şimdiye kadar izleyebildiğim sadece
üç adet belgesel, dişimin kovuğuna bile gitmedi..
Ülkenin her yerinde ayyuka çıkan
şiddet hükmünü sürdürürken, bir
salonda sakince film izlemenin vicdanları gıdıklayan o tuhaf
hissini yaşamak da işin cabası oldu..
Zamanında içimize kaçmış
protest mikrop
Sırf gezi parkının yok edilmemesi
için ve son günlerde saldırgan tavrını coşturan dikta
heveslisi iktidara karşı durmak için eylemdeydim..
An itibarıyla da yine aynı yerdeyim..
Bu konuda aklıma her geleni
paylaşmakta en büyük yardımcım, Twitter ve Facebook oldu
elbette..
Polisin göz yaşartıcı, gırtlak
yakıcı pis gazına -hem de çok yoğun bir biçimde-
maruz kaldığım kadar, başka gazlara da geldiğimi itiraf
etmeliyim..
Bu gazla birlikte kullandığım
militarist dili çok sonra fark ederek, kendime şaştım..
Şaşkınlığımı atlattıktan sonra,
sanki daha aklı başında yazmaya başladım..
Hükumetin resmen akıl
sağlığımızla oynadığının da farkındaydım; ama yine de
kendime sahip çıkmalıydım..
Sonuçta ben hafiften çark
ettim ve eski 'barışçı' kimliğime dönerek, kendime
geldim..
Bunu RTE arkadaşımıza da öneriyorum;
ama, onun çark edecek 'olumlu' bir tarafının olmadığını
fark edince de ürperiyorum..
Ne yalan söyleyeyim, orada burada
yürürken -hadi adlarını zikretmeyeyim, ne de olsa bi süreliğine yoldaşız- bazı 'ulusalcı' parti ve derneklerin
hemen yanı başımda olmasından rahatsız oldum..
Onlar da benden rahatsız olmuş
olabilirler tabii..
Milliyetçiliği sosyalizme
katarak bir 'kutsal alaşım' yaratmaya çalışanların,
bakırı altına çevirmeye kalkışan simyacılardan ne farkı
var ki?.
Mümkün olduğu kadar bu
simyacılardan ve sloganlarından uzak durmaya çalıştım;
ama artık çok geçti -her iki anlamda da- feci gaza
gelmiştim..
Onlarla da olsa durmamalı,
yürümeliydim..
Oysa sırf buna benzer nedenler
yüzünden, böylesi toplumsal eylemlerden -çok
uzun yıllar önce- soğumuş bir adamdım ben..
Benimle birlikte aynı sloganlarla
yürüyen, ancak ciğerlerinin beş para etmediğini de gayet
net bildiğim bir takım adamlarla 'yoldaş' olmanın travması ağır
olmuştur bende..
Hem de toplumculuktan bireyciliğe
'dikey geçiş' yaptıracak kadar..
Demek ki zamanında içimize
kaçmış o 'protest mikrop', bir fırsatını bulduğunda
hemen faaliyete geçmeye hazır bekliyormuş..
Park'ımı rahat bırakın lan
Her gazlı ve TOMA'LI saldırıyla
birlikte insanların hemen hepsi polise ve Tayyip'e, "Orospu
Çocuğu" diye bağırdılar; ama ben bağırmadım..
Çünkü ben o kadınları
birer 'beden emekçisi' olarak görüyor -mesela bir
başbakana duyduğumdan da fazla- saygı değer buluyordum..
Hem böyle yaparak, sevmediğim
kişi ve kurumlara -layık olmadıkları- o saygıyı da
gösteremezdim doğrusu..
"Orospu Çocuğu"na
olduğu gibi, "Şerefine Tayyip" sloganına da hiç
katılmadım..
Birilerini gözümde
canlandırıp, "Hangi şeref?" diye düşündüm
o an ve sustum..
Bu arada Beyefendi Afrika'ya gitti geldi, yine
aynı terane..
Topçu Kışlası da Topçu
Kışlası!.
Bak hemşerim (Bu arada Kasımpaşa'ma
laf edenin karşısına İrecep olur çıkarım, ona göre
ha!).. bak sana hemşerim diyorum..
Sana bu saatten sonra oraya böyle
bi 'Rezillik Anıtı' diktirmez bu halk..
Hiç yapma demiyorum, yap ama
hobi olarak yap..
Bi güzel maketini yap mesela o
kışlacığının, Miniatürk'üne yerleştiriver oyna orada,
oyalan..
Ama bize bulaşma..
Benim için çok değerli
anılarıma, ağaçlara yaptığın gibi balta vurma..
İlk aşkımın elini -heyecandan
titreyerek- ilk kez tuttuğum Park'ımı rahat bırak..
Bana o gün o cesareti veren
Park'ım, şimdi de aynısını orayı dolduran gençlere
veriyor..
Görmüyor musun?!
Kör müsün!?
Son söz
"Bi dakka.. Bütün bu 'iktidar menşeli'
kışkırtmaların amacı yoksa bir darbe ortamı yaratmak olmasın.. Hükumete karşı değil, halkın
diğer yarısına yönelik bir askeri darbeden söz
ediyorum.. Hedef, başkanı RTE olan, polis ve
askerin kayıtsız şartsız destek verdiği -muhalefetsiz- bir
diktatörlük.."
Gönderdiğim tweet'lerden birinde
bunları söylemiştim..
Sonra da bi durup, "Lan amma da
hayal gücü varmış bende, resmen uçmuşum"
deyu, kendime söylenmiştim..
Bir iki gün sonra gördüm
ki ben hiç de uçmamış, adeta geleceği görmüşüm..
'Başbakan'ın jöleli yağdanlığı'
olarak ününe ün katmış Yiğit Bulut'un, Türk
subaylarına yalvardığı o yazıyı okudunuz mu allasen?!
Bugün, “Sivil-asker el ele
verelim, gerçek düşmanlarımıza karşı duralım”
diyen bir zihniyetten, yarın, “Ordu-millet el ele, haydi Taksim'i
ezmeye” sloganını duymak, hiç de sürpriz olmaz
bence..