21.7.13

Before Midnight :: Halâ orada.. orada.. orada.. Gitti..


Sarışın Fransız fıstığı Celine (Julie Delpy) ile yakışıklı Amerikalı oğlan Jesse (Ethan Hawke)'in, bundan on dokuz yıl önce Viyana'da tanışıp kaynaştıklarını, sonra da -birbirlerinin telefonlarını bile almadan- ayrıldıklarını, artık tam bir seriye dönen bu yapımın ilk bölümü olan Before Sunrise (1995)'dan hatırlıyoruz..

Seyirci olarak, Before Sunset (2004) ile sevimli ikilimize yeniden kavuştuğumuzda, onlar da birbirlerini Paris'te bulmuşlardı..

Jesse, evli, çocuklu ve 'mutsuz' bir ünlü yazar; Celine de bekâr, çocuksuz ve 'mutsuz' bir kadın olarak kendi hayat mücadelelerini sürdürürlermiş meğer..

Bir film süresi boyunca -her zamanki gibi- yine konudan konuya, mekandan mekana geçerek sohbetlerini sürdürürler..

Sonra da bi bakarlar ki eski aşklarının ateşi canlanmış, dumanı da yeniden tütmeye başlamıştır..


Yine bir 'bilinemez' vaziyette final yapan ikinci filmden dokuz yıl sonra gelen bu son bölümün başında, kahramanımız Jesse'i mutsuz evliliğinin meyvası olan oğlunu, tatil için bulundukları Yunanistan'dan ABD'ye yolcu ederken görürüz..

Havaalanının otoparkına dönen Jesse'nin arabasında Celine'i görmek, önemli bir sürprizdir bizim için..
Arabanın arka koltuğunda -ikilinin ortak üretimi- ikiz kız çocuklarıyla karşılaşmak da başka güzel bir sürpriz..


Evli olmasalar da birlikte yaşayarak, bir nevi 'evli çift' portresi çizen kahramanlarımızın 'mutluluk saçan' tatil görüntülerinin gerisinde pusuya yatmış bazı meselelerin, ayyuka çıkmak için fırsat kolladığını anladığımızda şaşırır mıyız peki?.
Olur da bu soru bana sorulursa eğer, cevabım -hiç düşünmeden- gayet nettir: Elbette ki hayır!.

Bırakalım kötü demeyi, 'vasat' olarak nitelendirebileceğim tek bir filmini dahi hatırlamadığım yönetmen Richard Linklater'in, üzerine 'incecik' bir mizah tabakası serpmeyi asla ihmâl etmediği bu romantik ve dramatik serinin tadı da bi başka güzel canım..

yönetmen ve oyuncuları

'Biçimde yine bi değişiklik yok; yönetmenin yanı sıra iki başrol oyuncusunun da katkı verdiği, başta aşk olmak üzere, kadın-erkek ilişkisinin her yönüne takılan, ayrıca -dinden siyasete kadar- yaşam üzerine hemen her konuda fikir beyan eder diyaloglardan oluşan 'geveze' bir senaryo ve pek de doğru dürüst bir 'olay'ın gerçekleşmediği bu senaryoya dayanarak da, umulmadık akıcılıkta ilerleyen bir film..

Kadın-erkek ilişkisinde -baştan beri- taraf tutmamaya özen gösteren seri, yaptığı isabetli tespitlerle de insanlara -kendileri hakkında- hatırlatmalarda bulunuyor..
Bunu yaparken de, istediği her durumda sorun çıkarabilen tarafın kadın, alttan alarak durumu düzeltmeye çabalayan tarafın ise her zaman erkek olduğunu gösteriyor..


Öte yandan, finali getiren sekansta da tanık olduğumuz üzre, kadının -adeta zevk alarak- bozduğu olumlu havayı düzeltmenin, aşkı kurtarmanın son hamlesinin erkekten gelmesi karşısında, bu serinin alnına 'gerçekçi' damgasını -gönül rahatlığıyla- vurmak, kaçınılmaz oluyor sayın seyirciler..

Filmin en güzel sahnelerinden biri, birbirlerine kesin olarak kavuşan ve 'evli çift' pozisyonuna bürünen ikilinin, aradan geçen bunca yıldan sonra ilk defa -tıpkı eski günlerdeki gibi- 'havadan sudan' konuşmaya başladıklarını ilk fark ettikleri andı..
Bu da bize gösteriyor ki, söz konusu 'resmi evlilik' olmasa bile, benzeri bir ilişki de aynı belanın başka bir biçimidir; yani bu durum, aşk başta olmak üzere, her insani davranışın ve hemen her güzel şeyin bir numaralı katilidir..


Aşk hemen yanımızda, halâ bizimle olduğunda, içimizdeki güneş henüz batmadığında yani; her şey farklı güzeldir, canlıdır, nedensiz ve hoş bir heyecanla içimiz kıpır kıpırdır..
Güneş tepenin ardına gidip de kaybolduğunda, yani Aşk, gündelik hayatın 'hayvani' gerçeklerine saplandığında, pisliklerine bulanıp da karardığında, halimizin ne olacağı hakkında deneyimi olmayan var mı aramızda acaba?.

Zamanın kadın üzerindeki 'yıpratıcı' etkisinin -erkeğe nazaran- daha acımasız olduğunu, Celine/Julie Delpy özelinde görürüz..
Celine de bunun farkındaymış gibi Jesse'ye, "Beni o trende ilk defa bugün görüyor olsaydın, yine de benimle konuşmaya can atar mıydın? mealinde -umutsuzca- sorar..
Yanıt, "Elbette" dir..
Doğrusu Jesse, hiç de inandırıcı değildir..


Hemen her Yunanistan destekli yapımda olduğu gibi burada da Yunan bağnazlığını arkasına alan film, 'barbar' Türk'e bi güzel geçiriyor..
Neymiş efendim, bin yıllık kilisedeki fresklerin gözlerini Türkler oymuş..

Biz yapmamışızdır demiyorum; her türden tarihi kalıntılardaki 'güncel' tahribatımıza, çıktığımız her gezide tanık olup da nasıl böyle bir iddiada bulunabilirim ki?.
Ama ben diyorum ki, o işi Türkler yapmışsa eğer, öyle sadece gözleri oymakla yetinmez, o resmin tümünü karalar, hatta kiliseyi, komple ortadan kaldırırdı..
O zaman sen de Yorgocuğum, şimdiki gibi turistlerin karşısına geçerek, "Bakın bu da atalarımızın bir başka eseri" diye, gerinerek gösterebileceğin pek bi şey bulamazdın..
Tamam mı canım..


O değil de, "Hawke ve Delpy -şakayla karışık- bu seriyi Amour’daki çift gibi, 80’lerine kadar devam ettirmek istediklerini söylüyorlar" haberi, hiç de şaka gibi durmuyor..
Bence de bu seri -aynı kadroyla- "sonuna" kadar devam etmeli..

Hatta 'güzel' bir teklifim var kendilerine: İlki Avusturya, sonra Fransa, şimdi de Yunanistan olduğuna göre -rica etsem- bir daha ki 'Before' Türkiye'de olabilir mi?.
Buraya ilk geldikleri gün Taksim'e giden ikiliye, TOMA su sıksın mesela..
Kırmızı elbiseli Celine'e yakın mesafeden nişan alan polis, biber gazı püskürtsün..
Sevgilisinin gazla beraber dalgalanan sarı saçlarını gören Jesse'in aşkı yeniden depreşsin..
Hemen akabinde Kapadokya'ya gitsinler -bi güzel- balayı tazelesinler falan..
Çok isterseniz eğer, senaryo da benden olsun be canım..
Ok kib bye!.





Before Midnight / Geceyarısından Önce

Yönetmen: Richard Linklater
Senaryo: Richard Linklater, Julie Delpy, Ethan Hawke
Oyuncular: Ethan Hawke, Julie Delpy
Yapım: 2013, ABD, 109'

  4 / 5