Sarışın Fransız fıstığı Celine
(Julie Delpy) ile yakışıklı Amerikalı oğlan Jesse (Ethan
Hawke)'in, bundan on dokuz yıl önce Viyana'da tanışıp
kaynaştıklarını, sonra da -birbirlerinin telefonlarını bile
almadan- ayrıldıklarını, artık tam bir seriye dönen bu
yapımın ilk bölümü olan Before Sunrise (1995)'dan
hatırlıyoruz..
Seyirci olarak, Before Sunset (2004)
ile sevimli ikilimize yeniden kavuştuğumuzda, onlar da birbirlerini
Paris'te bulmuşlardı..
Jesse, evli, çocuklu ve 'mutsuz'
bir ünlü yazar; Celine de bekâr, çocuksuz ve
'mutsuz' bir kadın olarak kendi hayat mücadelelerini
sürdürürlermiş meğer..
Bir film süresi boyunca -her
zamanki gibi- yine konudan konuya, mekandan mekana geçerek
sohbetlerini sürdürürler..
Sonra da bi bakarlar ki eski aşklarının ateşi canlanmış, dumanı da yeniden tütmeye başlamıştır..
Sonra da bi bakarlar ki eski aşklarının ateşi canlanmış, dumanı da yeniden tütmeye başlamıştır..
Yine bir 'bilinemez' vaziyette final
yapan ikinci filmden dokuz yıl sonra gelen bu son bölümün
başında, kahramanımız Jesse'i mutsuz evliliğinin meyvası olan
oğlunu, tatil için bulundukları Yunanistan'dan ABD'ye yolcu
ederken görürüz..
Havaalanının otoparkına dönen
Jesse'nin arabasında Celine'i görmek, önemli bir
sürprizdir bizim için..
Arabanın arka koltuğunda -ikilinin
ortak üretimi- ikiz kız çocuklarıyla karşılaşmak da başka güzel bir sürpriz..
Evli olmasalar da birlikte yaşayarak,
bir nevi 'evli çift' portresi çizen kahramanlarımızın
'mutluluk saçan' tatil görüntülerinin gerisinde
pusuya yatmış bazı meselelerin, ayyuka çıkmak için
fırsat kolladığını anladığımızda şaşırır mıyız peki?.
Olur da bu soru bana sorulursa eğer,
cevabım -hiç düşünmeden- gayet nettir: Elbette ki
hayır!.
Bırakalım kötü demeyi,
'vasat' olarak nitelendirebileceğim tek bir filmini dahi
hatırlamadığım yönetmen Richard Linklater'in, üzerine
'incecik' bir mizah tabakası serpmeyi asla ihmâl etmediği bu
romantik ve dramatik serinin tadı da bi başka güzel canım..
'Biçimde yine bi değişiklik
yok; yönetmenin yanı sıra iki başrol oyuncusunun da katkı
verdiği, başta aşk olmak üzere, kadın-erkek ilişkisinin her
yönüne takılan, ayrıca -dinden siyasete kadar- yaşam
üzerine hemen her konuda fikir beyan eder diyaloglardan oluşan
'geveze' bir senaryo ve pek de doğru dürüst bir 'olay'ın
gerçekleşmediği bu senaryoya dayanarak da, umulmadık
akıcılıkta ilerleyen bir film..
Kadın-erkek ilişkisinde -baştan
beri- taraf tutmamaya özen gösteren seri, yaptığı
isabetli tespitlerle de insanlara -kendileri hakkında-
hatırlatmalarda bulunuyor..
Bunu yaparken de, istediği her durumda sorun çıkarabilen tarafın kadın, alttan alarak durumu düzeltmeye çabalayan tarafın ise her zaman erkek olduğunu gösteriyor..
Bunu yaparken de, istediği her durumda sorun çıkarabilen tarafın kadın, alttan alarak durumu düzeltmeye çabalayan tarafın ise her zaman erkek olduğunu gösteriyor..
Öte yandan, finali getiren
sekansta da tanık olduğumuz üzre, kadının -adeta zevk
alarak- bozduğu olumlu havayı düzeltmenin, aşkı kurtarmanın
son hamlesinin erkekten gelmesi karşısında,
bu serinin alnına 'gerçekçi' damgasını -gönül
rahatlığıyla- vurmak, kaçınılmaz oluyor sayın
seyirciler..
Filmin en güzel sahnelerinden
biri, birbirlerine kesin olarak kavuşan ve 'evli çift'
pozisyonuna bürünen ikilinin, aradan geçen bunca yıldan sonra ilk defa
-tıpkı eski günlerdeki gibi- 'havadan sudan' konuşmaya
başladıklarını ilk fark ettikleri andı..
Bu da bize gösteriyor ki, söz
konusu 'resmi evlilik' olmasa bile, benzeri bir ilişki de aynı
belanın başka bir biçimidir; yani bu durum, aşk başta
olmak üzere, her insani davranışın ve hemen her güzel
şeyin bir numaralı katilidir..
Aşk hemen yanımızda, halâ
bizimle olduğunda, içimizdeki güneş henüz
batmadığında yani; her şey farklı güzeldir, canlıdır,
nedensiz ve hoş bir heyecanla içimiz kıpır kıpırdır..
Güneş tepenin ardına gidip de
kaybolduğunda, yani Aşk, gündelik hayatın 'hayvani'
gerçeklerine saplandığında, pisliklerine bulanıp da
karardığında, halimizin ne olacağı hakkında deneyimi olmayan var mı aramızda acaba?.
Zamanın kadın üzerindeki
'yıpratıcı' etkisinin -erkeğe nazaran- daha acımasız olduğunu, Celine/Julie Delpy özelinde görürüz..
Celine de bunun farkındaymış gibi
Jesse'ye, "Beni o trende ilk defa bugün görüyor
olsaydın, yine de benimle konuşmaya can atar mıydın? mealinde
-umutsuzca- sorar..
Yanıt, "Elbette" dir..
Doğrusu Jesse, hiç de inandırıcı
değildir..
Hemen her Yunanistan destekli yapımda
olduğu gibi burada da Yunan bağnazlığını arkasına alan film,
'barbar' Türk'e bi güzel geçiriyor..
Neymiş efendim, bin yıllık
kilisedeki fresklerin gözlerini Türkler oymuş..
Biz yapmamışızdır demiyorum; her
türden tarihi kalıntılardaki 'güncel' tahribatımıza, çıktığımız her gezide tanık olup da nasıl böyle
bir iddiada bulunabilirim ki?.
Ama ben diyorum ki, o işi Türkler
yapmışsa eğer, öyle sadece gözleri oymakla yetinmez, o
resmin tümünü karalar, hatta kiliseyi, komple ortadan
kaldırırdı..
O zaman sen de Yorgocuğum, şimdiki
gibi turistlerin karşısına geçerek, "Bakın bu da
atalarımızın bir başka eseri" diye, gerinerek
gösterebileceğin pek bi şey bulamazdın..
Tamam mı canım..
O değil de, "Hawke ve Delpy
-şakayla karışık- bu seriyi Amour’daki çift gibi,
80’lerine kadar devam ettirmek istediklerini söylüyorlar"
haberi, hiç de şaka gibi durmuyor..
Bence de bu seri -aynı kadroyla-
"sonuna" kadar devam etmeli..
Hatta 'güzel' bir teklifim var
kendilerine: İlki Avusturya, sonra Fransa, şimdi de Yunanistan
olduğuna göre -rica etsem- bir daha ki 'Before' Türkiye'de
olabilir mi?.
Buraya ilk geldikleri gün Taksim'e
giden ikiliye, TOMA su sıksın mesela..
Kırmızı elbiseli Celine'e yakın
mesafeden nişan alan polis, biber gazı püskürtsün..
Sevgilisinin gazla beraber dalgalanan
sarı saçlarını gören Jesse'in aşkı yeniden
depreşsin..
Hemen akabinde Kapadokya'ya gitsinler
-bi güzel- balayı tazelesinler falan..
Çok isterseniz eğer, senaryo da benden olsun be canım..
Çok isterseniz eğer, senaryo da benden olsun be canım..
Ok kib bye!.
Before Midnight / Geceyarısından Önce
Yönetmen: Richard Linklater
Senaryo: Richard Linklater, Julie
Delpy, Ethan Hawke
Oyuncular: Ethan Hawke, Julie Delpy
Yapım: 2013, ABD, 109'
4 / 5