18.7.13

Çayda Çıra Yanıyor


6. Uluslararası Elazığ Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali'ne çağrıldığımı idrak ettiğim an heyecanla sarsılmadım desem yalan olur.. 
Etkinliğin basın sorumlusu olan arkadaşımıza, "Emin misin?" diye sormamın sebebi de buydu zaten.. 

Nasıl heyecanlanmam; benim, bir film festivaline -hem de kendiliğinden- çağrılmamın ihtimali, Halley kuyruklu yıldızının dünyamıza çarpma ihtimaline neredeyse eşittir.. 
Demek ki her an tetikte olmalıyız ey dünyalılar!.

İtiraf ediyorum; altıncı kez yapılan -hem de- 'uluslararası' bir festivali izlemek yeterince istek uyandırıyor, ama beni asıl heyecanlandıran şey, Doğu Anadolu'ya ilk kez gidecek, Elazığ'ı görecek ve bir nevi cevizli sucuk olan Orçik'in tadına bakacak olmamdı.. 



Zamanı geldi, bindik bir tayyareye, serin bir öğleden sonrasında vardık Elazığ'a.. 
Kentin hayli uzağındaki Hazar Gölü kıyısında konumlanmış mütevazı bir otel olan Mavigöl'e yerleştiğimizin akşamı da festivalin açılışını yaptık.. 

Böylesi festivallerin, basının ilgisini çekerek, kentlerinin ülke çapında tanıtımlarını yaptırmaktan başka pek bi misyonu olmadığını zaten tahmin ediyordum; ama, artık gözlerimle de görmüş oldum.. 
Bu konuda şikâyetçi miyim?. 
Asla!. 
Ben sadece bir durum tespiti yapıyorum efendim.. 
Yoksa, bir yıl boyunca -biraz da mecburen- haftada on adet film izleyen bir adam olarak bu durum, ilaç gibi geldi bünyeme.. 
Peki öyleyse ne yaptım: Çok afedersiniz ama yattım, kalktım, yedim, içtim, gezdim, tozdum, eğlendim..

Dediğim gibi, bu türden festivallerin adındaki 'film ve sanat' sözcükleri daha çok lafta kalmakta, olaya sadece bir prestij kazandırmaktadır.. 
Sorarım size: 'Uluslararası Elazığ Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali' mi daha saygı uyandırıcı, yoksa 'Elazığ Orçik Festivali' mi?. 

O değil de, şu 'Onur Ödülü' kavramını kim ortaya atmışsa, Allah ondan razı olsun valla.. Bu sayede, eski Yeşilçam'dan kalma oyuncularımızın eline plaketler falan tutuşturarak, hem onların kıymetini bilmiş oluyor, hem de basının ilgisini o etkinliğe çekmiş oluyoruz..
Kısa adı ESİNDER olan, Elazığ Sinema Derneği tarafından düzenlenen bu festivalin ağır topu, 'sultanımız' Türkan Şoray idi.. 
Şoray'ın kırk bir yıl önce, Elazığ'ın Harput yöresinde, Cemo adlı filmini çekerken attan düşüp de boynundan yaralanma hadisesi, festivalin programını oluşturan ana unsurlardan biriydi.. 
Önceki gece 'onur ödülü'nü alan oyuncumuz, ertesi gün, attan düştüğü yeri ve ameliyat olduğu hastaneyi ziyaret ederek, 'duygusal anlar' yaşadı.. 
Ama asıl bomba, yöresel kıyafetler giyinmiş Sultan'ın, Çayda Çıra oynamasıyla patlatıldı..
Benim üç metre ötemde gerçekleşen bu 'muhteşem' olayı, ulusal ve yerel medyanın büyük ilgisi nedeniyle pek de sağlıklı izlediğim söylenemez.. 
Büyük kalabalığın arasından Şoray'ın kâh kollarını, kâh manalı bakan gözlerini -bir kaç saniyeliğine- seçebiliyordum ama dansının nasıl olduğu hakkında bi yorumda bulunamayacağım.. 
Hemen yanı başında gerçekleşen, böylesine olağanüstü bir hadiseyi bile oturduğu yerden -çay içerek- izlemeyi tercih eden -sözde basın mensubu- bu adamı, festival yetkililerine ihbar ediyorum; lütfen gereği yapılsın..

Açılış gecesinin onur ödüllerine dönecek olursak; eskilerden Aytaç Arman, yenilerden de Oktay Kaynarca, bu şerefe nail olanlardandı.. 
Kaynarca'nın, bu yılki festivalin temalarından biri olan 'anne' olgusunu vurgulayan 'bilimsel' açıklaması ortalığı şöyle bi salladı.. 
Parmak izlerinin, bebeğin anne rahminin duvarına dokunmasıyla oluştuğundan ibaret olan bu açıklama, bilim dünyasını şoke ederken; 'geçici' bir aydınlanma yaşayan bendeniz ise, vecd ile ayağa kalkarak, "Sübhanallah kardeş, ibretlik bir paylaşım bu!" deyu bağırmamak için kendimi zor tutuyordum..

'Açılış ünlüleri' gidince Türkan Şoray'ın yerini Oya Aydoğan, Aytaç Arman'ın yerini de Mahmut Cevher almıştı.. 
Onlarla birlikte, Elazığ'ın açık ve kapalı cezaevlerini ziyaret ettik.. 
Konferans salonlarında toplanan hükümlülerle kaynaşarak, sosyal sorumluluğumuzun bir kısmını üzerimizden attık.. 
En aklı başında konuşan, en doğru tespitlerde bulunan ünlümüz olarak, Suna Yıldızoğlu'nu tanıyıp sevdik ve mahkumlardan gelen bir istek üzerine, onun güzel sesinden İspanyol Meyhanesi dinledik..

Benim anladığım anlamda bir film festivali olmasa da her açıdan güzel bir şehrin, güzel tatlarını, güzel insanlarını bana tanıtan; basın camiasından yeni ve şahane arkadaşlarla beni buluşturan bu etkinlikten gayet hoş duygularla ayrıldım.. 
Bunun için, başta dernek başkanı Serdar Kara olmak üzere, tüm emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum..







(İşbu yazı, 'kültür mafyası dergisi'nin Haziran 2013 tarihli sayısında yayınlanmıştır)