Yatak odasındaki gizli bir kapıdan
seyirci dolu bir sinema salonuna ulaşan birini bizzat canlandıran
yönetmen Leos Carax'lı prolog bölümüyle açılan
film, sabah evinden çıkan M. Oscar (Denis Lavant)'ın,
Céline adlı bir kadın şoför (Edith Scob)'ün
kullandığı beyaz bir limuzinle Paris'in muhtelif semtlerinde
dolaşarak, 'randevu'larını yerine getirmesini takip eder..
Her randevunun bir sekansa tekabül
ettiği dokuz ayrı bölümde Oscar, araç içinde
kendi kendine hazırlanarak, bir banker, dilenci kadın, sanal
görüntüleme modeli, çılgın bir deli, ergen
bir kız babası, 'kendi kendini' bıçaklayan katil, ölüm
döşeğinde bir ihtiyar, sevgilisini yıllar sonra gören
bir aşık ve nihayet 'yeni' evine girerek, yeni ailesiyle kaynaşan
bir adam olacaktır..
Kafayı, hayata ve sinemaya feci surette takmış tuhaf bir yönetmenin acayip bir rüyasını andıran bu filmde, 'rol yapan' sadece Oscar değildir; her birini farklı bir limuzinin taşıdığı bir takım insanlar, bütün gün boyunca farklı yerlerde, farklı insanları canlandırarak, daha önceden gelişmiş bir öyküye herhangi bir yerinden giriş yaparlar ve kısa bir süre sonra da çıkarlar..
Kafayı, hayata ve sinemaya feci surette takmış tuhaf bir yönetmenin acayip bir rüyasını andıran bu filmde, 'rol yapan' sadece Oscar değildir; her birini farklı bir limuzinin taşıdığı bir takım insanlar, bütün gün boyunca farklı yerlerde, farklı insanları canlandırarak, daha önceden gelişmiş bir öyküye herhangi bir yerinden giriş yaparlar ve kısa bir süre sonra da çıkarlar..
Herkes, başka bir isim ve başka
kişiliklere bürünerek, önceden belirlenmiş
randevusunu gerçekleştirir ve de şu hayatın bir parçasını
-iyi bir aktör gibi oynayarak- yaşarlar..
Bu 'sinemasal' randevuların amacı
nedir?.
Yapımcı ya da yönetmen kimdir?.
Kamera ya da set ekibi nerededir?.
Bu 'çekilen' sahneleri kim ya da
kimler izleyecektir?.
Fransız yönetmen, yazar ve aktör
Leos Carax'ın 13 yıl aradan sonra çektiği bu uzun metraj,
klasik anlamda bir 'bütün' öyküden yoksun görünse
de -aslında- toplumun/sistemin, belki de kaderin dayattığı gibi
yaşamak zorunda olan insanlığın yaşam öyküsünün
-yine kendi özüne- yansıtıldığı, metaforik bir
çalışma..
Beyaz bir Limuzin içinde telefon
görüşmeleriyle iş bitiren bir bankerin varlığıyla ilk
bölüm, insanın aklına -ister istemez- David Cronenberg'in
Cosmopolis'ini getiriyor..
Bu benzerlik sadece görsellikle
sınırlı değildir; Cosmopolis'te bir ABD metaforu olarak
görebileceğimiz limuzin, burada, insanın 'kendisi' gibi
olabildiği tek yeri, büyük ihtimâlle de benliğini
simgeler gibidir..
Los Angeles Film Eleştirmenleri
Birliği’nin Kutsal Motorlar’a 'Yabancı Dilde En İyi Film
Ödülü'nü verdiği geceye katılmayarak bir mektup
gönderen yönetmen, kendilerinden olmayanları başka bir
dünyanın 'yabancı' varlıkları gibi görmeye teşne
Amerikalılara -bi güzel- laf geçirirken, kendi sinema
diline dair de bir açıklama yapar gibidir:
“Ben Leos Carax, yabancı dilde
filmlerin yönetmeni. Tüm yaşamım boyunca yabancı dilde
film çektim. Yabancı dilde filmler aslında tüm dünyada
çekiliyor, ama Amerika hariç. Amerika’da sadece
yabancı dilde olmayan filmler yaparlar. Yabancı dilde film yapmak
çok zor bir iştir; çünkü normal dili
kullanmak yerine yabancı bir dil üretmek zorunda kalırsınız.
Ama gerçek şu ki, sinema zaten hayatın diğer tarafına
geçmesi gereken insanlar için yaratılmış bir yabancı
dildir.”
Amerikalılara kesinlikle yabancı
gelecek bu sinemasal dile vakıf olabildiğimiz ölçüde,
bu 'deneysel' filmi anlayabileceğimiz, derinliğine inebileceğimiz
kesin..
Elbette, her sahnesiyle daha da büyüyen
sanatsal gücünden etkilenerek sarsılacağımız da..
İzleyicinin kafasında her an
doğurduğu her soruya yanıtı varmış gibi duran; ancak her
cevabın getirdiği başka bir soruyla insanı dumura uğratan bir
yapıt bu..
Yani, tam tersini vadettiği hâlde,
gördüklerimize bir anlam kazandırmaya çok
yaklaştığımızı anladığımız bir anda, kurduğumuz 'mantığa
dayalı' her olası yapının bir anda çöktüğünü
ve bir çıkmazda kalakaldığımızı fark ederiz..
Olan biten hiçbir şeyin kesin
bir sonuca ulaşmadığı filmde, 'geleneksel' olduğu kadar iç
rahatlatıcı da olan bu 'konfor' seyirciye asla sunulmaz..
Sanılanın ya da bize öğretilenin
aksine de bu biçem tam da gerçeğin, yani hayatın
birebir yansıtılmasından ibarettir aslında..
Yani, hayatın hiçbir parçası insana,
nedeni ve sonucu içinde ambalajlanarak hazırlanmış bir
hediye paketi olarak sunulmaz ve sunulmayacaktır da..
Öte yandan filmin, bu sanatın en
değerli ve biricik enstrümanı olan, 'oyuncu' denilen mahluka
tam bir saygıyla yaklaştığı kesin..
Ve onun öylesine devasa bir aktörü
var ki..
Böylesine çok ve değişken, alabildiğine zorlayıcı görevin altından kolayca kalkabilen Denis Lavant -doğrusu- insanı dehşete düşürüyor..
Böylesine çok ve değişken, alabildiğine zorlayıcı görevin altından kolayca kalkabilen Denis Lavant -doğrusu- insanı dehşete düşürüyor..
İnsan, öyle olduğunu sandığı
'doğal' bir dünyanın, muhtelif simülasyonlarla yaratılan
'yapay' yaşam parçalarında debelene dursun; Mösyö
Carax, hayatın / sinemanın varlığı üzerine düşünen
bir beyin olarak, 'mükemmel ötesi' bir başyapıt sunuyor ilgilisine:
Holy Motors!.
Holy Motors / Kutsal Motorlar
Senarist - Yönetmen: Léos Carax
Oyuncular: Denis Lavant, Edith Scob
Yapım: 2012, Fransa – Almanya, 115'
5 / 5
5 / 5