Kendini bildiğinden beri, İstanbul'un
en büyük mafya babası Kara Cemal'in (Cüneyt Arkın)
tetikçiliğini yapan Kadir Korkut (Emin Boztepe), emekli olarak artık bu ortamlardan uzaklaşmak istediğini, Kara Cemal ile onun 'sevimsiz' oğlu Ferit'e (Emir
Benderlioğlu) -münasip bir dille-anlatır..
Aslında bu ayrılma öyküsünün
temelinde, Kadir'in yeni tanışıp aşık olduğu Alman piyanist
Elsa (Christina Gottschalk) ile yeni ve 'temiz' bir hayata yelken
açma arzusu yatmaktadır..
Kendisinden çok daha genç,
gözleri görmeyen ama bir melek kadar güzel Elsa,
tetikçi ağbimize, içinde bulunduğu alabildiğine
kanlı ve karanlık bu yeraltı dünyasından bir çıkış
kapısı olabilecek midir?.
Peki.. 'Alemin en mahir ve ünlü
tetikçisi' ünvanını bileğinin hakkıyla kazanmış, hem böylesine işinin ehli, hem de 'ölümüne
sadık' bir adamı kim kaybetmek ister ki?.
Adamını kararlı gören Kara Cemal, yine de bu konuda pek olumsuz görünmez; hatta 'emektar' adamı için görkemli bir veda yemeği bile düzenler..
"Valla Kadir Ağbi, bana soracak
olursan bu Kara Cemal'i de, oğlu olacak o Ferit manyağını da pek
gözüm tutmadı.. Hoş sen onları benden daha iyi
tanıyorsun ya."
Birbirlerinin ezeli rakibi olup,
İstanbul'u -bi şekilde- paylaşmış iki ünlü mafya
babasının da katılacağı bu yemek, yeraltı dünyasından
çok adamın da son yemeği olacaktır..
Benden söylemesi..
Bundan önceki filmi Dağ (2012) ile 'görkem'i öne çıkaran görüntü yönetmenliği ve aynı amaca yönelik olarak müdahale görmüş oyuncu yönetimiyle özellikle dikkatimi çeken senarist - yönetmen Alper Çağlar, sonuçta kendisine en yakışacak, dolayısıyla da mesleğini çok daha parlatacak bir yapımla yeniden karşımızda..
Ülkenin güney doğusundaki
lanet savaşa 'askeri' taraftan bakarak, 'önyargılı' bir
hamaset yapan -bundan kelli de canımızı sıkan- Dağ'ın o kendine
pek yaramayan 'siyasi' ortamından uzaklaşan yönetmenimiz,
merkezinde bir 'anti kahraman' barındıran ve çizgi roman
estetiğine yaslanan bu 'suç öyküsü'yle, adeta
yatağına kavuşmuş bir akarsu gibi çağlıyor..
Siz bana bakmayın; fazla da abartmamak lâzım tabii..
Son tahlilde Panzehir, diyalog
hususunda bariz sorunlar yaşayan, çok tiplemeli ama az
derinlikli bir senaryoya sahip..
İstanbul'un göbeğinde gerçekleşen
bir 'Kovboy Düellosu' da dahil- bilumum aksiyon klişelerini,
seçici ve yaratıcı olmayan bir anlayışla kullanan film,
silahlı aksiyondan yakın dövüş sahnelerine geçmek
için 'bahane' aramayan aceleci ya da zorlama kurgusu ve de çok sık
başvurduğu flashback'ler nedeniyle, akışında aksamalar yaşıyor..
Belli ki 'rahat' çalışmak için tercih edilmiş ama, filmin kadrosundan başka kimselerin yaşamadığı, adeta 'insansızlaştırılmış' bir İstanbul görüntüsü de pek hoş değildi..
Alper Çağlar sen bizim Rodriguez'imiz ol
Kahramanımız, hiç kuşkusuz ki
bir klasik: Makus kaderinin onu sürüklediği yeraltı
aleminde takılırken -daha çok iyi niyeti ve saflığı
nedeniyle- ihanete uğrayan, belki kötü şeyler yapan ama
-özünde de- iyi bir adam..
Dövüş sanatlarında üstat,
her türlü silah kullanmakta uzman; trajik geçmişi,
az konuşması, ciddiliği, sessiz ve hüzünlü
yalnızlığıyla daha da parlayan karizmasıyla gerçek bir
kahraman..
Böyle bir kahramana da yine klasik
bir mevzu yakışır elbet: İntikam!.
Kendine yapılan ihanetlere ve sevdiklerine reva görülen muameleye isyan eden bir intikamcı..
Filmi izlerken, çizgi roman
havası ve 'iç ses'li anti kahramanıyla Sin City; o kadar
çirkin olmasa da Kadir Korkut'la olan tip benzerliği ve onun
arada sırada kullandığı palayla da illaki Machete akla geliyor..
Bu çok bariz etkilenmelere
rağmen, bize has insani ilişkiler ve özellikle de kahramanın
çocukluğuna dönüldüğü sahnelerle, belli
bir yerellik de sağlanıyor doğrusu..
Kaldı ki bizim sinemamıza yabancı
bir durum da değil bu elbet..
Ta Yılmaz Güney'in, kabadayı
hatta tetikçi rollerinde göründüğü
filmlere kadar da uzanır bu geçmiş..
Alper Çağlar’ın yarattığı bu kahraman tutar mı, kendisi de bizim Robert Rodriguez'imiz olur mu?.
Bunu bilemem ama -seyirciden göreceği ilgiye bağlı
olarak tabii- Kadir Korkut'un bir seriye dönüşmesi de
mümkün..
Benim naçizane fikrim, yine ve
mutlaka Emin Boztepe'yi kullanarak farklı tipte bir kahramanın
yaratılması..
Bu aşırı ciddi karakterle fazla yol
alınamaz gibi geliyor bana..
Mesela Machete'ye daha yakın bir
tiplemeyle, fantastiğe meyilli konulara dalmak ya da -Jackie Chan
misali- dövüş sanatını, komedi unsurlarıyla
birleştirmek, sanki daha akıllıca olabilir..
Jacqueline Bisset'yi 'milli yenge'miz
yaptığı zamanlardan 'kıskançlıkla' hatırladığım Emin
Boztepe -gördüğüm kadarıyla- bu işin altından
kolaylıkla kalkabilecek yetenekte biri..
Senarist - Yönetmen: Alper Çağlar
Oyuncular: Emin Boztepe, Cüneyt
Arkın, Emir Benderlioglu, Christina Gottschalk, Kaan Urgancıoğlu
Yapım: 2014, Türkiye
5 /10