15.9.14

As Above So Below / Derin Kabus


Paris sokaklarının altında, sayısız ruhun ebedi yuvası olan ve kilometrelerce uzanan yeraltı mezarları bulunur.

Bir keşif ekibi, bilinmeyen kemik labirentine girdiğinde bu ölüler şehrinin barındırdığı sırrı ortaya çıkarır.

Bir delilik ve dehşet yolculuğu olan ‘As Above, So Below’, hepimizin peşini bırakmayan kişisel şeytanları ortaya çıkarmak üzere insan ruhunun derinliklerine ulaşıyor.

John Erick Dowdle ve Drew Dowdle tarafından yazılan ve John Erick Dowdle tarafından yönetilen psikolojik gerilimin yapımcıları arasında Thomas Tull, Jon Jashni, Drew Dowdle ve Patrick Aiello yer alıyor.
Alex Hedlund ise sorumlu yapımcı olarak görev almaktadır.

Yapım Bilgisi


Scarlett Marlowe (PERDITA WEEKS - The Invisible Woman), asi bir maceracı ve zeki bir arkeologtur ve tüm hayatını tarihin gizli hazinesi: Flamel’in Felsefe Taşı’nı bulmaya adamıştır.

Efsaneye göre bu ele geçmez eser metali som altına dönüştürebilir ve ölümsüz hayat sağlayabilir -hayallerin ötesinde bir güç.
Babasının rahatsız edici intiharı ve deliliği hakkındaki dedikodularla eziyet çeken Scarlett, takıntı noktasına gelmiştir; babasının işini tamamlamadıkça ve mirasını geri getirmedikçe hiçbir zaman rahat hissetmeyecektir.

Bir dizi gizli bulmaca onu tüm güçlere sahip taşın Paris’in altında, dünyanın en büyük kriptinde –yer altı mezarlarında- olduğuna götürür.


Scarlett, tarihi görevini belgelemek için kendi başına, zeki bir arkeolog olan ve kendisini tarihi anıtları eski güzelliğine kavuşturmaya adamış, eski sevgilisi ve suç ortağı George’u ve amatör film yapımcısı ve bu yolculuğun kendisini ne kadar derinlere götüreceğinden haberi olmayan klostrofobik kameraman Benji’yi (EDWIN HODGE – Arınma Gecesi serisi) göreve alır.

Üçlü, altta yatan tehlikeleri bilerek Işık Şehri’ni araştırır ve kendilerine yol göstermeleri için “Yer altı Gezginleri” (cataphile) olarak bilinen bir grup yer altı ekibine görev verirler.

Scarlett’in geri kalan ekibi -grup lideri Papillon (FRANÇOIS CIVIL - Frank), grubun punk-rock koruyucusu Souxie (yeni oyuncu MARION LAMBERT), güçlü ve sessiz olan Zed (ALI MARHYAR - Zero Dark Thirty)- inişe başlarlar.
Her birinin bir sırrı olsa da, yer altı mezarlarında kimse geçmişinden kaçamaz.

Heyecan arayan ekibin aşağı inerken kendi kişisel şeytanlarının peşlerini bırakmayacağından haberleri yoktur.
İnsanın aklını kaçırtan dehşet dolu kabus gibi labirentte dolaşırlarken, giderek daha da derine inerek kendi cehennemlerine girerler.

Kurtulmak için tek şansları Felsefe Taşı’nın gizemli gücünde ve “Aşağıda ne varsa yukarıdadır” atasözünün gerçek anlamını çözmekte yatar.

El kameralarıyla ve başa sabitlenen Panasonic kameralarla gerilla tarzıyla çekilen yoğun gerilim yolculuğu Derin Kabus, eskinin gerçek dünya gizemleriyle modern gençlik fenomeni şehir araştırmasını harmanlayarak, karakter odaklı bir psikolojik terör hikayesini anlatır.

Beyaz perdeye Devil ve Quarantine adlı modern korku-gerilim filmleri ile sinemanın en ünlü buluntu filmlerinden The Poughkeepsie Tapes’in arkasındaki ikili tarafından kazandırılan Derin Kabus’u, yazar / yönetmen JOHN ERICK DOWDLE ve yazar / yönetmen DREW DOWDLE, yer altı mezarlarının yasak bölgelerinde çekmiş.

Bu izni bugüne kadar alan ilk yapım olarak, gerçek dünyanın arkeolojik gizemine giren bir hikayeye, klostrofobi ve güvenilir bir tarih anlayışı katmışlar.

Dowdle kardeşlerin gerilim filminin kamera arkası ekibinin başında, yapımcılar THOMAS TULL (Pacific Rim, Godzilla), JON JASHNI (Godzilla, gelecek film Blackhat), Drew Dowdle ve PATRICK AIELLO (Dark Country, The Double) bulunmaktadır.

Onlara eşlik eden önemli ekibin arasında görüntü yönetmeni LÉO HINSTIN (Opium, L’amour fou), yapım tasarımcı LOUISE MARZAROLI (Hideous Kinky, Chocolat), kurgu ELLIOT GREENBERG (Devil, Quarantine), kostüm tasarımcı ANNIE BLOOM (The Poughkeepsie Tapes, How to Make Love to a Woman) ve besteci  KEEFUS CIANCIA (The Poughkeepsie Tapes, Diana) yer alır.

ALEX HEDLUND (gelecek film Brilliance) filmin sorumlu yapımcısıdır.



L’Empire de la Mort: Yer Altı Mezarlarının Kısa Tarihi

İnanılmaz bir şekilde Paris sokaklarının altında, üzerinde yaşayan insanlardan daha fazla ceset gömülüdür.
İskelet kalıntılarının oluşturduğu büyük bir labirent, klostrofobik tüneller ve uçsuz bucaksız karanlık vardır.
Paris’in yer altı mezarları bizi en ilkel ve en derin fobilerimizle yüz yüze getirir; karanlık korkusu, yalnız kalma korkusu, kapalı alanlarda kalma korkusu ve tuzağa düşme korkusu.

Büyük bölümü keşfedilmemiş bu tünel sistemi, tarihçileri, kaşifleri, hikayecileri yüzyıllardır sonsuz bir gizemle büyülemiştir; içinde hangi hazineler ve dehşetler yatmaktadır?

Yerin neredeyse beş kat altında Paris’in yer Altı Mezarları’nda sonsuza dek gömülmüş altı milyondan fazla insanın kalıntıları bulunur ve bu da Paris nüfusunun yarısından fazladır.

Ziyaretçiler yer altı mezarlarına girerken bir dizeyle karşılanırlar: “Arrête!  C’est ici l’empire de la mort”.
Anlamı şudur “Dur! Burası ölüm imparatorluğu.”

Tarihçiler, yer altı mezarlarının Paris’in tarihiyle gezegenimizin jeolojik gelişimi arasında bir bağa hizmet ettiğine inanır.
45 milyon yıl önce Paris’in denizlerle kaplı olduğu, bunun da çökellti oluşturup bugünkü yer altı mezarlarında görülen kireç taşı tortularının oluşmasına neden olduğu bildirilmiştir.

17. yüzyılın başında, Paris şehri hızla büyürken, mezarlıklarda ölüleri gömecek yer kalmamış.
Aslında o kadar kalabalıklardı ki cesetlerin üstü açılıyor ve mezardan kalkıyormuş gibi görünüyormuş.
Paris’in en eski ve en büyük mezarlığı olan Les Innocents’ın yakınında bulunun Les Halles şehrinin talihsiz vatandaşları, yıllar boyunca çürüyen cesetlerin kötü kokularını bildirmişler.

Ama kamu sağlığı sorunuyla ilgili olarak, 1780’e kadar bir şey yapılmamış.
Uzun süren bir yağmur döneminden sonra Les Innocents’ın etrafındaki bir duvar yıkılmış.
Çürüyen cesetleri akan sularla birlikte semte göndermiş.
Bu da 16. Louis’nin cesetleri Paris’in yer altındaki eski taş ocaklarına  taşımaları için askerlerini görevlendirmesine neden olmuş.
Bazıları 1200 yıldan yaşlı olan 6 milyon cesedi yer altı mezarlarına taşımak 12 yıl sürmüş.
Aslında bu uygulama 1860’da sona ermiş olsa da Fransız devrimi, cesetlerin doğrudan yer altı mezarlarına gömülmesini önermiş.
Yer altı mezarlarının labirentleri Paris sokaklarının altında inanılmaz bir şekilde 300 kilometre boyunca uzansa da sadece küçük bir kısmı (1.5 km. kadarı) halka açıktır; büyük çoğunluğu aşırı tehlikeli olduğu için, güvenlik çemberine alınmıştır.
Ama bazı kent araştırmacıları için çekici olan da budur.
Tam anlamıyla bir ölüler şehri olarak, cehenneme daha yakın bir yer hayal etmek imkansızdır.



En Karanlık Sırlar: Derin Kabus Başlıyor

Legendary Pictures’ı güvenilir, hayali hikaye evrenleri yaratma temeli üzerine kuran yapımcılar Thomas Tull ve Jon Jashni, türün özelliklerini yücelten zeki, sofistike bir film yapımı performansı yakalamışlardır.
Legendary’nin ilk filmi olan, Universal Pictures ile dağıtım anlaşması yapmış, mikro bütçeli Derin Kabus, hoş bir giriş yapıyor.

Yakın dönemde Richard Gere’in 2011’deki The Double filmini yapan yapımcı Patrick Aiello ile çalışan film yapımcıları, bu dehşetli gerilimi, ilk kez 2007 yılında rahatsızlık veren buluntu filmleri The Poughkeepsie Tapes ile ünlenen John Erick Dowdle ve Drew Dowdle ile birlikte hayata geçiriyorlar.

Efsanevi yönetim kurulu başkanı Tull, bize ekibinin doğru film yapımcılarını görevlendirmek konusundaki karar verme sürecini aktarıyor, “Drew ve John’da karakter gelişimine en başta ve en çok önem veren, zeki iş ortakları bulduk. Yaptıkları işler gösteriyor ki ucuz korkularla ilgilenmiyorlar, karakterlerini etkileyen şeylerle ve yolculuklarında belli bir şekilde davranmaya yönelmeleriyle ve onlarla birlikte bu yolculuğu yaparken, izleyici olarak bizlerin kendimiz hakkında öğrenebileceklerimizle ilgileniyorlar.”

Korku türünün bu eşsiz bölümünde tecrübeli hikayeciler olan Dowdle kardeşler, 2008’da heyecan salan Quarantine ve 2010’da gişe rekortmeni yapımcı M. Night Shyamalan’ın yönetmen ev yapımcı olarak kendilerini bizzat şeçtiği Devil, filmleriyle izleyicileri korkutmaya devam etmiştir.

İzleyicilerin gerçeğimizi alternatif bir gerçekle karıştıran bu tür korkulara karşı alıcı olduğunu görüp uzun zamandır dar alanlarda çekim yaparak korkuyu öne çıkarmakla ilgilendiklerini itiraf ediyorlar.

Yönetmen John Erick Dowdle, derin karakter temelli filmler yaratma sürecinde kendisinin ve kardeşinin ilgilerini bize aktarıyor, “Bütün filmlerimizin ortak noktası krizdir. Krizin yoğunluğunda bizim için filmi eğlenceli kılan bir şey vardır. Bütün filmlerimizi karakter odaklı yapıyoruz; gerçekten sevdiğiniz kişiler hakkındadırlar, böylece onlara bir şey olduğunda siz de onlarla empati kurarsınız.”

Dowdle kardeşler, 'ya savaş ya kaç' mentalitemize uyan korkuları önermenin, daha önemli olduğunu görmüş.
Kaçış bir seçenek olmadığında ve kapılar gerçekten ya da mecazi olarak kilitlendiğinde, filmlerindeki karakterler korkuyla baş etmek zorunda kalıyor.
Aynı zamanda bizi de çok derin, bilinçsiz bir yere götürüp, kabus gibi dünyalar yaratarak, en karanlık korkularımıza da dokunuyorlar.

Derin Kabus’u birlikte yazan ikili, yüzyıllık efsanelerden ilham alan gerçek dünyanın önemli noktalarını kullanmışlar.
Yönetmen, kardeşiyle birlikte uzun zamandır filmlerinde Scarlett Marlowe adında, modern uzman Indiana Jones olan bir karaktere yer verme ve temelinde onun olduğu bir hikaye yaratma düşünceleri olduğunu söylüyor.

Tull’dan Paris’in yer altı mezarlarında bir film yapmakla ilgili çağrı alan iki kardeş, hemen senaryoya başlamış.
Drew Dowdle bu ortaklığı şöyle anlatıyor, “Legendary ile birlikte çalışmak harika. Yaratıcı olarak farklı şeyler yapmaya, bazı kuralları yıkmaya, her şeyi fazla açıklamamaya ve insanların kendi sonuçlarını çıkarmaya izin vermeye açıklar.”


Yapımcı Jashni, yapımcıların stüdyonun sürecinde alıcı olmaya devam etmelerinden memnun olduklarını söylüyor, “Thomas ve ben kendimizi yaratıcı ekiplerimize kendilerini en iyi şekilde yansıtmasını istedikleri türden filmleri yapmaları için gerekli desteği vermeye adadık. John ve Drew, bir ekibi gerçek anlamda cehennemin kapısına doğru götürüp getirirken nasıl yöneteceklerini çok iyi bildiklerini defalarca gösterdiler. Başardıkları işlerden dolayı çok etkilendik ve kendileriyle uzun soluklu bir ilişki kurmayı diliyoruz.”

Öbür dünyaya ait bu maceradan bilgi vermek için Scarlett’la birlikte yer altı mezarlarının zengin tarihini araştırırlarken efsaneye göre 14. yüzyıl Fransız simyacı Nicolas Flamel’in Felsefe Taşı’nı, ebedi yaşam anahtarını keşfettiğine inanıldığını bulurlar.
Muammalı ipuçları, Flamel’in ilk mezarının, ilk insanlık tarihinin en büyük keşfini ancak en cesurların yapabileceği yerde, yer altı mezarlarının ortasında olduğuna götürür.
Tarihin başlangıcına dayanan efsanevi bir eser olan taşın metali altına dönüştürdüğü ve ölümsüzlük sağladığı söylenir.
Bu hayat değiştiren hazine, ele geçirmek için bazılarının öleceği değerdedir.

Bu sadece kahramanları Scarlett’in hikayesini, kişisel fedakarlığını ve ailesini affedişini keşfetmeleri için bir ortamdır.
Scarlett’in arayışı için teşvik ederlerken, Yer Altı Gezginleri kültürü fikrini ve Paris yer altı mezarlarının korkusuz kaşiflerini araştırmaktan da çok etkilenmişler.
Yakın geçmişte terk edilmiş yapılara veya kalıntılara giren kent araştırmacılarının, tüm dünyada -sosyal medya tarafından da hız kazanan- enerji dolu bir gençlik fenomeni haline geldiğini öğrenmişler.

Bu gerilim arayışçıları için Paris’in yer altı mezarları, en cesur ruhları sınırlarının ötesine gitmeye zorlayan Kutsal Kase olarak görülüyor.
Kendilerini Yer Altı Gezginleri olarak tanımlayan bu yer altı uzmanları,
uçsuz bucaksız tünelleri yasa dışı bir şekilde araştırıyorlar.
Kendini müzik, sokak sanatı, giyim ve yasa dışı gece kulüpleriyle ifade eden, sağlam temelli bir kültürel kimliğe sahiptirler.

Üyelerinin yolculuğa çıkmak için kendilerine ait çok sayıda motivasyonları olan bir grup Yer Altı Gezgini'nin yardımıyla Scarlett’in Flamel’in hazinesini bulmak için efsanevi arayışını harmanlayan Dowdle’lar, izleyiciyi Dante’nin “Inferno”sunun sayfalarından alınan gerçeküstü bir dünyaya getirebileceklerini biliyorlarmış.

Aslında şairin ebedi eseri, Gustave Doré”un insanın peşini bırakmayan illüstrasyonlarıyla birlikte yer altı mezarlarının kabus görüntülerinde etkili olmuş; her günah, bir insanın kişisel cehennemini temsil eden adaletle karşılaşır.

Dowdle kardeşler, mecazi ve hayali olarak hikayelerine Derin Kabus adını vermenin en zeki karar olduğunu düşünmüşler.
Filmin kilit noktasındaki karanlık mantra, antik bir inanışa uzanır; etrafını saran dehşetle savaşmanın tek yolu, içindeki şeytanlarla yüzleşmektir.



Deliliğe İniş: Gerilimin Oyuncularını Seçmek

Derin Kabus’un çekirdek oyuncu kadrosu yerin 70 metre kadar altında, yer altı mezarlarında en derindeki  korkularının tuzağına düşen 6 karakterden oluşuyor.
Dowdle kardeşler için anlatmak istedikleri hikayeyi oluşturmak için doğru oyuncuları bulmak ve oyuncuların kendilerine alışılmışın dışında bir süreçte güvenmelerini sağlamak önemli olmuş.

İster kafa fenerlerini takarak bir sahnenin ana ışık kaynağı olmalarını ya da yerdeki vuruş işaretleri geleneğinden vazgeçmeleriyle olsun, isterse deneysel tekniklerle ve sadece tepkisel çekimlerle çalışmalarını istemek olsun, bütün ekip cesurdu.

Drew Dowdle, filmin oyuncularıyla ilgili şunları söylüyor, “Neyse ki her rol için en iyi oyuncuyu seçme özgürlüğüne sahiptik. Oyuncu seçimi bu filmlerde çok önemlidir. Biz de akıllı seçimler yaptık ve şanslıydık. Hepsi söylendiğinden çok daha iyi.”

Yazar/yönetmen şöyle devam ediyor, “Bu filmin her karakterinin kendi kişisel deneyimi olması amaçlanmıştı. Bunu yaparak izleyicilerin de bu deneyimi yaşamasını istedik. Her karakterin kişisel şeytanlarının ve bütün arka plan hikayelerinin detaylarına girmek istemedik. Bazen, tek bir görüntü yeter ve o görüntüden ruhlarındaki yükün ne olduğunu değerlendirebilirsiniz.”

Film yapımcıları işe, İngiliz arkeoloji öğrencisi, babasının ölümüyle harekete geçen asi bir gerilim arayışçısı Scarlett rolü için oyuncu aramakla başlamış.
Scarlett, babasının deli olmadığını kanıtlayıncaya kadar araştırmaya son veremez.
Drew Dowdle, bize Scarlett’in bu dünyaya bağına götürüyor.
“Babası dünyaca ünlü bir simyacı olduğu için Scarlett’in simyayla ilgili bir geçmişi vardı. Ayrıca simyanın gerçek hayattaki babası da Paris’teki ilk mezarlara gömülen ve sonra yer altı mezarlarına taşınana Nicolas Flamel’dir.”

Dowdle kardeşler, samimi, tutkulu ama yine de biraz kusurlu karakterler yaratma tarzlarını korumak için, görevini yapan, macera arayan bir arkeolog olan; ama ailesini kaybettiği için sertleşmiş ve karaktere insaniyet getiren genç bir kadın aramışlar.

Her şey söylenip yapıldıktan sonra rol için yaklaşık 300 oyuncu okuma yapmış.
Los Angeles’ta, Paris’te ve Londra’da aramışlar ve sonunda Galli oyuncu Perdita Weeks’i bulmuşlar.
Weeks’le görüştükten sonra başrol oyuncularının o olduğu netleşmiş.
John ve Drew, Weeks’in seçmelere biri sarışın, biri de kumral haliyle katıldığından haberleri yokmuş.
John, Drew’a giderek Scarlet’i bulduğunu ve sarışın olduğunu söylerken Drew da birini bulduğunu ve kumral olduğunu söylemiş.
Sonunda aynı kadından söz ettikleri ortaya çıkmış.

John Erick Dowdle şöyle anlatıyor; “Scarlett rolü için birlikte yolculuğa çıkmak isteyeceğiniz birini değil de, dahilik noktasında zeki olabileceğine inandığınız aynı zamanda komik birini istiyorduk. Perdita, bu karakteri taşıyacak kapasitede olduğunu düşündüğümüz biri.”

Weeks, Scarlett’i canlandırmanın kolay olmayacağını biliyormuş.
Şöyle söylüyor; “Scarlett, canlandırmak için çok güzel bir karakter. Filmde hem diğer karakterlerle ilişkisinde, hem de kendini istemeden keşfetme yolculuğunda önemli bir yoldan geçiyor.
Onu motive eden güç, babasının simya ve Taş çalışmalarını ve inancını, temize çıkarmak. Acımasızca güçlü iradeli, kendine hizmet eden ve hatta kontrolcü biri ama sonuçta hoş biri ve aksiyon boyunca çözülmesini izliyoruz. Bunu oynamak da ilginçti.”


Weeks, çekimler sırasında çok daha fazlasının bekleneceğini biliyormuş.
Sadece saatlerce makyajla kalmayacak, yapımın büyük bölümünde ıslak çamurların içinde olacaktı.
 Şunları söylüyor; “Bu oynadığım roller arasında fiziksel olarak en zorlayıcı idi. Ağır kameralarla koşmaktan, başımın üzerindeki pillere, halatlarla aşağı inişlerden, kemik dolu tünellerde ellerin ve morarmış dizlerin üzerinde sürünmelere ve tüm bu süre boyunca baştan ayağa ‘kan’a ve çamura bulanmış olmaya kadar eşit derecede yorucu ve keyifliydi. Ayrıca muhteşem bir dublörüm vardı. EMILIE RICHARD, tehlikeli durumlarda ve bazen de Scarlett’in aynı anda iki sahneyi çekmesini sağlamak için devreye girdi.”

Oyuncu kadrosu, filmin büyük çoğunluğunu yer altı mezarlarının tünelleri içinde geçirmiş olsa da, her karakterin seçimine bir yapbozun parçalarını eklemek gibi yaklaşmak önemliymiş.
Klişe korku filmi modellerinden memnun kalmayan Dowdle kardeşler, yardımcı oyuncular için de arayışlarını sürdürmüş.
Weeks’i seçtikten sonra, Aramice bilen, günlerini tarihi (yasaklanmış) mekanlarda geçiren arkeolojik adalet savaşçısı George’u canlandırması için Ben Feldman’a yönelmişler.
George, karşılıksız bir sevginin yükünü taşıyor ve yer altı mezarları, en karanlık anılarını ve en derin güvensizliklerini karıştırıyor.
Aslen yer altı macerasına katılmak konusunda tereddütleri olsa da yer altı mezarlarının duvarlarındaki antik metinleri tercüme etmek için kendisine ihtiyacı olduğunu söyleyen Scarlett tarafından ikna edilir.

Feldman, ilk okuduğunda senaryoya aşık olmuş.
Bu karakterle birçok ortak özelliği olduğunu da itiraf ediyor.
“Ne zaman bir karakteri canlandırsanız hep bulmanız gereken ortak bir zemin vardır. Bu durum da benim için kolay oldu, çünkü o biraz aptal biri ve ben de gururlu bir şekilde bir aptal olduğumu düşünürüm. George’un bilgi arayışı ve ne olduğunu anlama ihtiyacı da ortak özelliklerimizden.”

Prime Time, Emmy ödülü adayı oyuncu, Weeks’in çamura ve pisliğe bulanma hatıralarını paylaşıyor.
Şunları söylüyor; “Dünyanın en konforlu şeyi değildi. Antik mağaraların içindeydik, etrafımız örümceklerle, kemiklerle ve eski taşlarla çevriliydi. Aynı anda güzel, ürkütücü, tuhaf ve hoştu.”

John Erick Dowdle, Feldman’ın sete gelmeye ve ellerini kirletmeye hazır olan oyunculardan olmasını takdir ediyor.
“George için komik, sevimli ve gerçekten akıllı olduğuna inandığımız biri olmasını istedik. Ben, bunların hepsine sahip.”

Scarlett’in klostrofobik kameramanı, belgeselci ve suç ortağı Benji’yi oynaması için yapımcılar yeni ve başarı vaat eden oyuncu Edwin Hodge’a yönelmiş.
Kendisi Arınma Gecesi serisinin iki filmindeki çalışmalarından dolayı türe aşinaymış. Hodge şunları söylüyor, “Bu filmi, gerçek yer altı mezarlarının içinde çekmek olağanüstü bir tecrübeydi. Benji gibi ben de kapalı alanlarda çok fazla klostrofobik olabiliyorum, ama bu vazgeçemeyeceğim çok hoş bir fırsattı. Bu filmde çalışmak kesinlikle korkularımı yenmeye değdi.”

Scarlett, Felsefe Taşı’nı bulmak için saplantılı arayışında aslen bir yer altı navigasyon uzmanı olan Papillon isminde kötü bir ünü olan bir yer altı gezgininin peşine düşüyor.
Yapımcılar “Yer altının Babası”nı canlandırması için Fransız oyuncu François Civil’i düşünmüşler.
Civil, karakterinin motivasyonu hakkında şunları söylüyor, “Papillon korkusuz bir kent araştırmacısı ve kurtaramadığı arkadaşının ölümü aklından çıkmıyor. Bunu düşünerek kendine olan güvensizliğini maskelemek için egosunu kullandığını gösterecek bir şekilde canlandırmak istedim.”

Scarlett’in gelmiş geçmiş en büyük mimari gizemi çözmek için çıktığı sefere katılan beş kişiyi tamamlayan yer altı mezarı tırmanışçısı, çevik bir kaşif, sıra dışı bir tırmanışçı ve az konuşan bir kişi olan Zed (Zero Dark Thirty’nin ali Marhyar’ı oynuyor) ve Papillon’u dünyasının en karanlık köşelerine kadar takip edecek olan yer altı dünyasının ölümcül kadını Souxie’dir (yeni oyuncu Marion Lambert) .

Dowdle kardeşlerin tarzı hakkında en çok söylenen de, çekirdek kadroya, kayıp ruh La Taupe’u kimin canlandıracağını onunla çekim yapmak zorunda kaldıkları güne kadar söylememiş olmaları.
COSME CASTRO, bomboş gözlerle ve pis kıyafetlerle sete geldiğinde, altı ana oyuncu da La Taupe’dan, en az izleyicilerin onu ilk görüşünde korktukları kadar korkmuş.



Dehşeti Yaratmak: Gerilimi Tasarlamak ve Çekmek

Dowdle kardeşlerin bu yapımda kendilerini biraz zorlamaları önemliymiş.
Gerilla tarzı film ekibiyle bir avuç hevesli oyuncunun yerin altındaki birden fazla hikayesinin sorumluluğunu almanın beklenilenden çok daha zor olduğu ortaya çıkmış.

Çok sıkı bir çalışma takvimiyle çekilen Derin Kabus’un asıl çekimlerinin tamamlanması iki aydan kısa sürmüş.
Gerek Dowdle kardeşlerin ve ekiplerinin yer altı mezarlarının içinde sürünmeleri, gerek başlarına yerleştirilmiş ve zaman zaman sahnenin tek ışık kaynağı olarak görev yapan Panasonic kameralarıyla dolaşan oyuncuların peşlerinden koşmaları olsun, Dowdle kardeşler ve görüntü yönetmeni Léo Hinstin için doğru havayı ve çekimleri yakalamak zevkle yapılan bir iş olmuş.

Aslında Derin Kabus, gerçek yer altı mezarlarında çekim yapma izni alan ilk yapım olmanın etkileyici ayrıcalığını kazanmış.
Hem ziyaretçilerin erişilebildiği bölge, hem de halka yasak olan bölge Fransız hükümetinin cömertliğiyle erişilebilir olmuş.
Dowdle kardeşler, filmle ilgili amaçlarını destekledikleri için Legendary’yi övüyorlar.

Yapımcı Aiello bize süreci anlatıyor, “John ve Drew’un başarmasına ve yer altı mezarlarında sıkışma deneyimini aktarmasına yardım etmeye kendimizi adamıştık. Doğal olarak, bu önemli mekanın yasaklı bölümlerindeki çekimlerin güvenli olmasını sağlamak için çok fazla adım vardı. Yapısal bütünlük için gerekli testlerden, su ve hava kalitesine ve bir dizi izne kadar Fransız hükümeti bizimle bugüne kadar görülmemiş bir biçimde çalıştı. Onların yardımı olmadan filmi asla yapamazdık.”

Fransız görüntü yönetmeni, Alman yönetmen yardımcısı (WLLIAM PRUSS), İtalyan birinci kamera asistanı (PIERLUIGI DE PALO) ve tümü Fransız kastla uluslararası bir ekip devredeyken, yapım gerçekten global olmuş.
Herkes kendi görevini yapmış ve bazıları da çekim sırasında çalışmışlar.

Kesinlikle her şeyin yer altı mezarlarına taşınması gerekmiş.
İster inanın ister inanmayın ama ekip, yeryüzünün altı kat aşağısına çalışan bir piyano getirmiş.
Çok önemli bir sahne için, güvenli bir şekilde ateş yakma izni bile almışlar.

Louise Marzaroli, filmin yapım tasarımını büyük bir uzmanlıkla yapmış olsa da kardeşler, sette çok daha kolay olacağını, ama bu kadar eğlenceli olmayacağını kabul ediyorlar.
John Erick Dowdle şöyle söylüyor: “Genelde ben yönetsem, Drew de yapımı gerçekleştirse de bulanık bir çizgidir. Çünkü her zaman monitörlerin başında birlikte oluruz. Bu filmde kablolu monitör kullanamadılar ve kablosuz da duvarlardan geçemedi. Bu yüzden monitörleri gerçek anlamıyla elde tuttuk ve kastın arkasından gittikleri yerlere koşturduk.”

Drew Dowdle, Paris’te mekan keşfi için geçirilen 10 günün nasıl olduğunu anlatıyor: “Edebi referanslardan kabus gibi bir cehenneme benzeyen çok fazla görüntü aldık. Özellikle de Dante’nin Ineferno’sundan. Amacımız hiçbir şey inşa etmemekti. Her şeyi yer altı mezarlarında ve yer altı mezarlarını çoğaltacak, yer altındaki alanlarda çekmekti. Gerçek yer altı mezarlarında çekim izni almak oldukça zordu ama bizim için gerçek mekanda çekim yapmak önemliydi. İzinleri aldığımız anda her şeyi anladık ve küçük bir ekip ve gerilla tarzı çekim olacağını biliyorduk.”

John Erick Dowdle, bir günü detaylarıyla anlatıyor: “3.5- 4 saat kadar derindeydik ve kafatasları, uyluk kemikleri görüyorduk. Dev taş oluşumlarının altında asker sürünmesi yapıyorduk. Gerçekten ürkütücüydü. Filmin verdiği duygunun tam da bu olmasını istemiştik.”

Aşağıda hiç cep telefonu ve elektrik olmadığı için oyuncular ve ekip birbirlerinin desteğine bel bağlamak zorunda kalmışlar.
Bu da iş, yüzlerde yıl önce kazılmış alçak tavanlarda yol bulmak olduğunda, çok büyük bir yardım anlamına geliyormuş.
Yazar/yönetmen şunları anlatıyor: “Işığını yere yansıtarak korkmayacağını sanıyorsun, ama bir numaralı kural ışığını tavana tutmaktı. Böylece kafanı o alçak duvarlara çarpmazsın.”

Görüntü yönetmeninin ana kameramanı RED EPIC, tüm diğer kameralar da yedek çekim için oyuncuların kasklarına yerleştirilmişti.
Drew Dowdle şöyle anlatıyor: “Çok fazla uzun, tek çekimler yapmak istedik. Böylece oyuncuların performansa gerçekten girmelerine ve filmden çok bir tiyatro gibi oynamalarını olanak verebilirsiniz.”

Sıra Derin Kabus’un müziklerine geldiğinde, akıldan çıkmayan film müziğini yapmak ve bizi köşeyi dönünce olacaklar konusunda derinden endişelendirmek, besteci Keefus Ciancia, süpervizör ses kurgu uzmanı KELLY OXFORD ve süpervizör ses tasarımcısı KAREN TRIEST’e kalmıştı.

Dowdle kardeşler, yer altı mezarlarındaki ürkütücü seslerde, bu yerdeki seslerin yankılanmama özelliğine kadar izleyicinin, karakterlerin yeryüzündeki hiçbir yere benzemeyen bir yere getirildiğinde duyduğu her şeyi duyduğundan emin olmak istemiş.
Başarılan da tam bu olmuş.

Fragmanı izlemek için..


As Above So Below

Yönetmen: John Erick Dowdle
Yazar: John Erick Dowdle & Drew Dowdle
Oyuncu Kadrosu: Perdita Weeks, Ben Feldman, Edwin Hodge, François Civil, Marion Lambert
Yapım: Thomas Tull, Jon Jashni, Drew Dowdle, Patrick Aiello
Sorumlu Yapımcı: Alex Hedlund
Tür: Psikolojik Gerilim



Filmin mmknmrtb notu ::

Her şeyin ötesinde bu film -meraklısı için tabii- kendisini izlemeyi adeta zorunlu kılan bazı 'bilgilendirici' özelliklere sahip..
İlki, Paris'in hemen altında, 320 kilometre boyunca uzanan ve 6 milyon cesedi barındıran bir yer altı mezarlığı: Catacombes de Paris..
Ki ölü insan kemiklerinin belli bir düzenle ve üst üste yerleştirilmesinden oluşan bu yer altı mezarlarının klostrofobik etkisi çok büyük..
Bu durum, film için oluşturulan her türlü efekt ve korku ögesinin çok fevkinde bir işleve sahip olarak, insanı resmen bunaltıyor..


İkinci önemli bilgi ise tarihi bir kişilik: Nicolas Flamel..
15. yüzyılda yaşamış -büyük ihtimalle de halen yaşamakta- olan, Felsefe Taşı'nı bulmuş bu Fransız simyacı için herhangi bir madenden altın elde etmek çocuk oyuncağıydı..
Asıl önemi ise ölümsüz olmanın sırrına ermiş olmasıydı..
Ki kendisini bulduğumda -evet aramalarım sürüyor- altı asırdır hayatta olmanın nasıl bir duygu olduğunu ve bazı zirzopların her fırsatta yinelediği, 'Ölümsüz olmak çok sıkıcıdır olm' lafı hakkında ne düşündüğünü soracağım..


Sonuç olarak, böylesine ilginç mevzuların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş 'değişik' senaryoyu, korku janrının 'alışılmış' kalıplarına ustaca yerleştiren yönetmen Dowdle, bundan önceki filmi Devil (2010)'in vasat denebilecek kalite düzeyinden ne bir basamak aşağı iniyor, ne de yukarı çıkabiliyor..

Devil demişken aklıma geldi, o filmde de daracık bir asansörün içinde bunaltmıştı herkesi bu arkadaş.. İşi bu yani..

 / 5



2 yorum:

  1. Adsız16.9.14

    Abi, filmle alakalı kendi yazdıklarını en başta, yapım notlarını ise en aşağıda yayınlaman mümkün müdür ? Sonuçta, blog'unun takipçisi için senin yazdıkların daha önemli. Her yazıyı açtığımda uzun yapım notlarını geçip senin yazını bulmak çileye dönüşmeye başladı. Evet, kısa bir işlem bu ama yine de bir süre sonra sinir bozuyor :)

    Tüm yazıların için beynine ve ruhuna sağlık.

    YanıtlaSil

  2. şöyle bi düşündüm de haklısın galiba sayın adsız..

    aslında bana kalsa şu sonu gelmeyen uzunluktaki yapım notlarını hiç koymıycam, ama öyle çok okunuyor ki şaşarsın..

    ayrıca bi de bunların öyle acayip cümleleri oluyor ki onları anlamlı hale getirebilmek için yaptığım yorucu çalışmayı kendi özgün yazılarımda yapmıyorum valla..

    ay yoksa ben de bir pörfektsiyonist miyim!.

    bundan böyle söz, dediğin gibi yapıcam, hatta tembellikten ya da bıkkınlıktan boşladığım özgün eleştirel yazılarıma da dönücem sanırım..
    o zaman zaten bu yapım notları da benden bağımsız bir şekilde yerlerini alır..
    da.. du bakalım

    YanıtlaSil