8.12.14

The Cut :: Nazaret'in Yolculuğu



Yıl 1915..
Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğunun yanında, I. Paylaşım Savaşı'na giren ve kaçınılmaz sonuna doğru hızla yol alan Osmanlı'da işler iyice sarpa sarmaya başlamıştır..

Yer Mardin..
Çeşitli milletlerden insanların yaşadığı bu tarihi ve kozmopolit kentte, evlerine misafir olduğumuz bir Ermeni ailesini tanıtarak başlar film..

Demirci ustası Nazaret Manukyan (Tahar Rahim), sevgili karısı ve iki kızıyla birlikte, mütevazı bir hayat yaşarken -tüm Ermeni cemaatiyle birlikte- başlarına gelecek büyük felaketten henüz habersizdir..

Bir gece kapılarına dayanan askerler, Padişah efendimizin emriyle, her milletten tüm erkekleri, askerlik için topladıklarını bildirirler..
Eşi ve çocukları Nazaret'i o gece son kez görürler..

Bundan sonrası kinle ve kanla yazılmış, kapkaranlık bir tarih sayfasıdır..
Askerin sivile, sivilin eşkiyaya karıştığı, daha doğrusu kimin kime ne yaptığı oldukça belirsiz bir durum hakimdir ortalığa..




Nazaret'in de aralarında bulunduğu Ermeni erkeklerin bir bölümü, yol yapımında kullanıldıktan sonra, boğazları kesilerek katledilir; kadınlar ve çocuklar da, evlerinden, yurtlarından kopartılarak, aç, susuz vaziyette, günlerce sürecek uzunlukta bir ölüm yolculuğuna zorlanır..

Her şeye rağmen, şansı yaver giden az sayıdaki Ermeni'den biri olan Nazar efendi, önce katliamdan, sonra da diğerlerinin peşinden gittiği Mezopotamya çöllerinde başına gelenlerden bi şekilde kendini sıyırarak, hayatta kalmayı başarmıştır..
Peki ya zavallı karısı ve çocukları?.




Karısı, tehcir denen insafsız sürgüne fazla dayanamamıştır; lâkin, kızlarının hayatta olma ve onlara kavuşma ihtimali belirmiş gibidir..
Nazaret'in şu lanet olası hayatta artık tek amacı vardır; ne pahasına olursa olsun ve dünyanın neresinde olursa olsun, kızlarını bulmak..
Çıkacağı bu yeni, zorlu ama umutlu yolculuk, onu önce Küba'ya, sonra da ABD'ye kadar taşıyacaktır..





Türkler Türkçe, Araplar Arapça, Ermeniler İngilizce Konuşmalı Yurdumda


Almanya'da yaşamak ya da Alman vatandaşı olmak belli bir rahatlık sağlıyordur belki ama, yine de bir Türk'ün, böylesine tartışmalı ve netameli bir konuyu -biraz ucundan da olsa- oldukça sert bir biçimde ele alması, bir cesaret göstergesi..
Her şeye rağmen Fatih Akın'ın bu cesaretini kutluyorum..
Öte yandan, iyi bir sanat eseri ortaya koyabilmek için sadece cesaretin yeterli olması da beklenemez elbet..

Öncelikle -Akın da dahil- hiç kimse, "Ama efendim bu bir 1915 Soykırımı filmi değil; o sıralarda yaşamış bir Ermeni'nin başından geçen bir hikâyedir." falan demesin..
Yetersiz de olsa, gösterilmek istenen asıl mevzunun, aradan geçen yüzyıla karşın hâlâ tartışılan bu olay olduğu o kadar net ki..  
 



Belli ki -bi cesaret- işe girişilmiş; o sıralarda Ermenilere neler yapıldığı, nasıl eziyet edilerek soykırıma uğratıldıkları madde madde belirlenmiş ve sahnelere paylaştırılmış..
Böylece, nispeten kısa bir süreye, akla gelebilecek her türlü vahşet görüntüleri bir bir sıkıştırılarak, birer vahşi hayvandan farksız barbar Türkler'in ipliği de bi güzel pazara çıkarılmış..

İyi güzel de bütün bu olaylar öylesine kaba, öylesine yapay ve etkisiz bir çalışmayla perdeye taşınmış ki bunu gören en fanatik Ermeni'nin bile bu görüntülerden etkileneceğini sanmam..
IŞİD'in o kafa kesmeli propaganda filmlerinin bile buradakinden daha ustaca ve etkileyici olduğunu söyleyebilirim..




Sonuçta, sadece şöyle bi hatırlatabildiği soykırımı gereğince anlatamayan The Cut, doğru dürüst işlenebilse belki ilginç olabilecek 'Nazaret'in Yolculuğu' kısmını da zar zor hallederek, vasat bir filmden öteye geçemiyor..

Filmin başındaki, Manukyan ailesini tanıdığımız Mardin bölümü ile Anadolu'da başlayıp, güneydeki Arap çöllerine doğru yapılan 'zoraki yolculuk' sırasında ortaya konmaya çalışılan, soykırımla ilgili sahnelerden oluşan bölümün diyalogları, duygu yoksunu bir yapmacıklık içinde..
Ayrıca koca koca oyuncuların, bir ilkokul müsameresi estetiği yaşattığı o tuhaf mizansenlerini gören birinin, bunun bir Fatih Akın projesi olduğuna inanması da bir hayli zor..



Filmde karakterine en yakışmayan oyuncunun, filmin tek başrolü olan Tahar Rahim (Nazaret) olması da başka bir tuhaflık..
Peşine düştüğü kızlarıyla aynı yaşta bir görüntü veren 'baby face' Rahim, filmin hiçbir anında, acı çeken bir baba hissi yaşatamıyor..

Filmin tamamını etkisi altına alan ve acayip ötesi bir hale dönüşen o dil sorununa ne demeli peki..
Osmanlı İmparatorluğu halklarından -mesela- Türkler Türkçe, Araplar Arapça konuşurken, neden sadece Ermeniler İngilizce konuşturuluyor acaba?.




İngilizce'nin i'sini bile hayatlarında duymamış bu insanların tümünün şakır şakır İngilizce konuşabilmesi, müthiş bir 'öngörü'yü işaret ediyor sanki..
Soykırım sonrası Amerika'ya göçecekleri ve orada diasporayı oluşturacakları öngörülen Ermenilere -önceden- yapılan bir güzellik mi yoksa bu..

O değil de, Nazar Efendi, kızlarının peşinden önce Küba'ya, sonra da ABD'ye gidince, filmin kalitesi de -nedense- bir anda yükseliyor; oyunculuklar, diyaloglar normalleşiyor falan..
Bu arada neler oluyor belli değil, acaba Fatih Akın, ilk önce yardımcılarına bıraktığı filmin setine ve yönetmen koltuğuna geri mi dönüyor, nedir?.

Böylesine, adeta ikiye yarılmış bir filme de nadir rastlanır yani..


The Cut / Kesik

Yönetmen: Fatih Akın
Senaryo: Fatih Akın, Mardik Martin
Oyuncular: Tahar Rahim, Simon Abkarian, Makram Khoury, Hindi Zahra, Kevork Malikyan
Yapım: 2014, Almanya / Fransa / Polonya / Türkiye / Kanada / Rusya / İtalya, 138'


5,5   /10