22.2.15

!f İstanbul 2015'ten Filmler ve İzlenimler - II



Kar muhalefeti nedeniyle, benim açımdan iki gün aksayan Festival'de izleyeceğim toplam film sayısı azalsa da, 'Film seçimine hiç girişmeyen, aksine iyi filmlerin kendisini mutlaka seçeceğini umarak, sabırla bekleyen, tuhaf ama güzel insanlar'dan biri olarak, payıma düşenlerden yine de memnun olduğumu söyleyebilirim..
İşte onlardan bir demet daha:
 

Stories Of Our Lives / Yaşamımızdan Hikayeler

Kenya - 2014 - 60' - Renkli - Blu Ray - Svahili Dili, İngilizce

“Belgesel formunun anlatmak istediğimiz öyküsel hikayelerin inceliğini ve kapsamını veremeyeceğini hissettik. Bu yüzden öykülerin evrenselliğini birden çok kısa ve özgün hikayeyle yakalamak istedik.” Jim Chuchu (Yönetmen)




Yaşamımızdan Hikayeler: Kenya'da gay olmak.

Nairobili multidisipliner bir sanat kolektifi, kendilerini gey, lezbiyen, biseksüel, trans ve interseks olarak gören bireylerin deneyimlerini ve tanıklıklarını arşivlemeye başlar.
“Yaşamımızdan Hikayeler” adını verdikleri projeyle Kenya’da kuir olma deneyiminin ne demek olduğunu araştırmaya koyulurlar.
Bu topladıkları hikayeleri gene kendilerinin içinde yer aldığı bir ekiple, çok küçük bir bütçe yardımıyla kısa bir sürede bu muazzam kısa filmler antolojisine dönüştürürler.
 Her biri sadeliğiyle ve şiirsel naifliğiyle göz alan bu kısa ama etkileyici filmler dünyanın en muhafazakar ve homofobik yerlerinden birisinde kuir olma deneyiminin birebir tanıklıkları da aynı zamanda.
Yakın zamanda kendi ülkesinde yasaklanan Yaşamımızdan Hikayeler LGBTİ haklarının her yerde tartışılabilmesi için evrensel bir çığlık adeta.



Filmin mmknmrtb notu ::

Tek yönetmen tarafından, belki de 'problem'in muhtelif yüzlerini net bir biçimde sergilemek amacıyla, kısa film mantığıyla çekilmiş işlerden oluşan Stories Of Our Lives, öykülerini, yani derdini gayet açık, aynı zamanda da oldukça estetik bir üslupla anlatan, iyi bir drama..

Olaylar Kenya'da geçiyor, ama dünyanın her ülkesinde -az ya da çok- aynen yaşandıklarından hiç şüphemiz yok..

Az gelişmişliğin olumsuz etkisi asla yadsınamasa da, queer'liğin her açıdan evrenselliğini ortaya koyan film, 'erkek-erkek' ya da 'kadın-kadın' eşcinselliğinin, muhafazakâr -aslında bağnaz- özellikli toplumda yarattığı aşırı tepkiyi ortaya koyarken, genel anlamda sevgililikten kaynaklanan, kıskançlık gibi 'beynelmilel' durumları da ihmal etmiyor..  

  3.5 / 5




Iranien / İranlı

Fransa, İsviçre - 2014 - 105' - Renkli - DCP - Farsça



“Yeminle, eğer kıyamet gününe inanmasaydım, senin itibar ettiğin hiç bir kuralı dinlemezdim,” (Filmden)

Ya çarşaf ya çıplaklık

Endişeye gerek yok.
İran’da İslami rejimin devamı için çalışan din adamları, bir insanın olabileceği her şey olmuşlar.
Danışman, avukat, politikacı, psikanalist, filozof ve hatta gerekirse tıp doktoru. En azından muhteşem demagoglar.
Mesela, birbirlerini hormonal dengesizlik yarattığı için müziğin sağlıksız olduğuna ikna edebiliyorlar.
Her iddianın sonuna kaynak göstermeden “bilim kanıtladı” ibaresi ekleyebiliyorlar.
Fransa’da yaşayan liberal bir naif İranlı, bu din adamlarına birlikte yaşamanın mümkün olduğunu, İran’ın kendisi gibileri de taşıyabileceğini göstermeye kararlı.
Hepi topu dört kişiyi, bir evde kısa bir süre beraber yaşamaya ikna etmesi üç yılını alıyor.
Herkes ailesiyle gelecek, odalarında özellerini yaşayacak, salonda ise ortak bir kamusal alan yaratacaklar.
Kadından müziğe, yaşamdan ahirete her şey masaya yatırılıyor.
En hafif deyimiyle, çıldırtıcı bir şekilde aydınlatıcı bir deneyim.


Filmin mmknmrtb notu ::

Filmin tanıtım yazısında gayet isabetli bir teşhisle 'naif' olarak nitelendirilmiş 'Laik' bir İranlı adamın -yani yönetmenin ta kendisinin- İslam şeriatı ve onun yılmaz savaşçıları olan bir grup bağnazla girdiği, her açıdan 'adil olmayan' bir 'fikir mücadelesi'nin belgesi..

Belgeselin çıkış fikri ilginç, ama varacağı nokta daha en baştan öylesine belli ki..
Fransa'da yaşayan, burada gördüğü ve benimsediği  laik demokrasiyi, İran'daki evinde misafir ettiği, seçme tiplerden oluşmuş 'bilinçli' bir şeriatçı güruhuna tarif etmeye ve savunmaya soyunmuş, naif olduğu kadar çekingen, kibar olduğu kadar da sanatçı ruhlu bu adamın, öncelikle, dinin dogmadan ibaret duvarlarının altında kalacağı kesindir..

Öte yandan, bu 'boş' çabanın asıl amacının, bu fiili durumu açıkça ortaya koymasıdır; ki bunun da değerli olduğu kesin..

Fiili durum şudur: Bizdekilere de bakarak az çok tahmin edebilirsiniz; ki mutlak iktidarda olmanın rahatlığıyla, farklı düşüncelere ve düşünenlere tepeden bakan, yeri geldiğinde güler yüzle, lüzumunda sert çıkan muktedir dinciler için her şeyin cevabı tektir ve nettir..
Ey liberal laik iyi dinle..
Cevap tektir; çünkü Allah tektir..
Ayetullah Humeyni de tektir ve tek liderimizdir..
Öyleyse devlet de tektir, din de tektir, ideoloji de, düşünce de tektir..

Nettir; çünkü din nettir..
Belki din dediğimiz şey tamamen bizim yorumumuzdan ibarettir ama olsun -hem bu seni hiç ilgilendirmez- Kitab'ımız da tektir ve o ne diyorsa odur, o olmalıdır..
Ve bütün bunların hepsi ispatlanmıştır ve bilimdir..
Öyleyse, ne diyorsak, ne iddia ediyorsak gayet bilimseldir..
Ne yani, sen Allah'a, Humeyni'ye, Kuran'a inanmıyorsan, bilime de mi inanmıyorsun efendi!.

Evde kadınlar da vardır; sözleri edilir ama görünmezler, ne düşündükleri zaten önemli değildir..
Daha kadın olmamış küçük kızlar, haremlik ile selamlık arasındaki bağlantıyı sağlarlar..
Erkekler yerler, içerler, namaz kılıp dua ederler ve öldükten sonra, Cehennem'den çok çok uzakta yerleşecekleri Cennet'in en güzel parselinde aynı şeyleri yapmaya devam edeceklerinin hayalini kurarak, Kıyamet Günü'nü beklerler..

Yüzüne küçümseyerek baktığı muhatabına sırıtarak, “Eğer kıyamet gününe inanmasaydım, senin itibar ettiğin hiç bir kuralı dinlemezdim” diyen o 'bilim adamı' belki Müslüman olmuştur ama, vicdan sahibi bir insan olamamıştır..
'İnanç' dediği o şeyin 'korku'dan ibaret olduğu da gayet nettir..

Ve finalde öğreniriz ki yönetmenin pasaportuna 'bilimsel olarak' el konulmuş olup, yine gayet bilimsel olarak, bu naif arkadaşımızın bir daha İran'a girişi yasaklanmıştır..
Suçu sabittir: Ülkenin tek 'bilimsel' ideolojisini tartışmaya teşebbüs..

  3 / 5




Actress / Oyuncu

ABD - 2014 - 88' - Renkli - DCP - İngilizce





“Sanırım sarsak biriyim, belki çok ince değilim.” (Filmden)

Tekrar başla.

Brandy Burre, The Wire dizisinde oynarken hamile kalınca oyunculuğa ara veriyor.
İki çocuğu için tam zamanlı anne olmayı seçiyor.
Şimdi geri dönmeye hazır ama yapabilecek mi, sektör onu almaya hazır mı? Ayrıldığında henüz 30 yaşında bile değilken, şimdi aradan geçen zamanın yüzünde bıraktığı izler artık sinema dünyasında pek çekici görülmüyor.
Ancak problemleri bu kadarla kalmıyor.
Bütün bu yıllar içinde yatırım yaptığı aile hayatı da kaçınılmaz olarak çökmek üzere.
 Kendi deyimiyle, bir yangının içinde duruyor ve geri kaçmak ne kadar konforlu gözükse de, yangının içinden geçmek zorunda çünkü ne zamandır evliliğinin doğru olmadığını biliyor.
Ancak bunu bilmek, o süreci daha kolay hâle getirmiyor.
Bir kadının yaşam yolculuğundaki en zor dönemlerden birini teşhir eden dürüst ve cesur bir yapım.
Zor bir kadın, her zaman hoşa giden bir tip değil; ama tüm bunlarla çok gerçek ve tanıdık.


Filmin mmknmrtb notu ::

Öncelikle şurası bir gerçek, bu filmi izlerken üzerinizde, 'Dünyanın en antipatik oyuncusu ya da dünyanın en gıcık insanı' unvanını gururla taşıyacak biri izlenimi  bırakması kesin olan Brandy Burre'nin, hiç durmadan anlattığı o ailevi ve mesleki sorunlarının sizi zerre kadar ilgilendirmediğini hissetmeniz o kadar normal ki..
Lütfen kendinizden şüphe etmeyiniz..

Her mecrada, her zaman o kadar anlattığım, uyardığım halde hiç kulak asmamış ve evlenmiş, üstelik çocuk da yapmış bu kadının gözyaşları beni neden etkilesin ki?.
Hem, yıllar önce bir bir sıraladığım şu aptallıklarını şimdi gelip de bana niye anlatıyorsun be kadın?.
En az senin kadar aptal, kocan olacak o adamdan ayrılmayı kafana koymuşsun da şimdi beni buna da mı alet etmek istiyorsun?.
Ya git be salak!. beter ol!.

Oyuncu ya da ünlü olmasa, hiçbir özellik, hiçbir güzellik ya da önem taşımayan, 'gerçek' bir yaşantı parçasının, aşırı sübjektif bir tavrın egemen olduğu, duygu istismarını hedefleyen roller kesilerek yeniden canlandırıldığı, içeriği sığ, ama tekniği, yönetmenliği usta işi bir belgesel..

  2.5 / 5




Der Imker / Arı Yetiştiricisi

İsviçre - 2013 - 107' - Renkli - DCP - Kürtçe, Almanca





“Beni onunla ilgili en çok etkileyen şey ne olursa olsun, insanca yaşamayı ve düşleri için mücadele etmeyi hiç bırakmamış olmasıydı.” Mano Khalil (Yönetmen)

Bir arı yetiştiricisinin dokunaklı hikayesi.

İbrahim Gezer, Türk-Kürt savaşının yarattığı çalkantıyla birlikte sahip olduğu her şeyi kaybetmiştir: karısı, çocukları, yaşadığı topraklar ve yaşamının büyük bir kısmını oluşturmuş 500’ün üzerindeki arı kovanı etrafından bir çırpıda uçup gitmiştir.
Mano Khalil, bu incelikli belgeselinde bizi İbrahim’in dokunaklı ve oldukça güncel yolculuğuyla baş başa bırakıyor.
Arılara olan sevgisi ve insanlığa dair sarsılmaz inancıyla yapayalnız bir şekilde göç yollarına düşen İbrahim, kendisini İsviçre’de bir göçmen olarak bulur.
Her şeye rağmen arılara ve yaşama olan tutkusuyla ayakta kalmaya çalışan İbrahim’in insancıl hikayesi, akıldan çıkmayan bu belgeselle ölümsüzleşiyor.


Filmin mmknmrtb notu ::

Türkiye'nin, toprakları dahilindeki Kürt ve Kürdistan gerçeğini -tarihinden gelen bir siyasi mirasla- görmezden gelmesinin, nice canların yitirilmesinden ve İbrahim ağbi gibi nice değerli, pırlanta misali insanlarımızın hayatlarının alt üst edilmesinden başka bir işe yaramadığını hâlâ idrak edemeyenler var mı acaba aranızda?.

Öldürerek, sürerek, küstürerek yitirdiğimiz o değerlerle birlikte daha renksizleştiğimizi, daha fakirleştiğimizi ve daha yalnızlaştığımızı görmek bu denli zor mu?.
Azınlık kategorisinden gördüğümüz Hıristiyanlarımızı ve Yahudilerimizi öz yurtlarından sürdük, yok ettik de Müslüman Türkler olarak başımız göğe mi erdi.. de şimdi sıra, Müslüman Kürtlere geldi?.

Köyünde arıcılık yaparak, hem kendine, hem ailesine, hem de memleketine yarar sağlamaktan başka bir şey yapmayan bu çalışkan, bu dost canlısı, bu doğa aşığı, bu güzel insandan ne istediniz yahu?.

Sizin insaf, insanlık, adalet tanımaz yönetimleriniz ve yöntemlerinizin eseri olarak, en sonunda İbrahim emmi değilse de onun çocuklarını isyan ettirdiniz, haklarını dağlarda aramaya mecbur kıldınız..
Onlara gücünüz yetmeyince, köydeki o güzelim babayı hedef seçtiniz, çocuklarını ispiyonlaması için ona işkence ettiniz, evini yaktınız, binbir emekle oluşturduğu arı kolonilerini, kovanlarını yok ettiniz, biricik karısını intihara sürüklediniz..

Peşinde olan devletten yıllarca kaçan, dağlarda dolaşan İbo, en nihayet, ta İsviçre Alplerinde, arıcılık yapmak için çabalayan bir mülteciye dönüşecek, memleketine ve eski güzel günlere yeniden kavuşma hayalini hiç yitirmeden -yine aynı nedenle- oralara yerleşmiş çocuklarının varlığına rağmen, hayat mücadelesini tek başına sürdürmeye devam edecektir..

Der Imker, pek netameli konusunu asla istismar etmeyen, doğrudan siyasete hiç girmeyen, körü körüne bir Kürt dostluğu, Türk düşmanlığı da yapmayan, sadece gerçekleri gösterip anlatırken -asıl derdi olan- İbrahim Gezer'in eski ve yeni yaşam öyküsüyle birlikte, arı yetiştiriciliğine odaklanan, gayet başarılı bir belgesel..

  3.5 / 5


Önceki demet için bkz..