12.5.15

David Robert Mitchell : Gerçek olmayan bir dünya yaratmayı seviyorum.



Hastası olduğunuz kültür ve sanat blogunuz mmknmrtb iftiharla sunar..

Her zamanki gibi her zorluğa göğüs geren ve hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan acar muhabirimiz M. N. Acar, bu hafta gösterime giren, gizemi yoğun, kalitesi yüksek korku filmi It Follows / Peşimdeki Şeytan'ın senarist yönetmeni David Robert Mitchell'i büyük bir kovalamacadan sonra yakalayıp röportaj vermeye ikna etti..
Film hakkında önemli ipuçlarına ulaşmayı da sağlayacak bu söyleşiyi özellikle filmi izlemiş olanlara öneririz..

Film cesur bir açılış sahnesiyle başlıyor. Bu açılış sahnesi nasıl düşünüldü?

Film konusunu, 10 yaşındayken sık sık gördüğüm ve birçok insanın o yaşlarda gördüğünü düşündüğüm, bir şey tarafından kovalandığım bir kâbustan alıyor.

Kâbusumda beni kovalayan şey yavaş hareket eden ama takibi hiç bırakmayan bir şeydi.
Okulun bahçesinde yere serilmiş yatıyordum ve bir çocuk karşıdan üzerime geliyordu.
Bir şekilde bu çocuğun bir canavar olduğunu biliyordum.
Bir cadde boyunca ondan kaçtıktan sonra bir yerde dikilip onu bekledim.
Bir süre sonra çocuk caddenin başında gözüktü ve beni takip etmeyi sürdürdü.
Bu canavar her şeye dönüşebiliyordu. Her seferinde farklı biçimlerde görüyordum onu.
Bu kâbuslardan kurtulduktan çok sonraları, kâbuslarımın filme aktarılması filmi ilgi çekici gelmeye başladı.



Hikâyeyi ilk yazmaya başladığınız andan son halini aldığı ana kadarki yazma sürecinizi dinlemek ilginç olabilir.

Filmi yazmam da çekmem de çok hızlı oldu. Bir arkadaşım aracılığıyla yapımcılarımla tanıştım ve bir yıldan kısa sürede filmi tamamladık.
Başlangıçta görüntü yönetmenliğine odaklanarak özel bir görsellik ortaya çıkarmaya çalıştık. Böylece çekimlere başlamadan filmin sesini bulduğumuza inanıyorum.



Filmin görselliği gerçekten ilgi çekici. Kimlerden etkilendiniz?

Çok fazla isimden! Carpenter filmleri, birçok korku filmi ve farklı türlerde nice filmler…
Paris, Texas’ı defalarca izledim. “Bitmeyen Balayı”, “Şeytanın Yavrusu”, “Cinnet” ve “Body of Snatcher”ı (Hem 50’ler hem de 70’ler versiyonlarını) tekrar tekrar seyrettim.
Cronenberg filmleri, Mavi Kadife, Creature From the Black Lagoon… Todd Hido ve Gregory Crewdson gibi fotoğrafçılardan da etkilendim.
Büyüleyici ve ilham verici işler hepsi.


Filmin tonu ve atmosferini kurarken kamerayı nasıl kullandınız? 

Film düşle gerçeklik arasında gidip geliyor. Uzun sahneler filmi gerçekliğe yakınlaştırırken, panlar ve zoomlar filme bir düş havası katıyor.
Her şeyi göstermememiz gerekiyordu. İlk filmimde kamera çok manipülatifti. Bu sefer filmin seyirciye her zaman nereye bakması gerektiğini göstermek istemedik. Bu yüzden kamerayı daha mesafeli yerleştirdik. Böylelikle her şey ortada oldu ve bir şey yaklaştığında onu seyirciye haber vermek zorunda kalmadık.
Bir şeyleri göstermeyip insanların onu bulmasını sağlayarak genel bir tekinsizlik ortamı yaratıp neyin nereden geleceği açıkta bırakmayı amaçladık.
Filmin düşsel yanı için ise kesin konuşamıyorum. Kâbuslardan esinlenmiş olması da olabilir, kişisel estetik tercihlerim de.
Tam olarak gerçek olmayan bir dünya yaratmayı seviyorum. Aynı şekilde film bir dönem filmi değil; ama çok modern bir film olmasını da istemedik. Bildiğimiz, çağdaş öğeler taşısa da filmin zamansız olmasını sağlamaya çalıştık.



Bir taraftan Myth’i çeken yönetmenin filmi diyebiliyoruz; ama diğer yandan korku filmi olduğu içinden ondan çok farklı duruyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Bence arada büyük bir fark yok. Korku filmlerine, özellikle de klasiklere bayılıyorum. Daha farklı filmler yapmak istiyorum.
Sanırım Myth’in tonunu alıp daha büyük karakterlere yerleştirdim ve onları ürkütücü bir olayın ortasına bırakarak nasıl hareket edeceklerini görmek istedim.



Filmdeki korkunun birçok kaynağı var. Cinselliğin filmde oynadığı rolü açıklayabilir misiniz?

Ne kadar açıklamaya çalışırsam büyünün o kadar kaçacağından korkuyorum. Ama bir insanın cinselliği keşfetmesinin ürkütücü bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bu keşif sırasında insanın başka endişeleri de vardır. Hepsini başka bir seviyede işlemek istedim.

Yönetmenin yanındaki acar muhabirimiz değil, güzel oyuncu Maika Monroe

Maika’yı bu role nasıl seçtiniz?

Çok basit. Sahneyi mükemmel okudu. Benim sayfalara dökemeyeceğim bir kırılganlık vardı sesinde. Doğru seçim olduğuna şüphe yoktu.
Oyuncu seçimi kritiktir ve bundan daha iyi bir oyuncu ekibim olamazdı. Hepsi iyi iş çıkardı.



Evet tüm performanslar ilgi çekici. Film, Myth’in sahip olduğu doğallığı da yitirmiyor. Duygular yükseldiğinde filmin tonunun yapmacık bir hal almamasını neye borçlusunuz? 

Cevaplaması zor bir soru. Yaptığım yönetmenlik, o an oyunculara ne yardımcı olacaksa onu önermek ya da ona göre yönlendirmekti. Bu filmde işlerin günlük performanslara göre değişeceğini biliyordum ama yine de nasıl tarif edemeyeceğimi bilmediğim bir performans aralığı tutturmaya çalıştım.
Doğal ama bir o kadar doğallıktan uzak, hayatın kendisinden daha yumuşak, düşük bir karakter oyunculuğu istiyordum. Benim için ilginçti…
Hatta belki de filmin en gerçeküstü anlarından bile gerçekle doğal arasındaki çizginin belirginleşmemesi bundandır.

Evet; ama doğal doğru bir kelime değil, düşsel bir yanı var…

Alışık olduğumuzdan daha farklı bir şey… En azından öyle olduğunu umut ediyorum.