28.4.16

Kor :: İnsan ki kaypaktır özünde


Kocası Cemal yaşadığı çöküşün ardından, bir iş için gittiği Romanya’da tutuklanınca acilen ameliyat olması gereken hasta çocuğuyla bir başına kalan Emine, elişi aldığı atölyede kocasının eski patronu Ziya ile karşılaşır. 
Ziya bir zamanlar çok hoşlandığı ama Cemal’i seçip onunla evlenen genç kadının ve çocuğunun durumunu öğrenince kayıtsız kalmaz.

Cemal aylar sonra İstanbul’a döndüğünde her şey beklediğinden iyi görünmektedir. 
Emine konfeksiyon atölyesinde çalışmaktadır, çocuğu sağlıklıdır. 
Ancak, tesadüfen bulduğu kabarık hastane faturası, Ziya’nın çocuğunu ameliyat ettirdiğini öğrenmesine ve Eminenin bunu gizlediğinin ortaya çıkmasına neden olur.

Başına gelenlerden Ziya’yı sorumlu tutup ondan nefret eden ve Emine’yi deli gibi kıskanmakta olan Cemal, altında başka korkular taşıdığı bu sert ve acımasız durumla yüzleşmeyi mi, yoksa görmezden gelmeyi mi seçecektir?




Devran dönerken

Aramızda, 'Öküz Erkek' modelini tanımayan var mı arkadaşlar?.
Herkes tanır onları; "Ben bilemedim kardeş, nasıl bi şey o?" diye soran kadınsa eğer kocasına falan bakmasını, erkekse de aynaya bakmasını söyleyin, bakın nasıl da hemen tanıyacaklardır..

Cemal, işte bu modelin birazcık haddini bilen, hassas görünümlü 'aşık erkek' halidir belki ama, genlerinde vardır işte öküzlük; kaçamaz ki ondan..  
Kendi asla hesap vermez, ama 'eline düşmüş' zavallı kadına her fırsatta hesap sorar bu öküzler..
Üzerine düşeni yapmadığı gibi aklına eser, çoluğunu çocuğunu ortada bırakıp siktir olup gider, bi bok beceremeden de geri döner; bu arada tek başının ve biricik çocuğunun çaresine bakmaya çalışan kadına -bir de utanmadan- hesap sormaya kalkışır..




Filmin asıl olayı budur aslında, gerisi de teferruattır..
Gelgelelim -bunu herkes anlatır- Demirkubuz'un asıl olayı da iş bu teferruatta gizlidir..
Usul usul girilir ayrıntılara; sokaklarda, kahvelerde, atölyelerde, odalarda, perdelerin arasında, kapı aralıklarında, balkon girişlerinde, televizyon camlarında -adeta gizlenerek- görüntüler arayan kameranın asıl amacını anlamakta çok gecikmeyiz; kamera -ya da Demirkubuz- artık, 'olaya karışan' üç kişinin beyin kıvrımlarında dolaşmakta, onların 'insani' düşüncelerini, korkularını, telaşlarını, zayıflıklarını bir bir okumakta, okutmaktadır..

Buradaki üç kişinin tüm bu halleri ve nihayetinde alacakları kararlar ya da kararsızlıklar, onların hem kişisel hem de ortak yazgılarını oluşturacaktır..
O üç kişiyi iki kişi de yaparsın, iki bin kişi de, iki milyar da.. hiç fark etmez..
Hayat denilen şey de budur zaten; 'teknik' olarak da böyle çalışır, böyle döner bu devran..




Demirkubuz'un egosal ve 'NBC'sal' zaafları

Son yapılan 'çok güvenilir' bir araştırma ve soruşturmaya göre- Türkiye'nin en iyi 'ikinci' yönetmeni olduğu tescillenen yönetmenimizin istisnasız her filmine uyan şu -naçizane- tesbitimi burada da tekrarlayayım; Zeki Demirkubuz, yine çok iyi bildiği ve her filminde olağanüstü bir ustalıkla da bize tarif ettiği o 'insani sular'ın en hakikisinde kulaçlar atmaya devam ediyor..

Lâkin..
Tüm psikolojik derinliğine, gerçekçi toplumsal yaklaşamına; yönetmeninin tüm -teknik ve içerik- alameti farikalarını temsil etmesine karşın -genel olarak- Kor, Zeki Demirkubuz'un en zayıf filmi olmuş denebilir..
Yalnız şunu ekleyeyim, 'zayıf' dediğim bu film, illaki yılın en iyi işleri arasına girebilecek kadar da kaliteli..
Demek istediğim; bu değerlendirmem 'Demirkubuz Standartları' üzerindendir..

Yönetmenin -herkesin bildiği kendinin de saklamadığı, kimi egosal ve 'NBC'sal' zaaflarının bir neticesi olarak- filmin süresini uzun tutma 'hedef'i, Kor'u yaralayan en önemli husus..
Bu zaaflardan ikincisi Bulantı'da işe yaramıştı oysa, ama burada, maalesef..




Kendi içinde bir kaç 'final' yaşayan, ama yönetmenin bir türlü bitirmeye kıyamadığı şu filmi 'onun yerinde ben olsam' öyle bir yerde bitirirdim ki, neredeyse baş yapıtım haline gelirdi!.

Alabildiğine yoğun düzeyde olan etkisinin, anlatım uzun bir sürece yayıldığında seyrelerek hafiflediğini hissettiğimiz Kor'un, -hem filmin montajı, hem de öykünün gidişatı anlamında- bir 'kurgu problemi' yaşadığı çok açık..
Tuhaf olan da, bu problemin bir benzerine Demirkubuz filmografisinde hiç rastlamamış olmamız..
Neyse.. önümüzdeki filmlere bakıcaz artık..




Konuyla ilgili son sözüm şudur hakim bey

Ünlü ozan, değerli sevi adamı Aşık Serteli'nin de bir şiirinde dediği gibi; "İnsan ki kaypaktır özünde."

İçten pazarlıklıdır insan, sözüne güvenilmez, sürekli ve kolayca yalan söyler, kendini dahi kandırır yahu!.
Üstesinden gelinemeyecek, canını acıtacak, başını belaya sokacak, düzenini bozacak, konforunu sallayacak gerçeklerden kaçmanın gayet işlevsel bir yoludur kendini kandırmak..

Sever, sevmiyormuş gibi yapar ya da tam tersi; kızar, kızmıyormuş gibi, nefret etmiyormuş gibi de yapar; söyler, söylememiş gibi yapar; ister, hiç istemiyormuş gibi yapar; hiç düşünememiş gibi de yapar insan..

Diğer insanlarca pek hoş karşılanmasa, kınansa bile gayet 'insani' bir davranıştır bu; başı belaya girmek üzeredir ve büyük ihtimal de hayatını karartacak o darbeyi yemek istemiyordur..




Devran dönecek, zamanı gelecek, o 'diğer insanlar' da aynı davranışı sergileyecekler, ama inkâr edeceklerdir..

Ve.. kendini sürekli diken üstünde tutan o "somut engel" ortadan kalktığında, hâlâ kabak gibi ortada duran gerçeklerin de yok olduğuna kendini inandırır insan..
'Yaşamak' için başka çaresi de yoktur; tehlike geçmiştir, örter üstünü -aşk da dahil- tüm olumsuzlukların..
Örttüğünü sanır.. garibim..
 
Kor

Senarist - Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Aslıhan Gürbüz, Caner Cindoruk, Taner Birsel, İştar Gökseven, Çağlar Çorumlu
Yapım: 2016, Türkiye, 145'

 /10