14.4.16

Mirlan Abdykalykov: Doğa, Kırgız göçmen kültüründe önemli bir yere sahiptir.



Kuşaktan kuşağa aktarılan efsaneler, gündelik hayattaki önemlerini kaybetseler de Mirlan Abdylkalykov’un Sütak’ının omurgasını oluşturuyor.

Kırgızistan’ın en tanınan ‘auteur’lerinden Aktan Abdylkalykov’un oğlu olan yönetmen, ilk uzun metrajlı filmi Sütak’ta göçebe bir ailenin hikâyesini anlatabilmek için efsanelerin gücüne başvuruyor.
Sütak’ın göçebe ailesi, sanayileşmenin kaçınılmaz etkileri karşısında doğal yaşamlarını korumak için efsanelerine sarılıyor.
Abdylkalykov ise onların yaşamını, izleyiciyi gündelik hayatın derdinden tasasından kurtarmasını umduğu bir hikâyeye dönüştürüyor.


Sütak’ın hikâyesi nasıl ortaya çıktı?

Senaryo Aktan Arym Kubat (ya da diğer adıyla Abdylkalykov) tarafından yazıldı. Kafamızdaki ilk düşünce, medeniyetten uzak yaşayan göçmen bir ailenin hikâyesini anlatmaktı. Bu yüzden de projenin ilk adı “Kutsal Göçmenler” olarak belirlendi. Ancak senaryo üzerine çalıştıkça hikâyeye sütak kuşunun efsanesi eklendi. Bu, filmin ana kadın kahramanı Shaiyr’in de yaşadıklarını yansıtan bir efsane olarak kullanıldı.




Filmin hem yerel hem de dışarıya kapalı göçmen kültürünü ele alıyor oluşu, uluslararası izleyicinin algısını nasıl etkiliyor? Bu kültüre aşina bir sinemacı olarak, filmdeki bazı unsurların yabancı izleyiciler tarafından anlaşılamayabileceği endişesine kapıldınız mı?

Filmin çok yerel bir hikâye anlattığı konusunda hemfikirim. Hatta Kırgızistan için bile böyle bir göçmen kültürü yok olmanın eşiğinde. Umudum, filmin izleyiciyi bambaşka bir dünyaya, gündelik hayatın üzerinde, politik anlaşmazlıkların, terör meselesinin ya da diğer dünyevi sorunların izinin bulunmadığı apayrı bir boyuta taşıması.
Ancak şunu da söyleyeyim, bence film aynı zamanda dünyanın her tarafına tanıdık gelecek evrensel temalara da dokunuyor: Aşk, sadakat, yalnızlık, umut, yok olan gelenekler ve kültürler gibi… Bazı geleneklerin uluslararası izleyici tarafından algılanamayabileceğinin farkındayım. Ancak izleyicinin yeni kültürlerle tanışmak için çaba harcayacağını umut ediyorum. En büyük dileklerimden biri, yabancı izleyicilerin film vasıtasıyla ülkem Kırgızistan’a dair yeni bir şeyler öğrenmesi.



Film, aynı zamanda sanayileşen dünyada göçmen kültürünün karşı karşıya kaldığı tehditlere de dikkat çekiyor. Bu, halihazırda Kırgızistan’da yaşanan bir sürecin tezahürü mü? Göçmen kültürüyle şehir yaşamı arasında filmde yansıtıldığı kadar keskin bir ayrım var mı?

Göçmen kültürü hâlâ yaşasa da yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Filmimle sadece bu tehditlere dikkat çekmek istemedim. Temel mesele Kırgız kültür ve geleneklerinin, kimliğimizin, yüzümüzün yok olmaya başlaması. Bugünlerde sanayileşme, Arap ve İslam yaşam tarzının baskın bir hale gelişi yerel ölçekteki kültürler için bir tehdit kaynağıdır. Benim için Kırgızistan’ın kendi kimliğini, yani tarihini, kültürünü, geleneklerini, inancını ve dilini koruması büyük önem taşıyor.

Bu sizin ilk uzun metrajlı filminiz. Ama daha önce de babanız Aktan Abdylkalykov’un üç filminde rol aldınız. Bu alandaki tecrübeniz, kendi yönettiğiniz filmdeki oyuncularla çalışmanızı nasıl etkiledi?

Babamın filmlerinde oynamanın yanı sıra aynı zamanda çeşitli filmlerde reji, görüntü yönetmeni, yapım asistanı olarak çalıştım, sette görev aldım. Tabii ki tüm bu tecrübem, oyuncularla çalışmalarımda ve yapım için gerekli organizasyonu sağlarken çok işime yaradı. Babamla çalışırken sadece oyunculukla ilgili bir şeyler öğrenmekle kalmadım, aynı zamanda yönetmenliğe dair de bilgi sahibi oldum. Onun tarzı benim de sinemacılık anlayışımı etkiledi. Ama her zaman kendime ait bir vizyonum oldu. İlk film çekmeye başladığımda omuzlarımda büyük bir yük hissederek babamın gölgesinde kalmamaya çalıştım. Benim ülkemde oğlun babanın izinden gitmesi hep takdir edilir.



Filmde bahsi geçen iki efsane, sütak kuşunun ve öldükten sonra kartala dönüşen avcının hikâyeleri, senaryonun da belkemiğini oluşturuyor. Bu efsaneler halihazırda var mıydı, yoksa film için mi yazıldı?

Kırgız halk sanatı sözlü anlatılara dayanır. Efsaneler, hikâyeler, şiirler ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılır. Dolayısıyla birçok efsanemiz var. Ve bunların birçoğunun odağında da, Kırgız göçmen kültüründe önemli bir yere sahip olan doğa bulunur. Filmde duyduğunuz efsanelerin hepsi Kırgız kültüründe mevcuttu. Ancak filmin hikâyesine uyum sağlayabilmeleri için üzerilerinde ufak değişiklikler yapıldı.

Biraz da yapım sürecinden ve tamamı doğal ortamda geçen uzun metrajlı bir film çekme tecrübesinin nasıl bir şey olduğundan bahsedebilir misiniz?

Film, deniz seviyesinden 4 bin metre yüksekte, her şeyden uzak Kırgız dağlarında çekildi. Sert rüzgarların estiği, merkezinde elektriğin bulunmadığı, cep telefonunun çekmediği, medeniyetten uzak bir yerdi. Çekim koşulları oldukça zordu. Ama bunların karşısında insanı kendine âşık eden doğal bir ortam, temiz hava, muhteşem şafak ve günbatımı manzaraları, geceleri ortaya çıkan parlak yıldızlar, saf kaynak suyu ve odun ateşinde pişen yemekler vardı. Tüm bunlar da sette harika ve rahat bir atmosfere vesile oldu.



Sütak, İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışması’nda Altın Lale adaylarından. Daha önce festivale gelme imkânınız olmuş muydu? Genel olarak festivale dair düşünceleriniz neler?

Öncelikle filmimi Uluslararası Yarışma’ya davet ettiği için festivale çok teşekkür ediyorum. Ülkemi böylesine büyük ve önemli bir festivalde temsil etmek benim için büyük bir onur. Daha önce ne festivale geldim ne de İstanbul’u ziyaret ettim. Dolayısıyla heyecanla beklediğim bir deneyim. Tüm adaylara bol şans diliyorum ve Türkiye topraklarında barış temenni ediyorum.

Röportaj: Erman Ata Uncu




Sutak / Sütak / Heavenly Nomadic

Yönetmen: Mirlan Abdykalykov 
Senarist: Mirlan Abdykalykov
Oyuncular: Tabyldy Aktanov, Jibek Baktybekova, Taalaikan Abazova, Anar Nazarkulova, Jenish Kangeldiev
Görüntü Yönetmeni: Talant Akynbekov
Kurgucu: Murat Ajiev, Eldiar Madakim
Yapım: 2015, Kırgızistan, 81'




Filmin mmknmrtb notu ::

Filmin adı bir efsaneden geliyor; bir zamanlar gelinine öfkelenen bir şaman onu kuşa çevirmiş, kuş olup uçan gelin de bazı akşamlar ortaya çıkıp, "Sütak.. Sütak!” diye ötermiş..
Zavallı gelin "Sütak" derken, "Süt gibi akım ben, hiç günahım yok" demektedir; ki bu kuşun sesini işitenlerin, bir kase sütü kuşun öttüğü yere bırakması ve üç kez de, "Seni affettim" demesi adet olmuştur..

Sütak, sonradan üzerinde egemenlik sağlayan dinler tarafından yok sayılmış, kirletilmiş Şamanizm'e bir övgü, bir özlemdir..
Ve doğasını elinden almaya gelmiş çok dişli bir canavar karşısında umarsızca bekleşen bir halkın, imdat mırıldanışı..

Bir tanrıya dönüşmüş -daha doğrusu- hep Tanrı'nın ta kendisi olmuş Doğa'nın büyük gücüne duyulan inanç ve saygı, gerçekten de tüyler ürpertici..

Kadim inançlarını unutup gayrı paraya tapan ve o yüce güce kafa tutarak, onun bağrını vahşi makinalarla delik deşik ederek yaralayan, öldürmek için de elinden geleni yapan; atalarının kayalar üzerinde bıraktığı ve şimdiye kadar korunmuş binlerce yıllık izlerini yok ettiğinin bile farkında olamayan insan denen mahluktan daha kötüsünü gördü mü acaba şu dünya!.

4 / 5