14.10.16

Inferno / Cehennem



Oscar® ödüllü Ron Howard, Dan Brown’ın (Da Vinci Code) milyar dolarlık Robert Langdon serisinin en çok satan son kitabının sinema uyarlaması Inferno/Cehennem'le bir kez daha sinemaseverlerle buluşuyor.

Hikayede, ünlü simgebilimci Langdon (bir kez daha Tom Hanks tarafından canlandırılıyor) bizzat Dante’nin kendisiyle ilgili bir dizi ipucunu takip eder.

Langdon bir İtalyan hastanesinde hafıza kaybıyla uyanınca, kendisine hafızasını geri kazanmasında yardımcı olacağını umduğu doktor Sienna Brooks’la (Felicity Jones) işbirliği yapar.

İkili, beraberce, çılgın bir adamın dünya nüfusunun yarısını silip süpürecek olan küresel bir virüsü yaymasına engel olmak için zamana karşı yarışırken Avrupa’nın birçok yerine gitmek zorunda kalırlar.

Columbia Pictures ve Imagine Entertainment, LStar Capital işbirliğiyle bir Brian Grazer yapımı olan Inferno/Cehennem'i sunar.
Başrollerini Tom Hanks, Felicity Jones, Irrfan Khan, Omar Sy, Ben Foster ve Sidse Babett Knudsen’in paylaştığı filmi Ron Howard yönetti.
David Koepp filmin senaryosunu Dan Brown’ın romanına dayanarak yazdı.
Filmin yapımcılığını Brian Grazer ve Ron Howard, yönetici yapımcılığını ise David Householter, Dan Brown, William M. Connor, Anna Culp ve Ben Waisbren gerçekleştirdi.
Filmin görüntü yönetimi ASC ve A.I.S. üyesi Salvatore Totino’nun, yapım tasarımı Peter Wenham’ın, kurgusu ACE’den Dan Hanley ve Tom Elkins’in, kostüm tasarımı Julian Day’in, müziği ise Hans Zimmer’ın imzasını taşıyor..




FİLM HAKKINDA

The Da Vinci Code (2006) ve Angels & Demons'ın (2009) 1,2 milyar dolarlık hasılatla dünya çapındaki muazzam başarısının ardından gelen Inferno/Cehennem, Dan Brown’ın Robert Langdon’lı roman serisinin merakla beklenen üçüncü sinema uyarlaması.
Aynı adlı kitap 2013 yılında en çok satan yetişkin kitabı olarak dünyadaki okurların Robert Langdon’a doyamadığını kanıtladı.

Film yönetmen Ron Howard’ı –kendisi son olarak başarılı Beatles belgelesi Eight Days a Week: The Touring Years'ı yönetti–  hızlı düşünen, yaratıcı Langdon rolünü bir kez daha üstlenen Tom Hanks’le yeniden buluşturdu.
Hanks serinin devam eden cazibesini şuna bağlıyor: “Dan Brown’ın çözdüğü bir şey var: Herkes iyi bir bulmacadan keyif alır; özellikle de bu, insanın her seferinde bir düğümü çözüp nihai sonuca ulaşabildiği türden bir bulmacaysa. Dan Brown uyarlaması olan filmler izleyicilere bunu sunuyor: The Da Vinci Code’la başlayan bu serinin filmleri adeta interaktifler.”

İsmini Dante’nin başyapıtından alan, Latince’de cehennem anlamına gelen Inferno'da psikolojik gerilim  öğeleri de bulunuyor.
Filmde, bir hastanede uyanan Dr. Robert Langdon, o güne kadar yaşadığı en büyük zorlukla karşı karşıya olduğunu anlar; hafızasını kaybetmiştir.
Hummalı imgelemler ve şiddetli baş ağrılarından kurtulamayan Langdon’ın başına ne geldiğini ve bunun nedenini bulması gerekmektedir.

Hanks bu konuda şunları söylüyor: “Filmde cehennem, Langdon’ın içinde bulunduğu hem zihinsel hem de fiziksel deneyimi betimliyor; çünkü bir yandan başındaki ağrı, bir yandan da bunun nedenlerini bilmemek onu harap ediyor.”




Dan Brown ise şunları söylüyor: “Hiç kuşkusuz, Robert Langdon, filmin başında kendi cehennemini, kendi İnferno’sunu yaşıyor. Bir hastane odasında uyanıyor, insanlar onu öldürmeye çalışıyor ve taşıdığı tarihi eserin ne olduğu konusunda en ufak bir fikri yok. Onu kimin neden öldürmek istediğini bulmak için bir dizi ipucunu takip etmesi gerekiyor. Sonunda ise tehditin kendi şahsi dramından çok daha büyük olduğunu, gezegenin geleceğinin tehlike altında olduğunu fark ediyor.”

“Inferno/Cehennem” serinin görsel açıdan şu ana kadarki en stilize yapımı.
Bir dizi esrarengiz rüya sekansı izleyiciyi Langdon’ın kafasının içine sokuyor ve daha önceki iki filmden bambaşka bir his yaratıyor.
İşte yönetmen Ron Howard’ı seriye çeken şey de tam olarak buydu. Yönetmen olarak otuz yılı aşkın kariyeri boyunca 23 sinema filmine imza atmış olmasına rağmen, devam filmi olarak başına geçmeyi kabul ettiği yegane iki film “Angels & Demons” ve “Inferno/Cehennem” oldu.
Bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Robert Langdon kadar sevdiğim karakterler oldu ama kendimi her zaman farklı bir şey yapmaya zorlamak istiyorum. Böylesi kendini tekrar etmekten daha ilginç. İşte Dan Brown’ın kitaplarına dayanan filmler de tam olarak böyle: Her biri diğerinden çok farklı, Dan her macerada bambaşka temalar irdeliyor. ‘Inferno/Cehennem’ stil açısından en farklı olanı. Bu seride, geriye dönüp, sevdiğim bir karakteri yeniden ele alırken kendimi yeni yönlere itmeye devam edebiliyorum.”



Filmde, Langdon’ın Dante’nin destansı şiiriyle ilgili ipuçlarından anlam çıkarması gerekir. Howard bunu, “Dante’ye takıntılı bir adam, Langdon’ın halüsinasyonlar gören zihnine eziyet ediyor. Langdon parçaları alıp kendisi için bırakılan ipuçlarından anlam çıkarmak zorunda” diye açıklıyor.

Yapımcı Brian Grazer ise şunları söylüyor: “Dante bizlerin modern cehennem olgumuzu icat etmiştir. Kitapta, Dante dünyada günah işlemiş olanların şiirsel bir adaletle cezalandırılışına tanık olur. Bu, Langdon’ın filmde çözmesi gereken bulmacaların temelini oluşturuyor. Dante cehennemi tasvir etti; ressam Boticelli cehennemi resmetti; ama ölümcül bir virüsün serbest bırakılmasını önleyerek dünyanın cehenneme dönüşmesini yalnızca simgebilimci Robert Langdon engelleyebilir.”

Brown’ın kitaplarının böylesine etkili olma nedenlerinden biri, tarihin gerçek gizemlerini modern izleyiciler için heyecan yüklü gerilimlere dönüştürme konusundaki dehası. “Inferno/Cehennem”de, Brown’ın başlıca ilham kaynağı Dante’nin Inferno’su.
14. yüzyılın büyük İtalyan şairi Dante ilk adımı günahı reddetmek olan ruhun Tanrı’ya doğru yolculuğunu betimlemeye çalışmıştır.
Destansı şiirinde, Dante’nin kendisi cehennemin dokuz çemberinden geçirilirken, tövbe etmeyen günahkarların şiirsel bir adaletle cezalandırıldığını görmektedir: Falcıların kafaları geriye dönüktür ve ileriyi göremezler; “yapış yapış parmaklı” kirli siyasetçiler, kaynamış ziftin içine atılmışlardır. ("Nerde o günler!" 'mmknmrtb')
En büyük cezalar ise Dante’nin en büyük kötüleri olan hainler için saklanmıştır: Şeytan’ın üç ağzı içinde sonsuza dek çiğnenecektirler.
Bu üç hain, Jül Sezar’ı öldürmüş olan Cassius ve Brütüs ile Judas Iscariot’tur.




Brown için zorluk, bir dehanın 800 yıl boyunca okurlara ve sanatçılara ilham kaynağı olmuş bir eserini alıp, onu Langdon’ın geriliminin lokomotifi yapacak unsurları bulmaktı.
Brown bunun çözümünü modern cehennem anlayışının nasıl olacağını hayal ederek buldu: Çok iyi şekilde örtüşen iki konsepti bir araya getirmeliydi.
Bir yandan, dünya milyarlarca insanın yiyecek bulamadığı aşırı nüfusa sahip bir yer olacaktı; diğer yandan da, dünya nüfusunun yarısını ortadan kaldıracak ölümcül bir hastalık olacaktı.
Ve dünya üzerindeki bu cehennem için, Brown, Dante’nin şiirsel adalet fikrinden yararlandı: Bir kötü adam dünyayı gezegenin kaldırabileceğinden çok daha kalabalık bir yer haline getirdiği için insan ırkını cezalandırmak üzere milyarlarca insanı öldürecek bir virüs yayacaktı.

"Gezegenin nüfusunun son seksen yılda üçe katlandığını gören ve bu sorunu çözmenin müthiş bir fikir olduğunu düşünen bir kötü adamın harika olacağını düşündüm” diyor Dan Brown ve ekliyor: “Lisedeyken ve üniversitedeyken Dante’yi okumuştum, ama bir on üçüncü yüzyıl destansı şiirini bir gerilim olarak nasıl cazip hâle getireceğimi anlamak için bu eseri pek çok kez daha okumam gerekti.”

Elbette, Harvardlı simgebilimciyi yine Tom Hanks canlandırdı.
Howard, rolün ona bir eldiven gibi oturduğunu belirtiyor: “Herkesin Tom’u bu rolde bu kadar sevmesinin nedenlerinden biri onun gerçek hayatta Robert Langdon olması” diyen Howard, bunu şöyle açıklıyor: “Her ikisi de çok meraklılar, yalın bir mizah anlayışına sahipler ve bir bulmacayla karşılaştıklarında kan kokusu almış köpekbalığı gibiler; çevrelerindeki dünya onları büyülüyor ve onu çözebilecek müthiş bir zekaya sahipler. Üstüne üstlük, Tom bu neslin en iyi aktörlerinden biri.”

Hanks tekrar tekrar Robert Langdon rolüne dönmekten keyif aldığını, çünkü bir bulmacayı çözmek kadar keyifli pek az şey olduğunu söylüyor: “Dan Brown her zaman çalışmaya hazır olabilecek bir karakter yarattı: Daima çözümlemeye değer bir gizem olacaktır. Bu filmler eğlenceli ve onlardan bir şey öğreniyorsunuz.”




Bir kez daha, Dan Brown’ın yarattğı hikayenin uluslararası ortamı yapımcılara Hanks’in etrafını dünya çapında oyuncularla doldurma fırsatı sundu: Sienna Brooks rolünde İngiliz aktris Felicity Jones; Christoph Bouchard rolünde Fransız aktör Omar Sy; Harry Sims rolünde Hint yıldız Irrfan Khan; ve Dr. Elizabeth Sinskey rolünde Danimarkalı aktris Sidse Babett Knudsen.
Amerikalı Ben Foster ise biyomühendis Bertrand Zobrist’i canlandırdı.

“Dan Brown hikayelerinin en heyecan verici yanlarından biri, dünyanın dört bir yanına yayılan mekanlarda geçtikleri için rolü hangi milletten olursa olsun en uygun kişiye verebilmeniz” diyor Brian Grazer ve ekliyor: “Bu önemli ve gerekli çünkü Ron’ın Langdon’ın küresel macerasını anlatmasının yollarından biri onun etrafında tüm dünyanın dört bir yanından oldukları görünümleri ve konuşmalarından anlaşılan insanlar koyması.” (Eee.. Türk nerede?. Misal, Haluk Bilginer!. 'mmknmrtb')

Dan Brown, The Da Vinci Code ve Angels & Demons’da olduğu gibi, Cehennem'de de günümüz dünyasında çok güncel olan konulara değiniyor.
Brown’ın romanlarında ve film uyarlamalarında, Hanks’e göre, “Her zaman soru işaretleri var. Inferno’da, sorular aşırı nüfus etrafında dönüyor. Gerçekten çok fazla insan mı doğuyor? Aşırı nüfus sorunumuzu çözebilmemizin bir yolu var mı? Yoksa dünyamız Dante'nin Inferno’sunun yeni bir versiyonu mu olacak?”

Kendinden öncekiler gibi, Inferno/Cehennem de gerçekten dünya çapında bir macera.
"Bu filmlerden birinde yer almanın en büyük bonuslarından biri bu” diyor Hanks ve ekliyor: “Her zaman büyüleyici yerlere gittik ve bunlar gerçek mekanlardı. Sahiden de Venedik’teki San Marco Bazilikası’nın çatısındaydık. Bu başlı başına olağanüstü bir yapımcılık başarısı!”




Howard ise şunarı söylüyor: “Gerçek mekanlarda olabildiğin bir film yapmak her zaman harikadır. Set inşa etmek müthiştir, BYG muhteşemdir ama hakikaten o mekanın kendisinde olmak gibisi yoktur. Üstelik bunun kamera önünde ve arkasındaki herkes üzerindeki etkisi bambaşkadır.”

Tipik Dan Brown tarzı olarak, izleyici, Langdon her bulmacayı çözerken onun hemen yanı başında.
Bu, sinemaseverlerin Brown filmlerinden bekler hâle geldiği, unutulmaz bir deneyim yaratıyor.

“‘Inferno/Cehennem’in izleyiciler için heyecan verici olmasının birçok nedeni var: Draması, aksiyonu, gerilimi ve insani boyutu” diyen Grazer, şöyle devam ediyor: “Tüm bu gerilim öğelerini, ayrıca çok büyük ve uluslararası bir oyuncu kadrosunu içinde barındırıyor; tüm dünyayı egzotik, hatta bazen fantastik şekillerde geziyorsunuz ve hikayeyi Tom Hanks’in canlandırdığı Langdon karakteri sürüklüyor.”

Grazer’ın işaret ettiği üzere, film serinin bir parçası olmakla beraber, tamamen bağımsız olarak da ayakta durabilir nitelikte.
“The Da Vinci Code ya da Angels and Demons’ı izlememiş olsanız bile, yine de bu filme bayılacaksınız çünkü diğer ikisinden bağımsız, tek başına başarılı oalbilen bir yapım. Öte yandan, seriye harika bir başlangıç da olabilir.”

Ben Foster bu deneyimi bir perspektife oturtuyor: "Bu film serisini gerçekten seviyorum. Bir şeyler öğreniyorsunuz. Karakterler harika, dünyayı gezme imkanı buluyorsunuz ve her an tetiktesiniz. Güzel ve eğlenceli bir sinemacılık bu."




OYUNCULAR HAKKINDA

Dünyanın çeşitli yerlerinde çekimler yapmak gerçekten çeşitliliğe sahip bir oyuncu kadrosu ve çekim ekibi oluşturma imkanı sundu.
Yapımcı Ben Grazer bunu şöyle açıklıyor: Bu Dan Brown/Robert Langdon gerilimlerini yapmanın en harika yanlarından biri uluslararası bir oyuncu kadrosu yaratmanız için çok geçerli bir nedeninizin olması.”

Filmin merkezinde, elbette, Robert Langdon rolündeki Tom Hanks bulunuyor.
Aktör “Inferno/Cehennem”in karakter açısından büyük bir farklılık getirdiğini belirtiyor. “Robert normalde simgeler, sanat, tarih, mimari, siyaset ve jeopolitik kültürler hakkında bilinmesi gereken her şeyi bilen biri. Ama bu filmin başlangıcında, nerede olduğu ya da neden orada olduğu konusunda hiçbir fikri yok” diyen Hanks, şöyle devam ediyor: “Venedik’e, Floransa’ya ve İstanbul’a gidiyor. Buraları normalde avcunun için gibi bilmesi gereken yerler ama bilmiyor. Gizem hemen başlıyor: Hafızasını nasıl kaybetti? Neden burada?”

Hanks’e Oscar® adayı aktris Felicity Jones, Dr. Sienna Brooks rolüyle eşlik etti.
Jones’a göre, canlandırdığı karakter görünenden fazlasına sahipti.
"Sienna güçlü fikirleri olan, son derece çevreci genç bir kadın” diyor Jones ve ekliyor: “Sienna Brooks, yüzeyde ölümcül bir virüsü bulmakla ilgili bir bulmacaya dahil olan biri, ama tamamen göründüğü gibi biri değil."
Jones kendisini role çeken şeylerden birinin bu olduğunu söylüyor ve şunu ekliyor: “Bu; paranoya, ülke yönetimlerinden korkma ve kime güvenilmeli gibi öğeler içeren gerçekten çağdaş bir hikaye.”

Aktris karakterine ilham olması için doğrudan kaynak malzemeye yöneldiğini de ifade ediyor:  “Sienna rolünü aldığımı öğrendiğimde, Dan Brown’ın kitabını okudum; gerçekten çok eğlenceli bir okumaydı. Film boyunca, Sienna için kitaba tekrar tekrar geri döndüm ve arka hikayesinden topladığım küçük küçük ipuçları buldum. Kitap filmin tamamı boyunca harika bir kaynaktı.”




Christoph Bouchard karakterini canlandıran Fransız aktör Omar Sy ise film için bir araya getirilen uluslararası oyuncu kadrosu ve çekim ekibi için şunları söylüyor: "İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Macar, Fransız, Hint, Danimarkalı ve İsviçreli... dünyanın dört bir yanından tüm bu insanlar aynı amaç için çalıştılar, aynı doğrultuda yürüdüler ve projeye aynı harika enerjiyi verdiler. Bu çok güzel bir his; projenin bir parçası olduğum için gurur duyuyorum."

“Inferno/Cehennem” Sy için, Fransa’da çok iyi bilinen ama Amerika’da o kadar tanınmayan bir ekran kimliğine tezat oluşturan bir rol üstlenme fırsatı oldu.
Aktör bunu şöyle açıklıyor: “Benim sinema geçmişim komedi üzerine; her zaman gülümserim. Ama bu filmde, Ron bana sert bir adamı oynama şansı verdiği için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu tarz bir rol oynamak her zaman hayalim olmuştu. Aslında rolde fazla zorlanmadım; gülümsemeyi kestim sadece!”

Ben Foster tüm olay zincirini başlatan kişi olan karmaşık Bertrand Zobrist karakterini canlandırdı.
“Benim canlandırdığım karakter bir biyomühendis. Aynı zamanda, aşırı nüfusun ölümcül gerçeklerini tartışan bir provokatör olduğu da söylenebilir sanırım” diyor Foster ve ekliyor: “Bir virüs yaratmaya ve gezegen için en iyisinin bu olduğunu düşündüğü için, onu salmaya kararlı."

Foster şöyle devam ediyor: “Ron’ın bana söylediği ilk şey, izleyicilerin sinema salonundan çıkarken benim iyi adam mı kötü adam mı olduğuma karar verememelerini istediğiydi. İnsanların akıllarında soru işaretiyle oradan ayrılmaları Ron için önemliydi.”

Zobrist’i büyüleyici bir hedef haline getiren şeylerden biri, her ne kadar yöntemleri kaçıkça olsa da, metodik  ve (neredeyse) ikna edici bir biçimde bunların gerekli olduğuna dair bir sav ortaya koymasıydı.
“Diyaloglar çok çetrefilliydi, çünkü Ron ve senarist David Koepp için tüm istatiklerimizin doğru olması önemliydi” diyen Foster, şöyle devam ediyor: “Zorlayıcı bir sav ortaya koymak için düzenlenmiş hakikatlerle karşı karşıyayız. Bir ekosistemin hayatta kalabilmesi için hayvanlar, çiftlikler, ormanlar ve toprak kullanılageldi. İnsan denen hayvana bakmaya başladığınızda, bu sorular kişiselleşiyor ve hızla korkutucu oluyorlar.”




Hint süperstar Irrfan Khan, Risk Yönetim Konsorsiyumu’nun müdürü Harry Sims’i canlandırdı.
"İlk başta, Sims, Zobrist'in çıkarlarını koruyan konsorsiyumu yönetiyor. Zobrist, konsorsiyumun müşterisi ama Dünya Sağlık Örgütü onun dünyanın yarısını öldürebilecek bir virüs yapmaya çalıştığından haberdar ve onu kesinlikle sorgulamak istiyorlar. Benim filmdeki görevim Zobrist’in hayalini gerçekleştirmesini engellemeye dönüşüyor” diyor Khan.

Film her ne kadar birçok dramatik ve gerçek mekanda çekilse de, Khan kendi karakterini en iyi yansıtan mekanın platoda inşa edilen bir set –Sims’in konsorsiyum gemisindeki ofisi–olduğunu belirtiyor: “Ofisimin tasarımına bayıldım; son derece yüksek teknolojili, belirgin ve havalı. Her şey titizlikle düşünülmüş ki zaten Harry de böyle biri. Çok tehlikeli ve gizli bir iş yapıyor ve set de tam olarak bunu yansıtıyor.”

Danimarkalı aktris Sidse Babett Knudsen, ölümcül virüsün yayılmasını önlemek için çalışan Dünya Sağlık Örgütü lideri Dr. Elizabeth Sinskey rolünü canlandırdı.
Aktris, “Elizabeth, virüsün peşinde ama virüsün yayılıp bizi öldürmesinden önce çok sınırlı süresi var” diyor ve ekliyor: “Ayrıca, kendisinin Robert Langdon’la bir mazisi var.”

Amerikalı televizyonseverlerin Danimarka dizisi “Borgen”in başrol oyuncusu olarak tanıdıkları Babett Knudsen, kendisini role çeken şeyin karakterin ilk başta biraz gizemli oluşu olduğunu ifade ediyor: "Sinskey’nin bir süreliğine esrarengiz bir kadın olması hoşuma gitti” diyen Knudsen şöyle devam ediyor: “Onun niyetini bilmiyoruz ama filmdeki diğer herkes gibi onun da birden fazla amacı var. İşte bununla biraz oynayıp, eğlendik."

“Inferno/Cehennem” daha önce hiç kendi dublörlüğünü yapmamış olan Babett Knudsen için bir ilkti.
Aktris bu konuda şunları söylüyor: “Sarnıç setindeki sualtı sahnelerinden bazılarında oynadım. Suyun altına dalıp, bir çanta alıp, onu küp şeklinde güvenli bir kasanın içine yerleştirmem gerekiyordu. Aslında oldukça zorlu bir süreçti, çünkü suyun altında pek iyi göremiyordum. Ama bir yandan da heyecan vericiydi, çünkü suyun altında nefesimi o kadar tutup tutamayacağımı bilmiyordum.”

Film kimin iyi kimin kötü olduğu arasındaki çizgiyi yoruma açık bıraktığı için seyircinin tahminlerde bulunması gerekiyor.
Omar Sy bunu şöyle açıklıyor: “Bu film ile önceki iki film arasındaki fark, bunda kovalamaca ve zamana karşı yarışın olması ki bu da tempoyu yüksek tutuyor. Ayrıca, bu gezegendeki varlığımız konusunda çok ilginç bir felsefi soru da var. İzleyicinin hangi tarafı tutacağını merak ediyorum.”





MEKANLAR HAKKINDA

Gizem-gerilim “Inferno/Cehennem”in arka planını güzel ve tarihi öneme sahip mekanlar oluşturuyor.
Filmin yaklaşık yüzde 70’i, yani büyük çoğunluğu Venedik, Floransa, Budapeşte ve İstanbul’da çekildi.

Venedik

Filmin aksiyonu, Langdon ile Sienna’nın ipuçlarını Doge Sarayı’na (eskiden Venedik başkanlarına Doge denirdi) takip ettikleri görkemli St Mark Meydanı’nda başlıyor.

St. Mark Meydanı ya da orijinal adıyla Piazza San Marco, Venedik’in simgesel kalbidir. Ayrıca, burası Avrupa’nın resim odası olarak da anılmaktadır.
Bir ucunda büyük St. Mark Kilisesi, ortada yükselen Campanile çan kulesi ve üç yanında da sıra sütunlar arasında zarifçe dizilmiş ünlü kafeler bulunur.
Meydanın su kıyısında yer alan Doge Sarayı, Venedik gotik tarzında inşa edilmiş bir yapıdır. İsminden de anlaşılacağı üzere, eski Venedik Cumhuriyeti’nin en yüksek rütbeli kişisi bu sarayda yaşardı. Saray 1923 yılında müzeye dönüştürülerek yeniden açıldı.

Floransa

Floransa’daki kovalamaca sekansı, Langdon ile Sienna’yı Palazzo Pitti’nin büyük bahçelerine getirir. Bu sayede Boboli Bahçeleri’ndeki gizli bir kapıdan kaçmayı başarırlar.
Söz konusu kapı, Vasari Koridoru’na açılmaktadır ve bu koridor Ponte Vecchio’dan Uffzi Galerisi’ne kadar uzanmaktadır.
Hedeflerini yakalamakta başarısız olan Sinskey ve Bouchard, Palazzo Avlusu’nda yeniden bir araya gelirler.

Palazzo Pitti kökleri 15. yüzyıla uzanan çok büyük bir saraydır. Sarayın en ünlü sahibi Grandük Cosimo I de Medici’niydi ve burası ailenin resmi ikametgahıydı.




Muhteşem Boboli Bahçeleri, Palazzo’nun hemen arkasından yükselmektedir.
Bahçeler aslen Medici ailesi için tasarlanmıştır ve sonradan birçok Avrupa sarayına da ilham verecek olan İtalyan bahçelerinin ilk örneklerinden biridir.
Çok geniş bir alana yayılan bahçeler, antikaları, Rönesans heykelleri, mağaraları ve büyük çeşmeleriyle açık hava müzesi gibidirler.

Floransa’ya mahsus yerlerden biri de Ponte Vecchio’dur (Eski Köprü).
Köprünün en büyük özelliği, kenarlarına ayaklıklar üzerinde inşa edilmiş dükkanlardır. Köprü, ayrıca, Vasari'nin Palazzo Pitti’ye uzanan yükseltilmiş koridorunu da taşır; burası dünyanın en güzel sanat galerilerinden biridir.
İlk olarak antik çağda Etrüksler tarafından inşa edilmiş olan Ponte Vecchio, şehrin 2. Dünya Savaşı’ndan sağlam kurtulan tek köprüsüdür.

İpuçlarını takip etmeye devam eden Langdon ve Sienna, kendilerini Palazzo Vecchio’daki muhteşem 500’ler Salonu’nda bulurlar.
Palazzo Vecchio, Floransa’nın meclis salonudur ve İtalya’daki en önemli kamu alanlarından biridir.
Artık Palazzo Vecchio’nun büyük bir kısmı müzeye dönüştürülmüş olsa da, burası yerel yönetimin simgesi olarak kalmıştır.
Burası 1872’den beri Floransa belediye başkanının ikametgahı ve şehir meclisinin toplantı yeri olmuştur.
“Inferno/Cehennem” ekibi burada dört gün boyunca çekim yaptı ve Langdon’ın kendini o durumda bulmasına yol açan olayları görüntüledi.
Ekip Palazzo Vecchio’da, 500’ler Salonu’nun da aralarında bulunduğu birçok mekanda çekim gerçekleştirdi.




Langdon ve Sienna burasının ardından Zobrist tarafından bırakılan ipuçlarını takip ederek St. John Vaftizhanesi olarak da anılan Floransa Vaftizhanesi’ne ulaşırlar.

Piazza del Duomo’da bulunan Vaftizhane, şehrin en eski yapılarından biri (inşaatı 1059’da başlamıştır) olmakla kalmayıp, Floransa’nın en önemli dini binalarından biridir.
“Cennetin kapıları” olarak da anılan, göz dolduran bronz kapılarıyla ünlü yapı, on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar tüm Floransalı Katolikler’in olduğu gibi, Dante ve daha pek çok ünlü Rönesans şahsiyetinin vaftiz edildiği yerdir.

Bu sekizgen yapının dışı beyaz ve yeşil mermerle kaplıdır. İçindeki kubbenin tamamı Melek hiyerarşisininin yanı sıra, Hıristiyanlığın doğuşundan, Patrik Josep’in hayatından, İsa Mesih’in hayatından, Yahya peygamberin hayatından ve Kıyamet gününden sahneleri gösteren mozaiklerle kaplıdır.

Budapeşte

Filmin plato çalışmalarının büyük kısmı da dahil olmak üzere Budapeşte’de birçok sahne çekildi.
Dış mekanlarda, şehrin Avrupai havası, filmin geri kalanının çoğunun mekanlarının yerine kullanılmasını sağladı.

Örneğin, Langdon ile Sienna’nın Palazzo Vecchio’da Dante ölüm maskesinin kaybolduğunu  fark ettikleri sahne aslında Buudapeşte’deki Etnografya Müzesi’nde çekildi.
Burası aynı zamanda Langdon ve Sienna'nın kendilerini suçüstü gösteren CCTV kaydını hayret içinde izledikleri yerdi.




Budapeşte’deki Etnografya Müzesi Avrupa’nın en büyük ve önemli müzelerinden biridir. Koleksiyon çeşitliliği içinde 200.000’den fazla etnografik tarihi eser, ayrıca tarihi fotoğraflar, el yazmaları, halk müziği kayıtları, filmler ve hem Macar hem de uluslararası kültüre ait videolar yer almaktadır.

Langdon ve Sienna’nın Venedik’te, St Mark Bazilikası'nın yeraltı şapelinde kovalandığı sahneler, Budapeşte’nin kayda değer müzelerinden Kiscelli Müzesi’nin bodrumunda çekildi.

Buda’nın yamacında inşa edilmiş olan Kiscelli Müzesi, eski barok manastırı ve kilisesinin bir bileşimi.
Bina yıllar içinde askeri kışla ve hastane olarak kullanıldıktan sonra, 1910 yılında Viyana merkezli bir sanat koleksiyoncusu ve mobilya üreticisi olan Max Schmidt tarafından satın alınarak lüks bir malikaneye dönüştürülmüştür.
Schmidt vasiyetnamesinde binayı ve araziyi kamuya açık bir park ve müze yapılması şartıyla Buda halkına bırakmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda ciddi biçimde hasar görmüş olmasına rağmen, yapı hâlâ ayaktadır ve müthiş bir müze ve sanat galerisi olarak hizmet vermeye devam etmektedir.

Langdon’ın imgelemlerindeki dehşet verici ve ürkütücü sahneler Macaristan Devlet Opera Binası’nın yanındaki güzel manzaralı caddede çekildi.

Macaristan Devlet Opera Binası, 19. yüzyılın önemli Macar mimarı Miklos Ybl tarafından tasarlandı ve 1884’te ilk kez halka açıldı.

Neo-Rönesans tarzında inşa edilmiş yapı Barok öğeler içermenin yanı sıra, Macar sanatının önde gelen şahıslarının yaptığı tabloları ve heykellere evsahipliği yapıyor.
Güzellik ve akustik kalitesi açısından, Macaristan Devlet Opera Binası, dünyanın en iyi opera binalarından biri olarak kabul ediliyor.




Macar Ulusal Müzesi Langdon’ın hafızasını geri kazanmak için mücadele ettiği sahnelerde Harvard Üniversitesi’nin yerine geçti.

Macar Ulusal Müzesi (Magyar Nemzeti Múzeum) Macaristan’ın en eski devlet müzesidir. Mevcut bina 1837 ile 1847 yılları arasında inşa edildi ve Neo-Klasik mimarinin en büyük örneklerinden biri olageldi.
200 yıl önce inşa edilmiş müze, Macaristan tarihine atfedilmiş olup, günümüzde Macar ulusal kimliğinin simgesi olarak varlığını sürdürmektedir.

İstanbul

Küçük bir çekim ekibi bir haftasonu Langdon, Sinskey ve Sims'in nefes kesici Ayasofya’ya varış sahnelerini çekmek üzere mistik şehir İstanbul’a gitti.

Ayasofya bir zamanlar kiliseydi; sonra camiye, daha sonra ise müzeye dönüştürüldü.
Doğu Roma İmparatoru Justin’in emriyle MS. 6. yüzyılda inşa edilen Ayasofya, dünyada Paganizm, Ortodoks Hıristiyanlık ve Sünni İslam olmak üzere üç dine hizmet vermiş yegane yapıdır.

Binanın altındaki geniş sarnıçlar tarihçiler tarafından bir teknenin geçeceği kadar geniş şeklinde tasvir edilmiştir. Bu sarnıçların kopyası “Inferno/Cehennem” sanat departmanı tarafından filmin doruk noktasını çekmek üzere Budapeşte’deki platoda yeniden inşa edilmiştir.


TASARIM HAKKINDA

Floransa sahnelerinin büyük bir kısmı Floransa’da çekilmiş olsa da, bazı sahnelerde Budapeşte Floransa’nın yerine geçti.
Çok sıklıkla, filmdeki tek bir mekan farklı şehirlerdeki farklı mekanlarda çekilebilir ve bu farklılıkları görünmez kılmak yapım tasarımcısı Peter Wenham’ın göreviydi.

Wenham bir şehrin başka bir şehir gibi görünmesi için yapılan işlemleri bizzat denetledi.
Bu dönüşümlerin tabelaları ve taşıt plakalarını Macarca'dan İtalyanca’ya değiştirmek gibi çok bariz örnekleri vardır; bir de daha az bariz örnekleri vardır.
Wenham bu konuda şunları söylüyor: “Sokak lambaları çok önemliydi. Floransa’da, lambaların duvarlardan çıkan demir kolları vardır, pencereler ise oldukça sivridir. Binaların dışlarında kepenkler vardır; Floransa’da bulunmuş herkes onları fark etmiştir. Bu illüzyonu sağlamak çok önemliydi.”

Bir diğer illüzyon da Wenham’ın Budapeşte Etmografya Müzesi’ni Dante’nin ölüm maskesini barındıran İtalyan yapısına dönüştürmesiydi.
Gerçek alanda çekim yapmak imkansızdı ama Wenham hayali alanlarının hikayeye zaten daha uygun olduğunu kaydediyor: “gerçek mekanda maske arkasında kırmızı bir ipek kumaşla ahşap bir dolapta sergileniyordu” diyor tasarımcı.

Daha sinematik bir alan yaratma özgürlüğüne kavuşan Wenham’ın hayalgücü Budapeşte müzesinde coştu.
“Buradaki alanlar –koridorların genişliği, farklı yerlerdeki geçiş parçaları– bana çok doğru geldi.”
Doğru olmayan ise şehrin neo-klasik mimarisiydi. “Budapeşte’de birçok mimari tarz olmakla birlikte, İtalyan mimarisi kesinlikle yok.”
Burayı amaçlarına uygun hâle getirmek için, Wenham’ın departmanı müzeye adeta bir kostüm giydirdiler.
“Mevcut mermeri kaplamak için köpük, lateks ve plaka kullanıp, bunların üzerlerini boyadık. Daha sonra, her şeyi eski hâline çevirdik. Bu, binaya yeni bir deri üretmek gibiydi.”

Wenham’ın San Marco’nun altındaki bodrumu yeniden yaratması sayesinde, Budapeşte Venedik’in yerine de kullanıldı.
“Pratik açıdan konuşmak gerekirse, aksiyon sette de mekanda da çekilmeye uygundu, Bazilika’nın kendisinde çekim yapılması zorunlu değildi” diyen tasarımcı, şöyle devam ediyor: “Balkonda çekim yapmamız mümkün oldu. Ama kilisedeki dönüşüm için platoda inşa ettiğimiz birkaç setten de yararlandık. Budapeşte’de buna uygun bir müze bulduk. Burası çok eski, çok tozlu ve yıkık dökük bir yerdi ama gerçek kilise bodrumunun resimlerini kullanarak buraya yeni bir kat ekledik. Ardından raylar koyduk ve dini nesneler için bir mihrap inşa ettik.”




Wenham’ın ekibi Ayasofya’nın altındaki yeraltı sarnıcını da yarattı. Hikayeye uyması için, setteki su seviyesi gerçeğinden biraz daha derindi; Webham’ın tahminine göre, gerçek yerin 1/5’i oranında daha büyüktü ve her iki tarafta da mavi ekran vardı. Bu sayede görsel efektler ekibi Wenham’ın setinin daha da büyük görünmesini sağladı.

Wenham cehennem caddesi sekanslarının –Dante’nin cehenneminin Langdon’ın zihninde belirdiği gizemli rüya sekansları– yaratımında da önemli bir rol oynadı.
Tasarımcı şunları söylüyor: “Tuhaf bir ortam yarattık. Avrupa’da değildik, Amerika’da değildik. Burasının içinde normal insanlar olan normal bir cadde gibi görünmesini istedik, ta ki yakından bakıldığında garip bir şeylerin olduğu anlaşılana dek. Arabaların hepsi siyah. Tabelaları binaların renk tonlarıyla aynı yaptık. Yolun ortasındaki yol işçilerine, Botticelli’nin cehennem haritasındaki yol işçileri gibi kargılar kullandırdık. Tüm bu incelikler ve süslemeler sayesinde, Langdon’ın zihni gitgide daha fazla karmaşaya daldıkça, aslında normal görünen bu çağdaş manzaralar da gitgide daha tuhaf bir hâl alıyorlar.”





EĞLENCELİ BİLGİLER

Zobrist'in ölümcül virüsü İnferno aksesuar departmanı tarafından şu formülle üretilmiştir: %40 su, %30 bitkisel yağ ve %30 ketçap.

Ron Howard, aşırı nüfusun insan ırkının soyunun tükenmesine yol açacağı şeklindeki fikrini desteklemek üzere Zobrist tarafından YouTube’a konulan dehşet verici videoyu hazırlamak için felsefeci ve fütürist Jason Silver’dan yardım aldı.

Aksesuar departmanı film için toplam 15 adet Dante Ölüm Maskesi üretti ki ellerinde her zaman yedek bulunsun.

Floransa’da çekim yapılırken, yapımcılar Dante’nin ölüm maskesine ev sahipliği yapan yapının restorasyonu için Palazzo Vecchio’ya bağışta bulundular.

Vayentha 500’ler Salonu’nda tavandan düştüğünde, antika zemin taşlarının zarar görmemesi için, özel efektler departmanı kırmızı silikondan yapılmış sahte bir kan gölü yarattı.

Floransa belediye başkanı Dario Nardella filmde arka planda yürüyen bir “resmi görevli” olarak yer aldı.

Langdon ve Sienna, Salvatore Ferragamo marka kıyafetler ve ayakkabılar giydiler.

Ron Howard, Floransa’dayken, belediye başkanı tarafından Şehrin Anahtarı’yla onurlandırıldı.
Eski zamanlarda, Avrupa şehirlerinin yaygın olarak duvarla çevrili olduğu dönemlerde, yüksek rütbeli ziyaretçilere güven ve nezaket göstergesi olarak şehrin bir anahtarı sunulurdu.
Günümüzde anahtar verme jesti işlevsel değil ama hissiyat olarak aynı amacı güdüyor.

Langdon ve Sienna’yı Boboli Bahçeleri’nde kovalayan İHA sahnesi için, kamera ekibinin iki İHA kullanması gerekti. Bunlardan biri oyuncuları, diğeri ise aksiyonu takip ediyordu.

Ana Ularu, Vayentha rolünden önce hiç motosiklete binmemişti... şimdi ise bunu çok seviyor ve ehliyetini almak için sabırsızlanıyor!

Langdon'ın cehennem vizyonlarını çekmek için, özel efektler departmanı 9.000 litre şeker bazlı sahte kan satın aldı.


Filmin mmknmrtb notu :  5 / 10