14.8.18

The Meg / Meg Derinlerdeki Dehşet


Jason Statham (“Spy”, “The Fate of the Furious”, “The Expendables” filmleri) ve ödüllü Çinli aktris Li Bingbing (“Transformers: Age of Extinction”, “Forbidden Kingdom”, “The Message”) Jon Turteltaub’un (“National Treasure” filmleri) yönettiği bilimkurgu aksiyon gerilim The Meg / Meg Derinlerdeki Dehşet'te başrolleri paylaşıyorlar.

Uluslararası bir sualtı gözlem programının parçası olan bir derin deniz denizaltısı devasa bir yaratığın saldırısına uğrar ve Pasifik Okyanusu’nun en derin kesiminde dibe oturur… üstelik içinde hapis kalmış mürettebatıyla.

Zaman daralırken, eski derin deniz kurtarıcısı Jonas Taylor (Jason Statham) kendi kendini mahkum ettiği sürgünden vizyoner bir Çinli okyanus bilimci olan Dr. Zhang (Winston Chao) tarafından çekip çıkartılır; mürettebatı tek başına kurtarabileceğini düşünen kızı Suyin’in (Li Bingbing) itirazlarına rağmen.
Fakat mürettebatın kurtulması için her üçünün ve hatta okyanusun, görünürde durdurulamaz olan bu tehdidi durdurmak için birlikte çaba göstermesi gerekecektir.



Soyunun tükendiğine inanılan 23 metre uzunluğundaki tarih öncesi bir köpekbalığı türü olan Megalodon (Meg) gayet canlıdır… ve avlanmaktadır.

Jonas, beş yıl önce de aynı dehşet verici yaratıkla karşılaşmış ama kimseyi kendine inandıramamıştır.
Şimdi, Suyin’le birlikte çalışan Jonas’ın korkularıyla yüzleşmesi ve okyanusların derinlerine geri dönebilmek için kendi hayatını tehlikeye atması gerekecektir… çünkü tüm zamanların en büyük yırtıcısıyla bir kez daha karşı karşıya gelecektir.

Meg Derinlerdeki Dehşet'in diğer başrol oyuncuları şöyle sıralanabilir: Rainn Wilson (TV dizisi “The Office”), Ruby Rose (“John Wick: Chapter 2”, TV dizisi “Orange is the New Black”), Winston Chao (“Skiptrace”, “Kabali”), Page Kennedy (TV dizisi “Rush Hour”), Jessica McNamee (“Battle of the Sexes”, TV dizisi “Sirens”), Ólafur Darri Ólafsson (“The BFG”, yakında gösterime girecek “Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald”), Robert Taylor (“Kong: Skull Island”, TV dizisi “Longmire”), Sophia Cai (“Somewhere Only We Know”), Masi Oka (TV dizisi “Hawaii Five-0”, “Heroes”) ve Cliff Curtis (“The Dark Horse”, TV dizisi “Fear the Walking Dead”).

Turteltaub’un yönettiği filmin senaryosunu Dean Georgaris ve Jon Hoeber ile Erich Hoeber kaleme aldı.
Film Steve Alten imzalı en çok satan MEG adlı romana dayanıyor.
Lorenzo di Bonaventura (the “Transformers” films), Belle Avery (“Before the Devil Knows You’re Dead”) ve Colin Wilson (“Suicide Squad”, “Avatar”) filmin yapımcılığını; Gerald R. Molen, Wei Jang, Randy Greenberg, Catherine Xujun Ying, Chantal Nong ve Barrie M. Osborne ise yönetici yapımcılığını üstlendiler.

Turteltaub’un kamera arkası yaratıcı ekibi; Oscar adayı görüntü yönetmeni Tom Stern (“Sully”, “American Sniper”, “The Hunger Games”), Oscar ödüllü yapım tasarımcısı Grant Major (“The Lord of the Rings” Trilogy, “King Kong”), kurgu ustaları Steven Kemper (“The Last Stand”, “Mission: Impossible II”) ve Kelly Matsumoto (“Star Trek: Beyond”, “Fast and Furious 6”) ve kostüm tasarımcısı Amanda Neale’den (“Truth”, “Pete’s Dragon”) oluşuyor.
Filmin müziğini Harry Gregson-Williams (“The Martian”, “Equalizer” filmleri, “Shrek” serisi) besteledi.

Warner Bros. Pictures ve Gravity Pictures, bir di Bonaventura-Apelles Entertainment Inc.-Maeday Productions, Inc.-Flagship Entertainment Group yapımı olan Jon Turteltaub filmi The Meg / Meg Derinlerdeki Dehşet'i sunar.

Dünya çapındaki sinemalara 10 Ağustos 2018’de dalan film, 2D, 3D ve seçili sinemalarda 4D, ayrıca IMAX, Dolby Cinema ve diğer geniş yüksek kaliteli formatlarda sunuluyor.

Filmin Çin’deki dağıtımını Gravity Pictures, dünyanın diğer bölgelerinde ise bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures gerçekleştiriyor.




Meg-İnsan karşılaşması bir savaş değildir, bir kıyımdır.


Okyanusun derinlikleri. Keşfedilmemiş. Bilinmeyen. Fethedilmemiş.
Nefes kesici bir macera olan Meg Derinlerdeki Dehşet, yönetmen Jon Turteltaub’a göre, “sizi hayal ettiğiniz ama hiç görmediğiniz bir dünyaya götürüyor. Filmlerin heyecanlı ve eğlenceli yanı da bu”.

Bu bilimkurgu gerilimde uluslararası oyuncu kadrosunun başını çeken, dünya çapında üne sahip aksiyon yıldızı Jason Statham ise şunu ekliyor: “Bence bu tam bir patlamış mısır filmi. İnsanların sinemaya gitmek istemelerini sağlayan her şeye sahip: Eğlence, gerilim, aksiyon ve hatta biraz kahkaha —izleyicilerin büyük bir sinema deneyiminden bekledikleri her şey.”

“Meg” en az iki milyon yıl önce neslinin tükendiğine inanılan dev bir köpekbalığı türü olan Megalodon’un kısaltmasıdır.
“Tarih öncesi dünyayı ve barındırdığı sırları seviyoruz” diyen Turteltaub, şunu soruyor: “Peki ama bu çok büyük hayvanın günümüzde hâlâ yaşıyor olduğunu keşfetseydik ne olurdu? Eğer bu muazzam yaratık aniden ortaya çıkıp okyanuslarda kol gezseydi; sulardaki hiçbir canlı güvende olmasaydı —ne balinalar, ne köpekbalıkları, ne insanlar, tüm ekosistemimizin ne kadarının dengesi bozulurdu?”

Statham ise şunları söylüyor: “Sualtı dünyasına her zaman hayranlık duymuşumdur. Yirmi yılı aşkın süredir tüplü dalış yapıyorum. Okyanuslar öylesine engin ki, mantıksal olarak bakarsak, bence çoğu insan derinlerde olmaktan korkuyor ve otomatikman en kötüsünü düşünüyordur, özellikle de köpekbalıkları konusunda. Köpekbalıkları affetmez. Büyük beyaz köpekbalıkları herhangi bir yüzücüde tanrı korkusu yaratır; dolayısıyla, büyük beyazdan üç dört kat daha büyük bir köpekbalığının neler yapabileceğini ancak hayal edebilirsiniz. Öyle bir şeyin peşinize düşmesini istemezsiniz”.

Statham’ın canlandırdığı Jonas Taylor, en iyinin de iyisi bir sualtı kurtarıcısıdır, ta ki nükleer bir denizaltıyı bile parçalayacak güçte, devasa bir yaratıkla dehşet verici bir karşılaşma yaşayana kadar.
Bu travmatik saldırı iki arkadaşının canını alır, Jonas’ın ise denizlerden uzak kalmaya karar vermesine neden olur.
Jonas dalmak yerine içmeyi seçer… ta ki kader onu yeni bir seçime zorlayana dek.
Pasifik Okyanusu’nun dibinde bir Megalodonun ortaya çıkışıyla, Çin kıyılarının açıklarında bir okyanus araştırma enstitüsü olan Mana One’ın mürettebatının hayatları tehlike altına girer. Jonas onların tek ve son şansı olabilir.




Turteltauba göre, “Jonas onları kurtaracak deneyim ve uzmanlığa sahip tek kişi ama artık hayattan vazgeçmiş. Hiç istemediği halde onu geri getiriyorlar ama yine de karşılarında beklediklerinden de büyük bir tehlike buluyorlar”.

“Meg Derinlerdeki Dehşet” Steve Alten’ın MEG adlı en çok satan romanına dayanıyor.
Roman ilk önce yapımcı Belle Avery’nin dikkatini çekti.
Avery, “Romanı okudum ve ondaki aksiyon yüklü, küresel izleyiciye hitap edecek bir macera potansiyelini hemen gördüm çünkü köpekbalıkları kültürümüzde çok popülerler. Bu hikaye daha önce hiç görmediğimiz bir yaratığı konu alıyor ama zaten okyanuslarımızın büyük bir kısmı henüz keşfedilmeyi bekliyor. Megalodonların var olmadığını kesin olarak iddia edebilir misiniz? Edebilir miyiz bilmiyorum” diyor gülerek.

Hikayenin küresel oluşu Avery’ye çalışmalarını serpilmekte olan Çin sinema endüstrisine yayma fırsatı da verdi.
“Zaten yıllardır Çin’de danışmanlık yapıyordum ama en büyük önceliğim proje için doğru ortağı bulduğumuzdan emin olmaktı. Gravity Pictures’da Jiang Wei’le buluşup ona 18 santimlik bir Meg dişi gösterdiğimde hemen kavradı. Bunu organik ve sinerjik bir ortak yapıma dönüştürebileceğimizi anladı. Zaten benim de, Gravity’nin de yapmakla ilgilendiği tek şey buydu” diyen yapımcı, sözlerini şöyle sürdürüyor: 
“Araştırma merkezini Pasifik’te konumlandırmak ve Dr. Zhang ve kızı Suyin’i merkezi yöneten karakterler olarak seçmek son derece önemli bir unsurdu. Ayrıca dünyanın en büyük dalış merkezlerinden biri Tianjin’de, dolayısıyla seçimimiz çok mantıklıydı”.

Yapımcı Lorenzo di Bonaventura ise şunu ekliyor: “Gravity Pictures’daki ortaklarımız muhteşem birer takım oyuncusuydular. Bu paha biçilmez bir şeydi çünkü yapım kanadında yalnızca onlarla çalışmakla kalmayıp, ‘Meg Derinlerdeki Dehşet’in bir kısmını da Çin’de çektik.  Filmimiz gerçek bir ekip çalışması oldu”.

Çin’in en sevilen kadın yıldızlarından olan ve filmde Suyin’i canlandıran Li Bingbing, “Sinema iki farklı kültür arasında köprü kurmanın en iyi yollarından biri. Doğu ve Batı izleyicilerinin birbirlerini daha iyi anlamaları çok değerli bir şey. Bu yüzden, bizimki gibi bir işbirliği herkese kazandırıyor” diyor.




Senaristler Dean Georgaris ve Jon ile Erich Hoeber kardeşler Alten’ın kitabını beyaz perdeye taşımak için birlikte çalıştılar.
Jon Hoeber şunu kaydediyor: “Daha önce senaryo için kendi taslaklarımız üzerinde çalışıyorduk ama sonra Lorenzo her bir taslağın en iyi öğelerini birleştirerek beraberce yazmamızı önerdi. Biz de tam olarak bunu yaptık”.

Kitap kendisine ilk olarak Avery tarafından verilen Georgaris ise şunları dile getiriyor: “Bir yazar olarak; köpekbalıkları, canavarlar ya da bu yapımda olduğu gibi her ikisi de dahil olmak üzere, ilkel bir korku ya da hayranlığı her işleyişinizde, iki şeyi birlikte yapma fırsatı buluyorsunuz: Heyecan ve gerilim yaratabiliyorsunuz; ve bir de bazı rahatlatıcı komik anlar katabiliyorsunuz. Jon, Erich ve benim yapmak istediğimiz şeylerden biri heyecan kısımlarını ciddiye almak ama aynı zamanda karakterlerimizin  —ve inşallah izleyicilerin de— biraz eğlenmesine izin vermekti.  Ne de olsa, bu, 23 metre uzunluğunda bir Megalodon; onun olabildiğince çok şey yok ettiğini görmek istiyorsunuz”.

Erich Hoeber de şunu ekliyor: “Dev köpekbalığının bir sürü insan yiyeceğini biliyoruz. Bunu bekliyoruz. Ama bu çılgın serüvende, ölüm kalım anlarında bile ara ara izleyiciye bir nebze de olsa mizah sunmaya çalıştık”.

Yapımcı Colin Wilson’a göre, “Dean, Jon ve Erich; Steve Alten’ın yarattığı, zengin fikirlerle dolu orijinal kaynağı alıp, gerilim, aksiyon, mizah ve karakter çeşitliliği arasında doğru dengeyi yakalayan bir senaryo yazdılar. Ve Jon Turteltaub senaryoyla harikalar yarattı. O, bu film için mükemmel yönetmendi”.

Turteltaub, kendisine senaryo gönderildiğinde, onu çok cazip bulduğunu belirtiyor: “Benim açımdan yepyeni bir alandı. Daha önce hiç büyük canavar filmi yapmamıştım; hele dev bir köpekbalığı filmi asla. O zaman şöyle düşündüm, ‘Pekala, bu bir meydan okuma olacak… hadi yapalım!’”

Projeyi ele alırken, “Steve Alten’ın kitabının —aslında kitabın tüm serisinin— büyük bir takipçi kitlesi olduğunun farkındaydık. Bir kitabı sinemaya uyarlarken her zaman değişiklikler olur. Ama biz yine de okurların ve izleyicilerin istediklerini almalarını sağladığımızdan emin olmak istedik” diyor Turteltaub.

Avery ise, “Jon suyun üstünde ve içinde çekimlerin tüm gerekliliklerini yerine getirip birçok karmaşık görsel efektle başa çıkmayı başarmakla kalmadı; her oyuncuya da tek tek ihtiyaç duydukları ilgiyi gösterdi. Bu onun harikulade yaptığı bir şey. Özellikle de bazılarıyla aralarında dil sorunu olmasına rağmen oyuncu kadrosuyla çalışmasını izlemek müthişti” diyor.

Bingbing ise şunu belirtiyor: “Jon’un yaptığı ve benim takdir ettiğim şeylerden biri şuydu: ‘Motor’ demeden hemen önce bana yeni bir replik söyleyiveriyordu. Ana dilimin İngilizce olmaması onu hiç endişelendirmiyordu. ‘Yapabilirsin, Bingbing, sorun yok’ diyordu. Jon bana güvendi, ben de ona. Kendisi çok yaratıcı ve zeki. Ayrıca çok kibar, sette herkese saygılı davrandı. İnanılmaz bir yönetmen; onunla çalışmayı çok sevdim”.

Bir diğer oyuncu Rainn Wilson ise şu yorumu getiriyor: “Jon’un aksiyon filmi yönetme bilgisi zaten tartışılmaz ama bunun yanında olağanüstü bir mizah anlayışı var. O yüzden sette gerçekten neşeli bir hava vardı, ki bu da yaratıcı bir ortam oluşturdu”.

Filmde Statham, Li ve Wilson’a eşlik eden başlıca oyuncular Cliff Curtis, Winston Chao, Sophia Cai, Ruby Rose, Page Kennedy, Robert Taylor, Ólafur Darri Ólafsson, Jessica McNamee ve Masi Oka.

“Muhteşem bir oyuncu kadromuz vardı. Hepsi rollerine pek çok katman eklediler. Bu hayati öneme sahipti, çünkü karakterlere yakınlık hissetmeniz şart. Onları önemsemezseniz, Meg tarafından yenmeleri de umurunuzda olmayacaktır” diyor Turteltaub, muzip bir gülümsemeyle.

Elbette, filmin merkezindeki karakter asla sette olmadı. Meg ve filmde görülen diğer tüm su canlıları, görsel efektler amiri Adrian de Wet’in yönetiminde, son teknoloji ürünü BYG ile hayata geçirildi.

Turteltaub’un kamera arkası yaratıcı ekibinde, ayrıca, görüntü yönetmeni Tom Stern, yapım tasarımcısı Grant Major, kurgu ustaları Steven Kemper ve Kelly Matsumoto, kostüm tasarımcısı Amanda Neale ve besteci Harry Gregson-Williams bulunuyordu.

“Meg Derinlerdeki Dehşet”in çekimlerinin tamamı Yeni Zelanda ve Çin’deki mekanlarda ve her iki ülkenin kıyılarındaki sularda gerçekleştirildi.




OYUNCU KADROSU

Bugüne dek yalnızca üç kişi okyanusta 10.000 metreden daha derinde kurtarma yapmayı denemiştir. Ve yalnızca biri hayatta kalıp hikayeyi anlatabilmiştir: Jonas Taylor.

Beş yıl önce, kimse Jonas’ın trajik kayıplarla sonuçlanmış yarım bıraktığı görevinde devasa bir yaratıkla ilgili anlattıkların kabul etmemiştir.
 “Burada inanılmaz bir şey görmüş bir adam var ama insanlar ona inanmak yerine kariyerini mahvetmişler” diyor Avery ve ekliyor: “Jonas kefarete ihtiyacı olan bir karakter”.

Jason Statham ise şunu söylüyor: “Jonas’ın karşı karşıya olduğu çatışma hoşuma gidiyor. İnsanlar onun çılgın bir adam olduğunu söylediler. Ama o, içgüdüsel olarak o derinlerde bir şeyin olduğunu biliyordu. Ve şimdi bu haklı olduğunu kanıtlıyor.”
Aktör kendisini role çeken başka unsurlar olduğunu da ifade ediyor: “Kamera önünde, insanların hayatlarını bitirmeye alışığım. Oysa Jonas hayatını insanları kurtarmakla geçirmiş. Bunun havalı bir yanının olduğunu düşündüm. Ayrıca, iyi bir mizah anlayışı var. Onun yaşadığı bazı duyguları da kesinlikle içselleştirebiliyorum. Bunun yanı sıra, rolün gerektirdiği fiziksellik benim çok aşina olduğum bir şey. İşte tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Jonas hakkını verebileceğim bir karakter, diye düşündüm ki rollerde genelde buna bakarım”.

Yönetmen ise, Statham’ın role hakkını vermekten fazlasını yaptığını söylüyor: “Jason’da, sorumluluk ondayken kendinizi emin ellerde hissetmenizi sağlayan bir ekran kimliği var. Bir şeyler yanlış gittiğinde, peşinden gitmek istediğim adam o; bana kendimi güvende hissettiren kişi o. Bu tamamen onun duruşuyla ilgili bir şey. Jason’da sahte hiçbir şey yok; dublörlük sahnelerde sahte değil, fiziksel görünümünde sahte değil —her şeyiyle olduğu gibi. Güçlü, dürüst, komik ve zeki. Onu öylece izlemek istiyorsunuz. O gerçek bir sinema yıldızı” diyor.

Statham buna şöyle karşılık veriyor: “Bütün filmin yükü Jon’un omuzlarındaydı. Buna rağmen, işini ciddiye aldığı halde, sunduğu her şeyde bir tutam mizah da vardı. Filmin mizahı kısmen onun kendi karakterinin bir yansıması. Jon gerçek bir komedyen; ki bunu büyük bir sevgiyle söylüyorum. İşe gitmeyi zevkli bir hâle getirdi”.

Jonas’ın bir daha dalmaya hiç niyeti yoktur ama bu kararı, eski eşi Lori’nin yönettiği bir araştırma ekibinin okyanusun dibinde Megalodon saldırısına uğramasının ardından sınanacaktır.
Lori ve ekibinin denizaltısı bozulmuş ve hava kaçırır durumdayken, onlara ulaşmak zamana karşı bir yarış olacaktır ve Mana One’daki bir kişi beklemeye istekli değildir. Jonas oraya vardığında, Suyin çoktan denizaltıda hapsolmuş mürettebata doğru yola çıkmıştır.

Li Bingbing, “Suyin kendini düşünmeden onları kurtarmaya gidiyor. O çok cesur ve bağımsız ruhlu bir kadın. Çok güçlü bir karakteri olduğunu kolayca anlayabilirsiniz” diyor.




“Daha onunla karşılaştığımız anda Bingbing’den çok etkilendim ve neden Çin’de böylesine büyük bir yıldız olduğunu anladım” diyen Turteltaub, şöyle devam ediyor: “Olağanüstü yetenekli bir oyuncu ama Suyin olarak bir de farklı dilde rol yapmak gibi bir zorluk vardı. Bir kişiyi iyi bir oyuncu yapan şey yazılı sözcükleri  —hangi dilde olursa olsun— anlamlı sözlü iletişime çevirmektir. Bingbing performansında karakterin sıcaklığını, zekasını, kararlılığını ve diğer ayrıntıları yakalamak için çok çalıştı ve bunu başardı. O sadece harika bir aktris değil, aynı zamanda harika bir insan”.

Mana One’ın baş deniz biyoloğu olarak, Suyin bir Meg’in ortaya çıkışına nasıl tepki vereceği konusunda iç çatışma yaşamaktadır.
“Duyguları karmaşık, çünkü buna iki şekilde bakılabilir” diyen Bingbing, bunu şöyle açıklıyor: “Bir yanda, bilim insanı olarak çok heyecanlı. Bu canlı bir fosil ve onu inceleyerek Meg’den, geçmişle ilgili daha çok şey öğrenmek istiyor. Fakat öte yandan Meg, diğer tüm hayvanlar ve ekosistem için tehlike oluşturuyor. Suyin’in beyninde ve kalbindeki amacı her zaman, okyanustaki tüm canlıları korumak olduğu için, şimdi bir gelgit yaşıyor”.

Hem bu amaç hem de gelgit, Suyin’in babası efsane okyanusbilimci Dr. Zhang tarafından da paylaşılmaktadır.
Dr. Zhang’in ultramodern bir okyanus enstitüsü hayali Mana One’da gerçekleşmiştir.
Rolü üstlenen Winston Chao şunları aktarıyor: “Dr. Zhang’in bu canavarla nasıl başa çıkacaklarına dair bir karar vermesi gerekiyor. Bu talihsiz bir durum, çünkü Meg yapması gerekeni yapıyor. Yine de doğanın dengesini bozuyor. Dr. Zhang, Meg’i öldürmeyi denemek zorunda olduklarını biliyor, ama insanların keşfetme ve ardından yok etme döngüsünün içine çekilmelerinin bir trajedi olduğunu düşünüyor”.

Aktör canlandırdığı karaktere saygı duyduğunu da sözlerine ekliyor: “O, haysiyetli bir adam. Fakat bana asıl cazip gelen şey, senaryonun sürükleyiciliğiydi; gerçekten hoşuma gitti. Ayrıca, ilk kez bu tür bir büyük aksiyon filminde yer aldım. Yani, bu filmi yapmaktan heyecan duydum”.

“Winston Chao yaptığı her şeyde son derece zarif bir insan” diyor Avery ve ekliyor: “Karakterin her zaman doğru olanı yapmaya çalışan, umursayan mizacını gerçekten yansıttı. Dr. Zhang rolünde böylesine olağanüstü bir aktörün olması muhteşemdi”.

Chao’nun ayrıca Li Bingbing’le de bağlantısı vardı ki bu da onun babası rolü için doğal bir uyum getirdi.
Aktör, “Bingbing, ilk filmini benimle yaptı. Yirmi dört yıl önce henüz drama okulunda öğrenciyken çektiğimiz o filmden sonra üç kez daha birlikte çalıştık” diyor.

Suyin ve babası için Mana One hem çalıştıkları hem de yaşadıkları yerdir. Bu yüzden, Suyin’in sekiz yaşındaki kızı Meiying de onlarla birlikte Mana One’dadır.
Meg’in okyanusun derinliklerinden çıkıp geldiğini ilk gören de bu küçük kız olur.
“Yüzeyin 60 metre altındaki gözlem kulesinin penceresinden dışarı bakarken, küçük bir arkadaşın ziyarete geldiğini görüyor” diyor Turteltaub gülerek.




Meiying’i canlandıran Sophia Cai düşüncelerini şöyle aktarıyor: “Meiying rolünü aldığım zaman süper heyecanlandım. Meiying cesur ve zeki. Bazen de bir yetişkin gibi hareket ediyor”.
Yapımcılar bu en küçük yıldızlarına övgüler yağdırıyorlar.
“Sophia bulaşıcı bir gülüşe sahip, harika bir genç hanım” diyor di Bonaventura ve ekliyor: “Gerek kamera karşısında, gerek gerçek hayatta yaşına göre çok olgun”.
Turteltaub da bu görüşe katılıyor: “Sophia beyaz perdeyi aydınlatıyor. Ayrıca, Meiying ile Jonas arasındaki sahnelerde özel bir şey var. Sophia kahramanımızda, farklı bir boyutu ortaya çıkarıyor”.

Dr. Zhang, Mana One’ın vizyonuna sahiptir ama onu hayata geçiren para kendisinden çıkmamıştır.
Turteltaub bunu şöyle açıklıyor: “Büyük, güzel derin deniz araştırma tesisleri kendi kendilerine oluşmazlar; çok büyük miktarda para gerekir. Jack Morris, tüm operasyonu finanse eden ve buradan bir kâr elde etmek isteyen bir milyarder”.
Morris’i canlandıran Rainn Wilson ise şunu ekliyor: “Mana One’ın bütün amacı denizi keşfetmek. Fakat Morris bir yandan da bulduklarından yeni ilaçların ve teknolojilerin geliştirilmesini umuyor. Büyük kumar oynuyor ama bundan kazanç sağlama beklentisi de var”.
Aktör sözlerini şöyle sürdürüyor: “Pek çok farklı yönü olan roller üstlenmek her zaman ilgimi çeker. Morris biraz adi olabiliyor, ama gerçek anlamda kötü değil. Mizah anlarının pek çoğu onun sudan çıkmış balık gibi olmasından kaynaklanıyor. Çok dışavurumcu… ve sarılmaya bayılıyor”.

Çoğu insan Wilson’ı ağırlıklı olarak komedi çalışmalarıyla tanısa da, “Rainn aynı zamanda harika bir dram oyuncusu” diyor Turteltaub ve ekliyor: “Yaptığı her şeye hayat üflüyor, ve benim gibi, her zaman ekleyecek yeni bir şey arıyor. Rainn için diyalog sadece bir başlangıç noktası.”

Wilson rol kendisine teklif edildiğinde Megalodonlar hakkında fazla bir şey bilmediğini itiraf ediyor ama çok geçmeden evinde bir hediyelik Meg olduğunu öğrendiğini ekliyor: “On iki yaşındaki oğlum dinozorlara takıntılı. Ona Meg adındaki dev bir köpekbalığı hakkında bir senaryo olduğundan bahsettiğimde, ‘Megalodon mu?’ diye sordu ve koşup büyükannesinin verdiği Megalodon dişini bana getirdi. Diş bir surat büyüklüğündeydi”.

Rol arkadaşı Ruby Rose ise şunları aktarıyor: “Sosyal medyada dokuz yaşından on beş yaşına kadar herkesin, ki buna erkek kardeşim ve küçük kuzenlerim de dahil, size Meg hakkında bilmeniz gereken her şeyi anlatabilmelerini çok ilginç buldum. Yani bana Meg hakkında onlar ders verdi”.

Rose, Zhang Enstitüsü’nün başmühendisi ve denizaltı tasarımcısı Jaxx rolünü üstlendi.
“Farklı teknelerdeki tüm teknolojileri onun tasarlamış olmasını sevdim. Bu kadının tüm bu şeyleri yaratmış olması ve operasyonda da çok aktif bir rol üstlenmesi muhteşem bir şey. Makinelerden anlıyor ve onları çalıştırıyor. Jaxx çok havalı” diyor aktris gülümseyerek.




Page Kennedy’nin canlandırdığı DJ, uzaktan kumandalı insansız keşif aracını Mana One’ın kontrol merkezinin güvenli ortamında yöneten kişidir.
Zaten DJ de böylesinden hoşlanmaktadır. Kennedy bunu doğruluyor: “DJ, ‘Aklınızı mı kaçırdınız? Bu denizaltı canavarını takip etmek için yeniden oraya gitmeyeceksiniz! Bu durumdan kurtulduğunuz andan itibaren bir daha asla su bile içmemelisiniz!’ diyen kişi. Bu onun bakış açısı tabi. Diğer herkes ise bu şeyin kitlesel yıkımlara devam etmemesi için canını dişine takıyor. DJ ya arkada kalacak, ya peşlerine takılacak. Ve kararını veriyor: Kahraman olmanın zamanı geldi”.

Mana One ekibinin iki üyesinin Jonas Taylor’la mazisi vardır, her ne kadar çok farklı yönlerden olsa da. Cliff Curtis’in canlandırdığı, günlük operasyonlardan sorumlu istasyon şefi ve Jonas’ın yakın arkadaşı Mac karakteri Jonas’ın beş yıl önceki olayları aktarış biçimine inanan az sayıda insandan biridir.
“Mac, Jonas’ın kendilerine bir şeyin saldırdığı bilgisini aklında tutmuş. Üstelik onun mantıklı bir adam olduğunu da biliyor. Dolayısıyla, her ne kadar kulağa masal gibi gelse de, Jonas derinlerde bir şeyin olduğunu söylediyse, derinlerde bir şey olmalı, diye düşünüyor” diyen Curtis, şöyle devam ediyor: “Bence olanların akla yatkın gelmesi için Jonas’ın hikayesinin doğru olmasını istiyor, ama doğru olduğu anlaşılınca da biraz şok yaşıyor”.

Mürettebatları yüzeyin 11.000 metre altında dibe oturmuşken, “Mac, dünyada 10.000 metrenin altında bir kurtarma operasyonundan sağ çıkmış tek kişinin Jonas olduğunu biliyor” diyor Curtis ve ekliyor: “Daha önce hiç yapmadıkları bir şey yapma ya da bir uzman çağırma seçeneklerindeki risk unsurunu tartmak zorunda. Mac’e göre tek seçenek işi yaptırmak için eski dostu Jonas’ı çağırmak”.

Ekibin doktoru Dr. Heller bu fikre şiddetle karşı çıkar; çünkü beş yıl önceki kurtarma görevinde kendisi de yer almıştır ve Jonas’ı arkadaşlarının hayatını feda ettiği için asla bağışlamamıştır.
O zamanki teşhisini de asla değiştirmemiştir: Jonas basınç kaynaklı bir psikoz yaşamış ve “aklını kaçırmıştır”.
Dr. Heller’ı canlandıran Robert Taylor, “Heller her zaman Jonas’ın yaptığı şeyi korkaklık olarak görmüş. Onun bu iş için sadece yanlış kişi olduğuna değil, olabilecek en kötü kişi olduğuna inanıyor” diyor.

Yine de, son söz Dr. Zhang’e aittir ve Dr. Zhang meslektaşlarını kurtarması için Jonas’ı ikna etmek üzere Mac’e eşlik eder.
Jonas, Mac’i görmekten mutluluk, Zhang’la tanışmaktan da onur duymuştur, ama yanıtı kesinlikle "hayır"dır… ta ki Mac ona denizaltının dümenindeki kişinin ismini söyleyene dek: Lori Taylor.
Lori rolünü üstlenen Jessica McNamee, “Jonas bir daha asla dalmamaya kararlı ama eski karısının denizin dibinde olduğunu öğrenince işler değişiyor. Bana kalırsa, birçok erkek eski karılarını okyanusun dibinde bırakırdı” diyor gülerek ve ekliyor: “Lori çok iyi bir eski eş olsa gerek”.

Lori enstitünün denizaltı araştırma gemisi Origin’in kaptanıdır. “Lori bilimde yeni kapılar açma konusunda çok heyecanlı. Saldırıya uğramalarından sonra bile kontrolünü kaybetmiyor. Sıkı bir kadın” diyor McNamee.
Yetiştiriliş biçiminin onu role çeken unsurlardan biri olduğunu söyleyen McNamee, “Köpekbalıklarını her zaman ilgi çekici bulmuşumdur. Avustralya’da büyüdüm. Orada okyanusa girerken akıllarımızda hep onlar vardır” diyor.

Origin’in üç kişilik mürettebatının diğer iki üyesi, Ólafur Darri Ólafsson’un canlandırdığı ve herkesin yalnızca takma adıyla çağırdığı Duvar ile Masi Oka’nın canlandırdığı Toshi’dir.
Bu iki bilim insanı meslektaşlığın ötesinde, birbirlerinin en yakın arkadaşıdırlar. Ólafsson bunu doğruluyor: “Duvar ile Toshi arasındaki yakınlığı hemen hissediyorsunuz; senaryo bunu çok iyi başarıyor”.

Oka ise, “Aralarında gerçekten güçlü bir bağ” var diyerek bunu doğruladıktan sonra, canlandırdığı karakter için, “Yaptığı işi seviyor. Kendini bilimin mucizelerine adamış olduğu için ona tam bir inek diyebiliriz. Toshi’nin evde özlediği bir karısı var ama bir yandan da, büyük mavi deniz onu çağırıyor. O yüzden gidip yeni keşifler yapmak zorunda” diyor.

Origin’in görevi hem mürettebatın, hem de yukarıdan izleyen Mana One’dakilerin hayallerinin çok ötesinde bir keşifle başlamıştır.
Denizaltı, okyanusun dibi olduğu sanılan termoklin seviyesini başarıyla aşmıştır. Mürettebat bir bulutu andıran hidrojen sülfit bariyerini aşarken, açığa çıkan yepyeni bir ekosistem ve daha önce hiç görülmemiş türler karşısında şaşkınlık yaşarlar… bu türlerden biri de tarih öncesinden kalma dev bir köpekbalığıdır.




MEG’İ HAYATA DÖNDÜRMEK

“Meg Derinlerdeki Dehşet”e adını veren karakterin yaratımı çok kapsamlı bir araştırmayla başladı. Turteltaub şunları kaydediyor: “İşimin sevdiğim yanlarından biri, her filmde bir konunun çakma uzmanı hâline gelmem. Megalodonlar ve köpekbalıkları üzerine araştırmalar yaptım, çünkü insanları ne kadar doğru bir şeye çekerseniz, o şey o kadar korkutucu olur”.

Bir Megalodon’un iskeleti —tıpkı günümüzdeki köpekbalıkları gibi— kemik yerine kıkırdaktan oluştuğu için, dişler ve birkaç fosilleşmiş omurga haricinde Megalodonlara ait pek az kalıntı vardır.
Görsel efektler amiri Adrian de Wet bu konuda şunları söylüyor: “Yaratığın boyutunu dişlerine dayanarak tahmin etmek için bir formül var. Öte yandan, okyanuslarda yüzdüğü dönemde neye benzediğine dair teoriler birbirinden farklı. İşe bilim insanlarının, arkeologların ve paleontologların onlar hakkındaki görüşlerini esas alarak başladık. Yine de, kendi Meg’imizi yaratırken eğlendik ve nihai görünümde karar kılmadan önce birçok deneme yaptık. Onun devasa, dehşet verici ve görkemli ama bir yandan da suda çok zarif görünmesine çalıştık. En önemlisi de, Meg’imizi büyük beyazın daha iri bir versiyonu olarak tasarlamadık”.

Boyutları arasındaki bariz fark bir yana, Meg ile günümüz köpekbalığı arasında deri ve solungaç açısından da kayda değer farklılıklar vardır. Turteltaub bunu şöyle açıklıyor: “Kendi Meg’imize daha fazla solungaç koyduk çünkü okyanusun dibindeki düşük oksijenli ortam düşünülünce, fazladan solungaçlar geliştirmiş olabilir diye düşündük”.

Deri konusunda ise, de Wet şunları söylüyor: “Pütürlü bir doku ve dalgalı kahverengiyi tercih ettik. Hayvan diğer hayvanlarla dövüşmüş olabileceği için bol miktarda yara izi ve çizik ekledik; ayrıca sırt yüzgecinde yırtıklar ve çentikler var. Hatta tasarımımıza yıllar içinde Meg’e yapışmış deniz kabukluları bile ekledik”.

Fakat Meg’in uzak ara en korkunç özelliği dişleridir. “Ağzı kocaman ve yüzlerce diş barındırıyor” diyor de Wet ve ekliyor: “Jilet keskinliğindeki bu sıra sıra dişler eti parçalayabilmeleri için tırtıllılar. Avı bir kez Meg’in ağzına girdi mi bir daha çıkamaz”.




Meg’in görünümünün tamamlanmasının ardından, de Wet karaktere hayat üflemeleri için görsel efekt firmaları Scanline, Double Negative ve Sony Imageworks’le işbirliği yaptı.
“Meg dev cüsseli olabilir ama milyonlarca yıl içinde evrimleşerek bir sualtı öldürme makinesine dönüşmüş. Bu yüzden de çok çevik ve seri” diyen de Wet, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Oldukça esnek bir gövdesi var. Üstelik büyük kuyruğunu bir çırpışıyla, küçük bir sürat teknesinin yaklaşık hızına erişebiliyor. Köpekbalıklarının biyomekaniğini dikkatle inceledik, yüzme döngüleri üzerine ve Meg’in ileri hareketi nasıl gerçekleştireceğine dair bilgisayar testleri uyguladık. Meg hareket ettikçe derisinin altında kaslarının nasıl görüneceğini netleştirmek için büyük çapta AR-GE çalışması yaptık”.

Belirli sekanslar için Meg’in kafasının ve kuyruğunun fiziksel modelleri de yapıldı. Ancak, oyuncular büyük ölçüde hayal güçlerini kullanacakları için, yapımcılar zekice bir görsel referans oluşturarak onların canavarı tam boyutuyla kafalarında canlandırabilmelerine yardımcı oldular.
Di Bonaventura, “Nakliye sandıklarını 24-25 metre uzunluğunda bir alana yan yana ve üst üste sıraladık. Ardından konteynırların yanına Meg’in resmini çizdik. Bu şekilde gerçek boyutunu gördüğünüzde ağzınız açık kalıyor. Meg’in yanında sardalya gibi durduğumuzu fark ediyorsunuz. Tatminkar bir yemek için bizden çok sayıda gerekir” diyor gülümseyerek.

Görsel efekt ekipleri, Meg’in yanı sıra, filmin tüm sualtı dünyasını da yaratmakla sorumluydular; buna okyanus tabanının topoğrafyası ve termoklin yüzeyinin altında keşfedilen tuhaf canlı skalası da dahildi.
“Gerçekten var olan türleri aldık ve biraz yaratıcı özgürlük kullandık. Canlılarımızdan bazıları başka başka türlerin bir melezlemesi, çünkü burası dünyadan kopmuş ve daha önce hiç görülmemiş bir yer” diyor de Wet.

Su Meg’in doğal habitatı olduğu için, kaçınılmaz olarak su efektleri de gerekliydi. Bu konuda, de Wet’in açıklaması şöyle: “Suyu yararak ilerleyen dev bir yaratığınız varsa, bol miktarda su püskürmesi ve sıçraması olacaktır. Bunların çoğunun bilgisayarda yapılması gerekti. Ne şanslıyız ki, su efektleri alanında uzmanlaşmış, dünyanın en iyi isimlerinden bazılarıyla çalıştık”.

Turteltaub ise, “Görsel efektler ağzımı açık bıraktı. Bunlar ekranda hareket eden piksellerden ibaret değiller; seyircilerin bu yaratıkların animasyon olduğunu düşünmeyi bırakmalarını sağlayan çok boyutlu bir hikaye ve drama yaratıyorlar. Efektçilerin yaptıkları şey dahiyane” diyor.




YÜZMEYE DEVAM ET

Hikayenin tamamı ya su üstünde ya da suyun içinde geçtiği için, bütün oyuncu kadrosunun yüzme bilmesi bir gereklilik ve daha da önemlisi güvenlik meselesiydi.

Dalış koordinatörü David Murrell bu konuda şunları söylüyor: “Ne zaman bir oyuncu suda olsa, dalış ekibimiz ve cankurtaranlarımız her an onunla beraberdiler. Bunun yanı sıra, oyuncularımızın suda kendilerinden istenen şeyi yapacak kadar güçlü ve güvende olmalarını sağlamak da bizim görevimizdi”.

Dublör koordinatörü Allan Poppleton ve ekibi, başrol oyuncuları, dublörler ve arka plan oyuncularının da dahil olduğu oyuncu kadrosu için bir yüzme kursu düzenlediler.
Poppleton, “Dört hafta boyunca her gün havuzlarda antrenman yaptık; haftada iki gün dalış havuzunda farklı yüksekliklerden suya atlama çalışmaları yaptık. Çekimler süresince suda yapmaları gerekecek olan her şeyi rahatça yapabilmeleri için onları hazırladık” diyor.

Önce temel öğretilerle başladılar: Bunlardan biri de, dublör Josh Randall’ın “Pierre Gruenberg’in geliştirdiği, nefes almaya odaklanan eski ekol bir teknik” olarak nitelediği egzersizdi. Randall, “Nefes alma tekniğini tam olarak kavramadan yüzmeyi öğrenmeye çalışmak anlamsızdır; suda nefes almak aslında oldukça ileri seviyede bir beceridir. Antrenman programımızda üç esas vardı: Birincisi birbirimizi kollamak; ikincisi suya saygı duymak; üçüncüsü ise suda çalışmak. Herkes bunları yaptı” diyor.

Oyuncular için —önceki yüzme becerileri ne olursa olsun— antrenmanlar çok faydalıydı.  Ruby Rose bunu doğruluyor: “Önceden de çok yüzer ve sörf yapardım. Üstelik annem yüzme öğretmeni. Bu yüzden fazla antrenmana ihtiyacım olmadığını düşünmüştüm. Yanılıyormuşum. Tüm kıyafetlerimle ve ayakkabılarla yüzmenin nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyormuşum. Çok zordu”.

Rainn Wilson da bu görüşe katılıyor: “Sudayken sürekli hareket halindesinizdir ve birincil kaslarınız sürekli çalışır. Bu yüzden, yüzerken rol yapmak benim için yeni bir meydan okumaydı. Hem dalgıç kıyafetleriyle hem de kendi kıyafetlerimizle suyun altında nefesimizi tutmamız ve bazen uzun dakikalar boyunca suda yüzmeden durmamız gerekiyordu. Gerçekten çok meşakkatliydi ama antrenmanların çok faydası oldu, çünkü kendimi o sahnelerde çok daha rahat hissettim”.

Randall, Cai’ın yıldız öğrencileri olduğunu söylüyor ve, “Sophia her şeyi çarçabuk kaptı, çocuklar genelde böyledir. Suda balık gibiydi ve tramplenden atlamaya bayıldı. Hatta yedi metreden bile atladı. Birçok yetişkin o yükseklikten atlamak istemez” diyor gülerek.
Turteltaub ise şunu ekliyor: “Kimse Sophia’dan daha cesur ve kararlı değildi. Başladığımızda yüzmeyi bile bilmiyordu ama hiçbir şeyden korkusu yoktu. İnsan daha ne ister?”

Yüzme antrenmanının tek istisnası ise, sudaki etkinliği tartışılmaz olan Jason Statham’dı. Randall bu konuda şunu söylüyor: “Jason gerçek anlamda profesyonel bir sporcu; bu yüzden ona pek bir şey öğretmemiz gerekmedi. Fakat yine de hazırlanması gerekiyordu, dolayısıyla ona özel bazı ekipmanlar temin ettik ve evinde küçük bir spor odası hazırladık. Tüm temel bilgilere sahipti; suyun içinde de dışında da ne yaptığını biliyordu”.

Aktörle daha önce beş projede daha çalışmış olan Poppleton da aynı görüşte olduğunu belirtiyor: “Jason balıkadam olduğu için tehlikeli bir sahneyle ilgili anlayışı gerçekten müthiş. Bu da bize onun yetkinlik düzeyinde, yani oldukça üst seviyede aksiyonlar tasarlama fırsatı verdi. Bunun filme hiç kuşkusuz büyük katkısı oldu”.




SUDA ÇEKİM YAPMAK

“Meg Derinlerdeki Dehşet”in bir kısmı açık denizde çekilirken, okyanusta kayıt yapmak kaçınılmaz olarak çeşitli zorluklar getirdi. Bunlar yapım üzerinde çok büyük etki yaratabilirdi. Yapım ekibi söz konusu engellerin bir kısmını aşmak için Auckland-Yeni Zelanda’daki yeni Kumeu Film Stüdyoları’nda iki dev tank inşa ederek, ana çekimlerin büyük bir kısmı için güvenli bir alternatif yarattılar. Açık havada yer alan tank su yüzeyi görevi gören, yaklaşık 2,5 milyon litre su kapasiteli bir tanktı. Kapalı alandaki dalış tankının ise çapı 18 metre, derinliği beş metreydi ve 1,26 milyon litre su kapasitesine sahipti. Tanklar artık Yeni Zelanda sinema endüstrisi altyapısının kalıcı birer parçası.

“Elbette” diyor Turteltaub, “her şeyi okyanusun ortasında çekebilmek çok daha iyi olurdu. Büyüyü bozmak istemem ama elinizde insan yapımı dev bir göl varken, yine suda olup, her şeyi daha iyi kontrol edebilirsiniz”.

Her iki tankın suları da Özel Efektler ekibi tarafından bulunmuş Ozone isimli bir sistemle filtrelendi. Murrell bunu şöyle açıklıyor: “Bu sistem suyu çok nötr ve berrak yapıyor. Suda çekim yapmanın yarattığı sorunlardan biri, eğer su bulanıksa onu temizleyememeniz. Görsel efektlerle pek çok şey yapabilirsiniz ama önce kamerada görmediğiniz bir şeyi sonradan efektle netleştiremezsiniz. Bu kadar ılık ve berrak bir açık hava tankı çok nadir bulunur, yani bu çok büyük bir artıydı”.

Tankların görsel netliği görüntü yönetmeni Tom Stern’e ve sualtı görüntü yönetmeni Kina Scollay’e de fayda sağladı.
“Tanklar muhteşemdi çünkü su o kadar netti ki ışığı nereye istersek koyabiliyorduk” diyor Scollay ve ekliyor: “Görüntü yönetimimiz açısından çok faydalıydı”.

“Meg Derinlerdeki Dehşet”in bazı sahnelerinin çekimleri bölümlere ayrıldı —bazı kısımlar tanklardan birinde ya da her ikisinde, geri kalanı ise Yeni Zelanda’nın kuzeyindeki Hauraki Körfezi’nde çekildi. Kayıtlar daha sonra Turteltaub ve kurgu ustaları Steven Kemper ile Kelly Matsumoto tarafından kusursuzca birleştirildi.

En heyecan verici birleştirilmiş sekanslardan birinde Jonas, Zhang Enstitüsü’nün teknelerinden Charlotte’dan denize dalarak Meg’e etiket takmaya çalışır. Görev pek de planlandığı gibi gitmez ve dev köpekbalığı Jonas’a dönerek ölümcül bir kovalamaca başlatır.




Sahnede kendi dublörlüğünü gerçekleştiren Statham şunları söylüyor: “Bu sekansın bir kısmı okyanusta çekildi, çünkü arka planda benim tekne tarafından çekiliyor olmam gerekiyordu; böyle bir şeyde sinema hilesi yapamazsınız. Bunu gerçekçi bir şekilde çekmemiz önemliydi. Fakat tabi sudan çok hızlı bir şekilde çıkmam gereken sahnede makara düzeneği kullandık. Bunu gerçek bir teknenin arkasında yapmak fazla tehlikeli olurdu; o yüzden su tankında çekim yaptık. Hırpalanmak ve bu tür şeyler yapmak bana büyük heyecan veriyor”.

Teknenin yan tarafına inşa edilmiş büyük bir makara düzeneği hem Statham’ı suda sürüklemek için kullanıldı hem de bir vinci ve çekim ekibini taşıdı. Kovalamacayı yüzeyin altından görüntülemek için genellikle dalgıçlar tarafından kullanılan bir DPV’den (akülü sualtı taşıtı) yararlanıldı. İkinci birim yönetmeni James Madigan bunu şöyle ayrıntılandırıyor: “Bulabildiğimiz en hızlı DPV’yi aldık. Teknik ekibimiz aracın önüne kamerayı monte edebilmemize imkan tanıyan özel bir kasa yaptı. Yani elimizde adeta motosiklete monte edilmiş bir sualtı kamerası oldu. Onu kullanmanın harika yollarını bulduk”.

Birleştirilmiş bir diğer sahnede de, Suyin özel bir köpekbalığı kafesi içinde suya iner. Charlotte’tan aşağı sarkıtıldığı ilk bölüm körfezin açık sularında çekildi; sekansın kalanı ise dalış tankında kaydedildi.
Mana One’ın köpekbalığı kafesi, geleneksel metal kafeslerin aksine, silindir şeklindeydi ve şeffaf, kırılmaz polikarbondan üretilmişti. Filmde kafesi tasarlayan kişi Jaxx olsa da, gerçek hayatta bu kafes yapım tasarımcısı Grant Major’ın icadıydı. “Sahneye sinematik bir his vermek ve kafesi adeta görünmez kılmak istedim. Böylece Meg’le yüz yüze geldiğinde Suyin’in yaşadığı gerilimi gerçekten hissedebilecektiniz” diyor Major.

Tasarımcı, Charlotte içinse şunu söylüyor: “Tekneyi Auckland’da kiraladık. Teknenin bir okyanusbilim enstitüsüne ait gibi görünmesi için üst güverteleri yeniden tasarladım”.
Özellikle de sonunda Charlotte’ın başına gelecek olan durum düşünülünce, yapım ekibinin kiralık tekneyi filmin tamamında kullanması mümkün değildi. “Çok şanslıydık ki teknemiz aslen Auckland tekne imalatçıları tarafından üretilmişti. Teknenin sadece arka yarısını inşa etmeleri için kendileriyle anlaştık ve bu parçayı Kumeu’daki yüzey tankımıza koyduk” diye açıklıyor Major.

Kostüm tasarımcısı Amanda Neale oyuncu kadrosunun giydiği dalgıç kıyafetlerinin üretimini “içinde çalıştığımız farklı ortamlar belirledi” diyor ve ekliyor: “Üç ayrı kalınlıkta suni kauçuk kullandık: Açık deniz için 7 mm; tank için 5 mm; ve suyun dışındaki sahneler için 2 mm. Ayrıca, doku ve renklerde de denemeler yaptık çünkü suyun altına girdiğinizde renkler canlılığını biraz kaybeder. Siyah kauçuk üzerinde kırmızı ve limon yeşilinin canlılığı özellikle hoşuma gitti. Oyuncuların yüz çevresinde ışığın daha iyi yansıması için dalgıç kıyafetlerinin önüne serigrafi yaptık”.

“Meg Derinlerdeki Dehşet”te yer alan diğer iki tekne çekimi Hauraki Körfezi’nde gerçekleştirildi. Yatta bir düğün, istenmeyen bir misafirin yaklaştığının habercisi olur. Bu davetsiz misafir, gelinin çok sevdiği Yorkshire cinsi köpeği Pippin’i öylesine korkutur ki, köpek hayatını kurtarmak için yata son sürat geri yüzer. Diğer sahnede ise Zhang Enstitüsü ekibinin yönetimindeki tanker boyutundaki bir gemide, kahramanlarımız, her şeyden habersiz kumsalda eğlenceli bir gün geçiren binlerce Çinlinin ve turistin hayatını kurtarmak için zamanla yarışırlar.

Körfezde çekim yaparken, set olarak kullanılan teknelerin haricinde, küçük bir destek filosuna da gerek duyuldu; çünkü karadan kilometrelerce uzağa insanları getirip götürmek lojistik açıdan rantabl olmazdı. Küçük filoda 15 metrelik bir Techno vinçle donatılmış bir kamera teknesinin yanı sıra; saç ve makyaj, kostüm, aksesuar, yeme içme departmanları ve güvenlik dalgıçları için tekneler mevcuttu.

Turteltaub son olarak şunu kaydediyor: “Denizde çekim yapmak maceralı ve eğlenceli ama doğa üzerinde pek az kontrole sahipsiniz. Deniz bir dalgalı, bir durgun. Hava bir gün rüzgarlı ve yağmurlu, bir gün sakin ve yağışsız... Yine de her şeye değer çünkü hikaye için olması gereken öğelerle iç içesiniz. Herkes için heyecan verici bir deneyimdi”.


Filmin mmknmrtb notu:   5   /10