20.11.07

AKM : Yakmalı mı, yıkmalı mı?.


Malum, Kenan Evren idam eleştirilerine karşı; "Ne yapalım yani, asmayalım da besleyelim mi?" şeklinde olaya gayet sosyo-ekonomik bir tepkisel yaklaşım göstermişti ya..
AKM’yi ve buradaki serginin başlığı olan "Yakmalı mı yakmamalı mı?"yı görünce aklıma -nedense- o sözler geldi..

Gerçi şu sıralar asıl mevzu şudur; AKM’yi "bi güzel yıkmalı mı, yoksa yıkmamalı mı?."

İşte, bir zamanlar yaktığımız ancak -henüz- yıkmadığımız AKM binasına yaklaştığımda, Taksim Meydanı'nın bu biricik “modern” simgesi beni, adeta idam gününü bekleyen "kalemi kırılmış" bir mahkum hüznüyle karşıladı..
Fakat o da ne!?

Ön avluda birikmiş bir sürü genci görünce hem çok şaşırdım, hem de ülkenin geleceğine dair içimde -doğrusu- müthiş bir umut dalgası yükseldi..
Bu kızlı-erkekli muazzam kalabalık, cemiyet hayatımızda "tiki" olarak adlandırılan, çoğu sarı tüy sahibi "mankenimsi" güzel kızlar ve güzel oğlanlardan oluşuyordu..
Allah allah.. Acaba hangi ve nasıl bir güç böylesine bir güruhu, bu nevi bir sanat olayını izlemeye ikna edebilmişti?.

Heyhat!. Yine acele etmiştim..

Biraz yaklaşınca fark ettim ki onlar, o an bulundukları mekanda neler olup bittiğinden tamamıyla habersiz, birbirlerine hatta bizzat kendi kendilerine poz vermekle meşgullerdi..
Mevcut bu sürünün yaş ortalamasından biraz büyükçe, meşgul görünümlü ve uzun saçlı bir adamın "Dizi film çekimi seçmelerine katılacaklar şu tarafa lütfen!." ünlemesiyle, ben de olaya iyice aymış oldum..

Bu genç ve güzel kalabalığın yanı sıra, AKM’yi her daim buluşma noktası olarak kullanan malum kitleyi de yararak kapıdan içeri duhul oldum..
Dışarıdaki kargaşaya zıt, dingin bir hava içeriye hakimdi..
Kapı ve güvenlik görevlileriyle bilet satış elemanları dışında, bencileyin ziyaretçi denebilecek figürler pek nadirdi..
Bilet gişesine gitmeden önce hemen girişin solunda fark ettiğim bir takım sanatsal işlere doğru yöneldim..
Amacım, bilet alarak uğrayacağım "yıkım"ı biraz olsun geciktirmekti..
Çünkü o köşedeki yapıtlara "biletsiz" ulaşırken önüme çıkabilecek bir engel görememiştim..

Aynen dediğim gibi oldu; bu yılki bienalin göreceğim -elbette benim için- ilk yapıtı karşımdaydı..
Özgeçmişinden fakir bir Portekizli aileye mensup olduğunu çıkardığımız sanatçı, "Kayıp Hayaller" adını verdiği “iş”inde -anladığım kadarıyla- bir gecekondu yapmaya çalışmıştı..
AKM gibi görkemli bir mimari anıtın içinde ayrıca sırıtan, derme çatma bu ahşap yapı ya da heykel, pek bi "acemi işi" geldi bana..
Aynı malzemeyi, yine orada, bu eserleri korumakla görevli ancak bu "şey"leri neden koruduğunu günlerce düşündüğü halde bir sonuca varamamış AKM hademelerinden birine versek; çıkaracağı iş bence çok daha mükemmel olurdu.. Fakat ne yazık ki, sanat olamazdı..

Hademeler adına üzülmeyi bırakıp, şimdi de “sanat rehberi” ağzıyla; "Birbirine hiç benzemeyen malzemelerin, görsel bileşenlerin ve kültürel referansların sentezini uç noktaya götüren.." ikinci çalışmanın önünde dikildim..

Doğru söze ne denir.. Sanatçı, birbirine hiç benzemeyen malzemelerle oluşturduğu bu sentezle beni yaşamımın en uç noktalarından birine, çocukluğuma götürdü..
Çok anlam çıkarılabilecekmiş gibi duran, ancak bu konuda ben fakire en ufak bir yardımda dahi bulunmayan bu "iş"in oyuncağımsı hali -sürpriz bir şekilde- bana bu yolculuğu yaptırmış oldu..

Çocukluğumun bayramyeri ya da luna parklarında oynatılan, ancak bir adı vardıysa da şimdi anımsayamadığım bu oyuncağı size tarif edeyim..
Güç gösterisi yaparak kızlara hava atmak isteyen gençler için imal edilmiş, elle hızla ittirerek bir ray üzerinde hareket ettirilen ve rayın sonuna çarpınca da oraya yerleştirilmiş patlayıcı mantarı da patlatan bir acayip oyuncak idi bu..

Koreli sanatçının "Büyük hikâyem: Ağla taşlara..." adını verdiği bu yapıtını incelerken gözlerimin hafifçe yaşarmasına sebep; belki benzediği bu eski oyuncağın etkisi, belki de/aynı zamanda bir oyuncak trenin raylarını andırmasıydı.. Çocukken çok istediğim halde, raylar üzerinde hareket eden bir oyuncak trenim hiç olmamıştı..

Şimdi artık merdivenlere yönelebilir -sanırım- bütçeye bir hasar vermeden de bu sergi gezisini bitirebilirdim..
Ancak hemen merdivenin başında -neredeyse- görülemeyecek ufaklıkta, görevli bir kızla karşılaşmam, hiç de iyi olmadı..

Bu “bıcırık” da nerden çıkmıştı!?
Ben yine de anlamamazlıktan gelerek, şansımı zorlamaya karar verdim..
Hızla basamakları çıkarken kıza şöyle bi bakıp; "Diğer eserler sanırım yukarda." gibisinden laflar geveledim..
Ama o yemedi; "Biletiniz lütfen." dedi..
Çaresiz, bilet gişesine yöneldim..


(Gelecek yazıda: Yazar nihayet bir bilet alır ve ortamlara akar)