19.11.07

Goya's Ghosts :: İspanyol Çığlığı


Yer İspanya.. Onsekizinci yüzyılın son on yılına girilmiştir; İspanyol Katolik Kilisesi, gücünün ve iktidarının zirvesinde olduğu halde, özellikle Fransa Devrimi'nin olası "kâfirce" etkilerinden ülkeyi korumak amacıyla -bir süredir terkedilmiş- "ata yadigarı" Engizisyon sistemini tüm şiddetiyle uygulamaya karar verir..

Engizisyonun resmi muhbirlerine verilen emir kesindir ve açıktır; "Şu an için düşmanımız protestanlar ve yahudilerdir; görüldükleri yerde ezilmelidir."

Sarayın "resmi" ressamı konumundaki Francisco Goya ise bu sıralarda, hem "çirkin kraliçe"nin at üstünde poz verdiği devasa bir resmini, hem de çok zengin bir tacirin "güzeller güzeli" kızı olan İnes'in portresini yapmakta, aynı anda da, Engizisyon tezgâhının içinde yer alan Rahip Lorenzo'nun "meymenetsiz suratını" tuvale aktarmaktadır..

Ünlü ressam Goya -gerçekte- "sapıkça" tabloları nedeniyle Kilise'nin mimlediği bir sanatçıdır..
Ancak, kralın ressamı olması ve kurnaz rahip Lorenzo'yla olan tanışıklığı onu zindanlardan uzak tutmaktadır..



Bir gece Kilise görevlileri, tavernada eğlenen İnes'in ikram edilen domuzu yemek istememesini not alarak, ihbar ederler..
Bu hayati(!) önem taşıyan ihbarı değerlendiren Kilise, genç kızı hemen, Engizisyon'un kanlı-karanlık zindanlarına kapatır..

Muhtelif işkenceler sonrası masum kız, günahkar bir yahudi olduğunu "itiraf" etmiştir..
Oysa İnes, dini bütün bir katoliktir ve domuzu da sırf sevmediği için yememiştir..

Bu arada Engizisyon, İnes'in babasının atalarının yahudi olduğunu ve sonradan hıristiyanlığa döndüklerini, kızın damarlarında "lanetli" yahudi kanı dolaştığını bilmekte; bu nedenle de, işkencelerini "gönül rahatlığıyla" yapmaktadır..
Ancak işin tuhafı, ne ölüme terk edilen zavallı İnes, ne de -baba dışında- ailesi, bu din değiştirme hikayesini bilmektedir..




Kiliseleri, melekler gibi masum İnes'in resimleriyle süsleyen Goya, ilham perisinin Engizisyon işkencelerine maruz kaldığını öğrenmiş; kızın babasının ricasıyla ve ondan Kilise'ye "bağış" olarak aldığı yüklüce bir servetle ve de rahip Lorenzo'nun vasıtasıyla Engizisyon kapısını zorlamaktadır..

Bekleneceği üzre Kilise, bu hayli okkalı bağışı geri çevirecek değildir; ancak öte yandan, Engizisyon'un da zayıflatılmıya gelmez prensipleri vardır canım!.

İşler ne Goya'nın, ne zavallı İnes'in, ne de "sinsi" rahip Lorenzo'nun istediği gibi gider..

Hikaye bundan sonra bir 15 yıllık bir sıçrama yapar; ki İspanya, Napolyon'un askerleri tarafından işgale uğramıştır..
Fransa -aynen zamanımızda A.B.D'nin yaptığı gibi- dünyaya "özgürlük taşıma" çabası içindedir; 1789 İhtilali'nden aldığı kuvvetle, duhul olduğu bu ülkede "teokratik" iktidara son verir..




Engizisyon mahkemeleri yürürlükten kaldırılır, zindanlar boşaltılır..
Ne yazık ki olan -Irak'ta olduğu gibi- fukara halka olur; yüzyıllardır milletin anasını ağlatan Engizisyon yok olup gitmiştir, ancak şimdi de, Napolyon'un işgalci güçleri -yerli işbirlikçilerle birlikte- İspanyol'ları tekrardan gözyaşı ve ölümle karşı karşıya bırakmıştır..

Bütün bu süreç sonunda; kahramanlarımızdan Goya'yı, yaratıcılığının zirvesinde fakat sağır; yıllar önce Kilise'nin aforozuna uğradığı için Fransa'ya kaçan papaz Lorenzo'yu, Napolyon rejiminin hayranı ve sadık memuru olarak yurduna dönmüş; İnes'i ise, aklı ve güzelliği zindanlarda çürümüş, bitmiş olarak buluruz..

Bu trajik öykünün finali olarak niteleyebileceğimiz bu bölümde, Goya, Ines ve Lorenzo -değişik şartlarda da olsa- tekrar bir araya gelmişlerdir..
Kaderleri yeniden kesişen bu insanların yaşayacakları ve görecekleri şeyler henüz bitmemiştir..




"Guguk Kuşu" ve "Amadeus" filmleriyle Oscar kazanmış olan, özellikle biyografi türünde yaptığı filmlerle de tanınan Milos Forman`ın yönettiği Goya's Ghosts / Goya'nın Hayaletleri, adından yanılgıya düşülebileceği üzre, Goya'yı anlatan bir biyografi filmi değil..

Yapılmak istenen, -salt- Goya merkezli bir film de olmayıp; sanatçının da yaşadığı o dönem İspanya’sını onun gözünden anlatarak, belli ki, insanlığın çağlar boyunca -hiç ders almadan- iktidar ve çıkar mücadeleleri içinde kendilerini de, tüm insanları da harcadıkları gerçeğini ortaya koymaktır..

Goya'nın, ülkesinin bu kanlı dönemini tüm çıplaklığıyla, adeta bir foto muhabiri gibi çalışarak belgelemesi, filmin ayrıca dikkatimi çeken ilginç bir yönü oldu..

Yukarıda da değindiğim üzere, ilk bakışta filmin esas karakteri Goya'ymış gibi görünse de, yönetmenin "Amadeus" filminde, Mozart'ın yanısıra Salieri'nin de ağırlığını hissettirmesini akla getirircesine, bu filmde Goya'dan çok Lorenzo ve karakteri irdelenmektedir..




Lorenzo, rahip olarak gördüğümüz ilk bölümde -sinsiliği suratından aksa da- durumu itibariyle devamlı önüne bakan, fısıltıyla konuşan biridir..
İkinci bölümde ise "tek başına iktidar sahibi" olarak -o iki yüzlülüğünü hiç kaybetmeden- artık, dimdik duruşu ve gür sesiyle sahnededir..
Önceleri ona acımayanlara şimdi o hiç acımayacaktır; iktidar tutkusu ona nasıl bir son hazırlarsa hazırlasın, o dahi umurunda değildir..

Tüm bu halden hale geçen karakterin hakkını veren Javier Bardem'i anmadan geçmemeli diye düşünürken; Goya'da Stellan Skarsgrad ve İnes'te de Natalie Portman'ı üstün oyunculukları için -naçizane- kutlamalıyım..




Ayrıca son olarak, Engizisyon ve onun ilkel uygulamalarının demir yumruğunu yüzyıllarca tepelerinde hissetmiş İspanya (ya da Avrupa)'nın, öyle çok da zaman geçmeden nasıl bugünkü imrenilen çağdaş durumuna ulaştığı sorusunun, filmi izlerken aklıma düştüğünü; ve filmin sonunda yazılar akarken perdeye yansıtılan, kocaman -şaheser ve de belgesel- Goya tablolarını izlerken, pek nadiren yaptığım üzre, yazıların -ve de etkileyici müziğin- bitimine kadar sinemada oturup kaldığımı da buraya not edeyim..

İktidar hırsının ve gözü kara çıkarcılık kadar; dinciliğin ve ona imkan sağlayan bağnaz dindarlığın, toplumları nasıl karanlıktan karanlığa sürükleyecek bir ortam oluşturduğuna bizi tanık eyleyen Miloş ustanın bu eseri, bendenize -diğer şaheserlerine nazaran- biraz vasat görünse de, sinema açısından da kurak geçen bu yaz sezonunun, kanımca en başarılı ve izlenesi filmiydi..


3,5  /5