19.11.07

Polis :: "Bizim Zatoichi" Musa Rami


Musa Rami, "başına buyruk" hareket eden, mesleğinde efsaneleşmiş, yaşlı fakat çevik, üstelik karizmatik; yani tam "sinemalık" bir cinayet masası polisidir..
Son zamanlarda kafasını meşgul eden üç şey vardır: Birincisi -gözümüzün önünde- küçük oğullarını öldürdüğü güçlü mafya ailesi "İzmitli"lerin, kendisine ve ailesine yönelik ölüm tehditleri; ikincisi ve kalbini en derinden yaralayanı, kendisinden 40 yaş küçük üniversite öğrencisi Funda’ya olan aşkı ve üçüncüsü ki, en ölümcül olanı..

Filmi izledikten sonra aslında bütün bu hikayenin hiç de önemi olmadığını farkediyorsunuz..
Kuşkusuz anlattığı şeyler bir insan için çok önemli konular, ancak yönetmenin bu mühim ama bildik sulara yeniden dalma niyetinde olmadığını daha filmin başlarında anlıyoruz..
Bu ilk çalışmasında yönetmen, olanların ne olduğundan çok, nasıl gerçekleştiğini göstermenin, bildik şeyleri bilinmedik bir şekilde anlatmanın, yani farklı bir üslubun peşinde..



Yönetmen Onur Ünlü'nün, filmini ithaf ettiği Japon yönetmen Takeshi Kitano kadar, başka sinemacılardan da etkilendiği bir gerçek..
Bu etkilenmeler -haliyle- dünya sineması için değil ama bizim sinemamız için büyük bir yenilik.. Tutup tutmayacağı meçhul de olsa, Yeşilçam'a adeta bir devrim ithalini gözlemliyoruz bu filmde..

Filme, Kitano'yla olan ilişkisini bilerek gidip, daha ilk sahnede bir sürü -dalyan gibi- mafya elemanını etkisiz hale getiren, altmışını aşkın Musa Rami'yi de gördüğümde, Japon yönetmenin Zatoichi adlı filmi aklıma geldi..
Japonya'nın çok incelikli sinema dehası Takeshi Kitano'nun senaryosunu yazıp yönettiği ve de oynadığı bu şahane filmi, ihtiyar polisimizin "tuhaf" ailesiyle gittiği piknikte hep beraber yaptıkları koreografik dansları sırasında da, ayrıca anımsadım..

Yalnız, tüm bu ithalat ve etkilenmelere karşın önümüze konulan ürün kesinlikle bir taklit değil; hatta böyle bir izlenim vermemesi için de üzerinde çok fazla çalışılmış..
Öyle ki, bu konuda biraz aşırıya dahi kaçılmış..

İşte bu "aşırıya kaçış", ben de dahil çoğu izleyicinin, filmin iyi veya kötü olduğu hakkında kesin bir yargıya varmasını güçleştiriyor; "çok değişik bir film" şeklinde kekelemesine neden oluyor..
"Güzel bir film" derken, hemen akabinde ağızdan refleks olarak "ama..." itirazıyla devam eden cümleler çıkıyor..



Bu tür sinemaya hiç de yabancı değilim, üstelik hep beğenmişimdir de..
Farkettim ki, yarattığı karizmatik kahramanıyla dalga geçebilen, onu icabında küçülten, yeniden yücelten; alabildiğine umutsuz, beklentisiz hatta absürt temelli bu sinemada nerede duracağını bilebilmek, belli ki çok önemliymiş..
Bir de, nasıl olsa "absürt" diyerek bir sürü mantık hatası yapmamak gerekirmiş..

Polis, tam anlamıyla, seyirciyi "ters köşeye yatırma" şampiyonu; hemen her sahnede, ya hikayeyle ilgili ya da sinemanın biçimsel tekniklerine dair bir sürprizle karşılaşıyoruz..
Seyirci açısından, gerçekten ilginç bir deneyim bu; sırf bu yüzden, bu film mutlaka görülmeli derim ben..
Bütün bu sürprizler, sarsmalar ayrıca bir dizi "grotesk" sahneleriyle film, zaten "bir acayip" kahramanla özdeşleşmekte zorlanan seyirciyi iyice sersemletmekte; onları, "Bu bir filmdir kardeşim!. Kendini kaptırma.." Diyerek, olan biten şeylere adeta yabancılaştırmaktadır..

Bütün anlattıklarıyla Polis, "bir insan ne kadar köşeye sıkışabilir/sıkıştırılabilir?." Bir başka deyişle, "Bir adamın başına en kötü ne gelebilir?" Ve nihayet; "Bir adamın maddi-manevi olarak bittiği nokta neresidir?" sorularıyla o adama kendi mezarını dahi kazdırtan, buna karşılık sorularına kimseden tek bir yanıt bile beklemeyen, bir "acayip" film..