5.12.07

Bir Jean Racine tragedyası: Bayazıt


Genç ve cebbar padişah Dördüncü Murat, Bağdat seferine çıkmış, yokluğunda sarayın yönetimini, haremindeki güvendiği hatunlardan Roksan'a bırakmıştır..

İhtiraslı Roksan, padişahın kardeşi olan, yumuşak huylu ayrıca gururlu Şehzade Bayazıt'a aşıktır..

Özetlemeye çalıştığım piyese adını veren Bayazıt ise, Roksan’ın bu aşkına olumlu yanıt verecek halde değildir; zira, çocukluktan itibaren birlikte büyüdükleri Atiye ile karşılıklı, hem de körkütük bir aşk yaşamaktadırlar..

Gel gör ki zavallı Bayazıt aslında, padişah Murat tarafından her an öldürülmeyi bekleyen bir kadersiz şehzadedir..
Bu ölüm korkusu ve baş entrikacı Sadrazam Ahmet'in de planları gereğince Şehzade Bayazıt,
Roksan'ı sever görünmelidir..
Hatta plan gereği, Padişah seferden dönmeden bu "zoraki" ikili evlendirilmeli; Bayazıt da bir an evvel tahta çıkmalıdır..
Bütün bu komplolarda hep, Padişah'ın seferden başarısızlıkla dönmesi ihtimali göz önüne alınmıştır.. Oysa Murat -beklenenin aksine- büyük bir başarı kazanmış, "Bağdat Fatihi" unvanıyla Payitaht'a dönmektedir..

Final öncesine kadar kısaca anlattığım bu hikayeyi içeren oyunun yazarı, 17’nci yüzyıl Fransız tiyatrosunun büyük ozanı Jean Racine’dir..

Bayazıt, Racine'in yazdığı bir çok tragedya arasında en özgün ve niteliklilerinden biri olarak gösterilir..
Bir edebi metin olarak eser, anlattığı tarihi olayları ve tarihi kişileri ve de onların kişisel davranışlarını -büyük ihtimal- bire bir yansıtmamaktadır..
Ancak, dönemin Osmanlı Devleti’nin hal ve gidişini ortaya koymada, oyunun gerçekten başarılı olduğu açıktır..

Batı tiyatrosunun, Osmanlı sarayındaki iktidar, çıkar ve gönül ilişkilerini konu alan bu biricik oyunu, -nedense- ülkemizde ilk kez sahneleniyormuş..
Racine, çağdaşı olduğu o dönem Osmanlı sarayında geçen, aşk, ıstırap ve ihanet soslu entrikaları başarıyla öykülerken -bir tragedya özelliği olarak elbette- kahramanlarla beraber biz seyircileri de çıkışı olmayan labirentlere sokup, üzüyor, ağlatıyor..

Labirent dedim de.. Şehir Tiyatroları'nda izlediğimiz bu oyunun, metin çevirmeni, yönetmeni olan Başar Sabuncu'nun, bana hem Yerebatan Sarnıcı'nı, hem de bir labirenti hatırlatan sahne tasarımını bahsetmeden geçmeyeyim..

İlk defa 1672 yılında Paris’te sahnelenen, Osmanlı sarayına dışardan bir bakış olmasıyla da önemli Bayazıt, dönemin Avrupalı insanına, görkemli Osmanlı'nın büyülü ve gizemli dünyasına harika bir yolculuk yaptırmıştır diye düşünüyorum..
İşin tuhafı, tarihinden oldukça habersiz biz sıradan “zamane İstanbullusu” için de farklı bir deneyim olmadı bu doğrusu..
Kişisel bilgi gelişimim açısından da -ayrıca- pek faydalı bir etkinlik oldu bu oyunu izlemek: Eve gelir gelmez “internetten” Osmanlı'nın -özellikle- IV.Murat zamanına ilişkin yazılar arayıp okumalar, Racine ve tragedyalar hakkında bilgi edinmek gibi..

Can Başak, Mehmet Avdan, Şebnem Köstem, Hümay Güldağ, Ahmet Özaslan, Işıl Zeynep Tangör ve Yonca İnal'ın rol aldığı, şahane giysiler ve etkileyici makyajlarla süslü bu oyunda; sevgili Atiye'sine doyamadan ve Üçüncü Bayazıt olamadan -ağbisinin emriyle- genç yaşta terk-i hayat eyleyen bir şehzadenin acıklı hikayesine tanık olduk..

O değil de, oyun boyunca hiç görünmediği halde tüm hikayeyi yönlendiren kişi olan Dördüncü Murat'ı -tarih kitaplarından beynimize kazılı heybetli haliyle- finalde şöyle bir görmek isterdi doğrusu şu deli gönül..

Ek gerekli bilgi: (Eee.. Dersimize çalıştık herhalde.)
Sultan Süleyman‘a kalmayan bu dünya, Bayazıt dışında iki erkek kardeşini daha boğduran Murat Padişah’a mı kalacak?. O da, henüz 27 yaşındayken sirozdan ölür, vesselam..