5.12.07

Cennet'in Basına Tanıtımı


Yazarı olduğum SiyahKahve'nin -gayrıresmi- Muhabiri" olarak Cuma öğleden sonra kendimi Taksim'deki Line'da buldum..

Yönetmen Biray Dalkıran'ın 4 Ocak'ta vizyona girecek olan son filmi "Cennet"in basın toplantısı burada yapılacaktı..

Hep merak ettiğim, filmlerin basına tanıtıldığı bu toplantılardan birine katılmak ilginç olabilirdi..
Cennet

Bu arada, başrollerinde Engin Altan Düzyatan ve Fahriye Evcen'in oynadığı, “Onun cennetinde sadece mutluluk vardı.. Diğerleri gelene kadar.." sloganlı filmin sinopsisini şuraya ekleyeyim de hikayeme öyle devam edeyim..

"Can, 7 yaşındayken annesinin ölümü ile yaşadığı büyük travmadan sonra çevresi ile bütün iletişimini koparmış, 'atipik psikoz', yaygın tanımla geri zekalı bir gençtir. Düşük zekasına rağmen inanılmaz bir hayal gücüne sahiptir. Annesini hayal dünyasında yaşatmış ve 29 yaşına kadar sadece onunla iletişim kurmuştur.
Bunca yıldır kendi kendine yarattığı cennetin içinde yaşarken bir gün artık o cennette yalnız olmadığını fark eder. Genç ve güzel bir kız da kendisine eşlik etmeye başlamıştır. Bunca yıldır kendi dünyasında kurduğu bu cennetten çıkarılıp başkalarının cennetinde yaşamaya mı mecbur edilecektir?"

Cemiyete Katıldım

Ben mekana vardığımda, bir köşede Yönetmen'in, diğer köşelerde güzel ve yakışıklı olmalarından başrol oyuncuları olduğunu hemen anladığım şahısların röportaj vermekte olduğunu gördüm.. 
Bu arada filmin basın tanıtım sorumlusu "sanal tanışık" Ebru Hanım'la “sahiden” tanıştım..

Pek de alışık olmadığım bir ortamda üstelik yalnız da olunca, barın, topluluğa üstten bakan bir köşesine konuşlanmanın daha uygun olacağını düşündüm..

Maden suyumu yudumlarken, mekanda tek tanıdık olarak, kapıdan yeni giren Mehmet Birkiye' yi gördüm.. Anladığım kadarıyla oyuncu kadrosu tamamlanmış; toplantının başlaması için, son olarak, filmin müziğini yapan Harun Kolçak'ı bekliyorduk..

Bu arada ben yeniden aşağıya inmeye yani cemiyete katılmaya karar verdim.. 
Acemi bir "sözde" muhabir olarak "koskoca" yönetmenle falan röportaj yapacak halim yoktu ya, öyle ortalıkta dolanıyordum.. 
Televizyonlarla ya da yazılı basınla yapılan söyleşilere kulak kabartınca bu işin o kadar da zor olmadığını gördüm.. Yine de ben -bi cesaret- bu işe kalkışsam bile, devasa medyadan bana sıra geleceğine, mütevazı bir Internet sitesine bu şansı tanıyacaklarını pek sanmıyordum..

Kalabalığa girince, çok yıllar önce, sinemayla hiç ilgisi olmayan bir yerde tanışmış olduğum, oyuncu Cüneyt Sayıl'ı gördüm.. Selamıma karşılık verdi ama beni tanıdığını hiç sanmıyordum.. Benim şimdi eskilere dalıp, kendimi tanıtmaya kalkışacak halim de yoktu doğrusu..

Yine oyunculardan, Şendoğan Öksüz'le hemen orada tanıştık (Tamamen kendisinin sıcakkanlılığıyla elbet.). 
Tabii, "pot kırmazsam olmaz" düsturuma -hemen- sadık kalarak, kendisine: "Basın mensubu musunuz?." diye sordum. O ise, gayet centilmence davranarak, filmde doktor rolünde olduğunu söyleyip, oracıkta filmi baştan sona özetleyiverdi..

Ve assolist, yani Harun Kolçak da teşrif ettikten sonra basın toplantısı denen şey başladı..
Mekanın bir köşesine filmin yönetmeni ve tüm oyuncular tek sıra olarak dizildi.. 
Onların tam karşısına da, ellerinde uzun namlulu tüfek gibi kameralarla, kurşuna dizme timi misali basın mensupları konuşlandı..

Ben, elimdeki küçük Canon'umla, bu makineli tüfekler arasında 6.35 mm'lik bir Beretta tabanca taşıyan askercik halimle pek komik görünüyordum sanırım..





Helal Olsun "Harry Potter" Çekene

Toplantının açılış konuşmasını yönetmen Biray Dalkıran yaptı..
Önce, aynı günün gecesi meydan gelen uçak kazasıyla ilgili üzüntülerini bildirdi.. Filmin montajının halen devam ettiğini ve 15 gün daha süreceğini söyledi.. Bu gecikmenin nedeni olarak İngiltere'de yapılan animasyon çalışmalarının gecikmesini gösterdi..

4 Ocak'ta filmin vizyona gireceğini ekleyen Yönetmen, bu tarihin bilimsel bir açıklaması da olduğunu, çünkü 5 Ocak’ın kendisinin doğum günü olduğunu söyledi..

Dalkıran, yoğun ve zorlu çekimler süresince aksiliklerin ekibin peşini bırakmadığını, çeşitli yaralanmalar ve kazalar yaşadıklarını esprili bir dille anlattı..

Filme dört adet son hazırladıklarını ve hangisini kullanacaklarına daha karar vermediklerini; ilk filminden, uzun planların pek olmaması gerektiğini öğrendiklerini (Burası bana tuhaf geldi ama koskoca yönetmenin de bir bildiği vardır herhalde.), bu nedenle ilk bağladıklarında 137 dakika olan filmi 94 dakikaya kısalttıklarını açıkladı..

Filmin cennet ve uçma sahnelerini oluşturan görsel efektlerin kendilerini en çok zorlayan kısım olduğunu ve bunları yaşadıktan sonra "Harry Potter" filmlerini çekenlere saygısının arttığını söyledi.. 
Özellikle platolardaki bu zorlu “bluebox” çekimlerinde oyuncularının kendisine yardımcı olmalarından ve özverili çalışmalarından dolayı memnuniyetini dile getirdi..

Biray Dalkıran, son bir soru üzerine, Türkiye'de film çevirmenin zorluğunu; ilk filmi Araf'ın bazı küçük hatalarına rağmen başarılı olduğunu ve o filmle ikinci sınıfa geçtiğini, Cennet ile de üçüncü sınıfa yıldızlı pekiyi ile geçeceğini iddia etti..

Yönetmen dışında, bir de Harun Kolçak konuştu.. İlk kez bir filme "soundtrack" çalışması yaptığını, daha önce Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum"una yapacakken bir aksilik sonucu bunun gerçekleşmediğini ve bu filmin sonundaki enstrümantal parçanın aslında o film için hazırlandığını söyledi..

Ne Güzel Şeydin Sen Fahriye Abla

Bir filmle ilgili basın toplantısının ne menem bir şey olduğunu görmüş, “şu sıradan hayatım” ın bir eksiğini daha gidermiştim çok şükür..
Biray Dalkıran' ın ilk filmi Araf'a, aldığı kötü eleştirileri okuyunca gitmediğimi hatırlıyorum.. 
Ancak, bu toplantıya katılıp, bu yazıyı da yazdıktan sonra yeni filmine gitmemek sanırım en azından ayıp olur.. 
Her şeyden önce "ilginç" görünen yeni filmiyle, bu yönetmenin sinemasıyla da sonunda tanışacağımı umuyorum..

O değil de, az sonra, yağmur çiseleyen İstiklal Caddesi' nde yürürken, barda konuşulan çoğu şeyi unutmuştum, ancak orada ilk kez gördüğüm Fahriye Evcen hanfendinin güzelim suretini unutmak ise, bana pek mümkün görünmüyordu..



1 yorum:

  1. Adsız8.10.08

    Haklısın valla. Fahriye, unutulacak bir kıza hiç benzemiyor.
    Fotoğrafları sen çektiysen küçük Canon'un hiç de fena değilmiş. ya da sen ustasın :)

    YanıtlaSil