2.3.08

Nâzım ve Vera


Galatasaray Yapı Kredi Kültür Merkezi'ndeki Özer Kabaş sergisine gitmişken hemen komşu salondaki diğer sergiye gitmemek olur mu?.

Bunun cevabı bana sorduğunuzda, "olmaz" dır.. Çünkü, bu "Sermet Çifter Salonu" adlı mekana -ne olduğuna dair önceden hiç bilgi edinmeden- ne zaman daldıysam orada her zaman ilgimi çeken bir sergiyle karşılaşmışımdır..

Sanat söz konusuysa hemen her şeye ilgi duyduğumdan, bu sebep gerçi buraya pek uymadı ama olsun..

Nâzım Hikmet'imizle ilgili bir sergi açıldığını duymuştum ama nerede düzenlendiğine dair olan bilgisizliğimi işte bu salona girdiğimde giderdim..

Büyük şairin ve son karısı Vera Tulyakova'nın Moskova'da birlikte yaşadıkları evden getirilen çok çeşitli eşyaların -daha doğrusu şeylerin- sergilendiği, görsel ve -bir nebze de olsa- sesli tarih tadı da alınan, duygu yüklü/yükleyen bir etkinlik idi bu..




Daha salona girmeden tepemizde dönen ve içerde de bulunan, tavandan sarkıtılan konuşma balonu şeklindeki bilgilendirici dövizler ilginç geldi bana..


Hemen girişte de oda gibi hazırlanmış bölümde, Nazım ve karısının akla gelebilecek her çeşit giyim eşyaları, biblolar, daktilo, fotograf albümü, kitaplar ve önündeki kumaştan paneline onlarca rozet iliştirilmiş -hemen göze çarpan- kocaman bir radyo yer almakta..


Kapağı açık bi şekilde sergilenen bavullar ve bunların içindeki ya da kenarlarına bırakılmış giysiler, Nazım ile Vera'nın -adeta- Moskova'dan İstanbul'a yeni geldikleri izlenimini vermekte..






Yine de, sergilenen bazı materyaller ve özellikle rusça yazılı belgeler hakkında ya hiç olmayan ya da yetersiz bilgilendirmeler, 22 Mart' a kadar sürecek bu mühim serginin zayıf tarafıydı..

“Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu" gibi, hüzün verici bir başlığa sahip sergiyle -yani, "dev" şair ve sevgili karısının "insani" yaşamından arta kalan bir sürü şeyle- iyice haşır neşir olmuşken; Nazım'ın ortamı saran -iç titreten- sesinden şiirler dinlemek -doğrusu- insanı bambaşka bir havaya sokuyor..

Nazım Hikmet'in, "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda" diyen sesini işiten bir insan evladının, -çok sevdiği- ülkesinin ona onlarca yıl uyguladığı baskıları, haksızlıkları, işkenceleri düşünüp de içinin derinde bir yerine asit damlatılıyormuşcasına yakan acıyı hissetmemesi mümkün mü?.