20.9.08

Tatil Kitabı :: Böyle Gelmiş Böyle Gider


Çekingen ve sessiz olduğu kadar, vakur bir ilkokul çocuğudur Ali..
Öğretim sezonunun sonuna gelinmiş; öğretmen, öğrencilerine dağıttığı Tatil Kitabı’nın önemini anlatmaktadır..

Çocuklardan, tatilde oyun oynamanın yanısıra, bu kitabı okuyup incelemek üzere zaman ayırmalarını da ister..

Yaşım icabı olsa gerek, bendenizin hiç 'Tatil Kitabı' olmamıştır (Tam burada hüzünlenebilirsiniz.. lütfen!); siz biliyor olsanız da, ben yine de gördüğüm kadarıyla tarif edersem: İçinde, bir öğrenciye tatilde görecekleri, yapacakları hakkında bilgiler veren; bu arada, yıl içinde işledikleri derslerle ilgili alıştırmalar da içeren, bol fotoğraflı, güzel baskılı, albenisi olan bir kitaptır Tatil Kitabı..

Okul çıkışı, merakla, şöyle bir kitabını karıştıran Ali; evine bile ulaşamadan, adeta, kendisi gibi 'içine kapanık' çocukların başına bela olsun deyu dünyaya gönderilmiş haylaz çocuklardan bir oğlana, kitabını kaptırıverir..





Ali, amcasından borç aldığı parayla, Tatil Kitabı'nı -son bir umutla- kırtasiye dükkanlarında arayacak, bulamayınca da kaderine razı olacak; kendini ve tatilini, pek kıymetli sevgisini asla göstermeyen ve yurdumuzda bolca rastlanan, sert karakterli bir babanın insafına bırakacaktır..

Babanın, küçük oğluna, karne hediyesi olarak verebileceği 'tatil sepetinde' şunlar bulunmaktadır: Onun babasının da, bir zamanlar kendisine yaptığı gibi- önce, her sabah yazıhaneye götürüp, orada, sandalye tepesinde oturmaya mahkum etmek; olmadı, toptancıdan aldığı bir kutu sakızı Ali'nin eline verip, sokaklarda satmasını istemek..

Ailesi ile Silifke'de yaşayan ve narenciye ticaretiyle iştigal eden Mustafa efendi -büyük ihtimal- kendi babasından devraldığı 'manevi' mirasla, aile bireylerine ve çevresine sert ve de ters davranan, klasik Türk babalarından bir babadır..
Adamın, hemen her Türk annesi gibi, çocuklarına sevecenlikle kol kanat geren karısı Güler'le olan, 'kopuk bağlantılı' ilişki ya da ilişkisizliği ise, adamın başka bir ‘marifeti’ olarak göze çarpmaktadır..
Bu iletişimsizliğin, kocasının, kendisini başka bir kadınla aldattığına dair, Güler’in kafasında oluşan 'zehirli' şüpheleri, daha da alevlendirdiği açıktır..





Bu arada, askeri liseyi bitirmiş büyük oğlu Veysel'in 'subaylık' gibi, bir gence, garantili bir iş ve de istikbal sağlayacak bir eğitimi yarıda bırakmak üzere, üniversite sınavlarına girme kararıyla eve gelmesi, baba Mustafa'nın sinirine sinir katacak; oğlundan, asla onaylamayacağı bu ‘saçma’ karardan caymasını isteyecektir..
Tam da, delikanlılığın isyan bayraklarının dalgalandığı; ortam icabı bastırılan cinselliğin, kafa bulanıklığı yaşattığı bir evrede debelenen Veysel ‘şimdilik’ geri adım atmayacak; ailenin -biraz dışardan da olsa- denge unsuru gibi görünen üyesi amca Hasan, bu 'evrensel' mücadelesinde -yine şimdilik- onun yegane dayanağı olacaktır..

Amca Hasan, aslında, ağbisi Mustafa için, çocuklarına ibret olarak gösterebileceği, ideal bir, başarısızlık örneğidir.. 

Gençliğinde okumak için Ankara'ya gitmiş, başaramamış, çabalamış, tutunamamış ve gerisin geri, Silifke'ye dönerek, baba mesleği olan kasaplığa yapışıp kalmıştır..

Küçük Anadolu kasabasının bu küçük ailesinin üstünde, tam da böylesi kara bulutlar dolaşırken; baba -kendisine göre- iş seyahatine -karısına göre ise- metresine gittiği Ürgüp'ten dönerken, beyin kanaması geçirip komaya girer..
Bu yeni durum, başta amca Hasan olmak üzere, ailenin hemen her ferdinin olaylara bakışını, az veya çok değiştirecektir..






Another Brick in The Wall yahut Böyle Gelmiş Böyle Gider


“Arada bir sarsılır gibi olsa da, asla dizginleri elden bırakmaz ‘otorite’ ya da kader; biri gider diğeri gelir, fire verilmesi hiç mühim değildir; yıpranan ya da eksilen tuğlalar yenileriyle değiştirilmiş, roller yeniden dağıtılmıştır; ‘otorite duvarı’, şimdi artık, eskisi kadar payidardır.. Ve devran, aynı minval üzre döner, döner.“

Sona erdiğinde, bana bunları düşündürten; yönetmen Seyfi Teoman’ın, senaryosunu da yazdığı bu ilk uzun metrajlı filmi; Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan filmleriyle başlayıp, Reha Erdem ve Semih Kaplanoğlu gibi isimlerle ivme arttıran, son dönem, 'Minimalist' anlayışlı 'yeni' Türk sinemacılarına, taze bir soluk getiriyor..

Aralarına daha birkaç isim daha eklenebilecek bu sinemacılar ve onların filmleri, birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek, önemli estetik farklara haiz olsalar da, ortak noktaları şöyle özetlenebilir: Sinema dilindeki sadelik ve gerçekçilik; 'normal' sinema seyircisini sıkan, ağır bir tempo; amatör veya yarı amatör oyunculara ağırlık verilerek, sıradan insanların, sıradan yaşantılarına -gerçek mekanlarda- objektif doğrultulmak ve bunlarla bağlantılı olarak da, düşük bütçe, kısıtlı imkanlar.. 





Tatil Kitabı, tüm bu saydığım özellikleri, içinde barındırarak ve bana (Belki de bize.) yabancı gelmeyen, çok iyi bildiğimiz, sürprizler içermeyen 'basit' bir yaşantı parçasını -beklenenin aksine- hiç de sıkmadan, başarıyla anlatıyor..

Varlığı şüpheli olsa da, 'para ve metres' gibi, başlı başına 'heyecan' kaynağı iki ögeyle, bu sade hikayeyi renklendirmesi; mekan olarak kullandığı Silifke ve Ürgüp'ten başarılı kadrajlar yakalaması ve bir taşra kentinin kendine has, belli başlı noktalarını titizlikle seçerek, filmin atmosferine katkı sağlaması, Seyfi Teoman'ın diğer artıları..


Oyunculuğu tartışılmaz- Taner Birsel'in dışında, küçük Ali'yi başarıyla canlandıran Tayfun Günay'ın performansı gayet iyiyken, özellikle, babayı oynayan oyuncunun, çok göze batan acemiliği ve bazı diyaloglardaki müsameremsi yavanlık da, yönetmenin eksileriydi..


Kocaman adamın yapamadıklarına karşın, küçücük çocuktan elde edilen oyunculuk kalitesi; tamamen onun yeteneğinden kaynaklandığı gerçeğini ortaya getiriyor ki, bu durum, Teoman'ın, oyuncu yönetimindeki ‘olası’ zafiyetini sorgulatıyor..

'İlk film' olduğunu da göz önüne alarak, Seyfi Teoman'ı -son tahlilde- sanatında gerçekleştirebilecek gelişmeleri takip edeceğim ve gelecekteki yeni projelerini merakla bekleyeceğim bir yönetmen olarak görüyorum -naçizane..



3,5  /5