23.12.08

Sıcak :: Efervesan Özellikli Polisiye Drama


Aniden kulağımızda patlayan güçlü bir silah sesiyle; -belli ki- zorlu bir dalaşma sonrası, dudaklarının arasından kan sızan bir adamın, isyankar haykırışları ve de duygularını dışarıya vuran, gülmeyle ağlama arasında gidip gelen bir yüz ifadesiyle film başlar..
Erken gösterilen bu sahneyi, ilerde finale doğru, 'asıl zamanında' yeniden seyreylemek üzere, olaylar gelişmeye hazırdır..

İşinden iyi para kazandığı, yanındaki hatun kadar altındaki Merso’dan da anlaşılan Yusuf (Hazım Körmükçü), 'batık gemilerin enkazını çıkartma' gibi enteresan bir işle iştigal eden bir firmanın, iş bitirici elemanıdır.. 
Ve şimdi yeni bir işi halletmek üzere İstanbul'dan Çanakkale'ye doğru üstü açık bir arabayla yol almaktadır..

Özel ders vererek aile bütçesine katkıda bulunduğu anlaşılan, karısı Meryem (Ebru Akel)'de, batığa spor amaçlı dalarak, sahip olduğu 'derin deniz dalgıçlığı' brövesini değerlendirmek üzre kocasının peşine takılmıştır..

Meryem, elinde video kamera, sağı solu çekerken; yollarının üstündeki Çanakkale Şehitliği'ne de -belli ki yine tamamen onun zoruyla- ziyarette bulunurlar..


Karısının iyice tatil havasına girdiğini belli eden bu 'laylaylom' halleri, 'duygu yoksunu' olduğu zaten suratından akan, üstelik bir de iş gezisi rutinindeki Yusuf açısından, çekilir gibi değildir.. 
Bir ara -hamilelik nedeniyle- kusup ortalığı da batıran bu kadın, işini bir an önce halletmeye kilitlenmiş adam için sadece bir ayak bağıdır..





'Hesap adamı' Yusuf efendi, yine de, bu zaman kaybını değerlendirerek; gebeliğin yeni olması hasebiyle bebeğin cinsiyeti henüz belli olamasa da karısına, -iyisinden- bir oğlan siparişi verecek; vaziyetini bahane ederek, ona, verdiği özel dersleri bırakmasını önerip, dalyan gibi bir erkek olarak evi tek başına da geçindirebileceğini söyleyecek; kaldı ki, çok istiyorsa eğer, ilerde kendi çocuğuna ders verebileceğini (Sağ olsun!) hatırlatacaktır..

Bu arada, -beklendiği üzere- mendebur suratlı bu adamın hayatında başka bir kadın olduğunu, torpido gözündeki -kendisinin de ilk kez gördüğü- bir mektuptan anlarız..
Yine, kendisinden beklendiği gibi: "Karımla hiç mutlu değiliz, hatta evde artık kardeş gibiyiz, zaten yakında boşanacağız" mealindeki, ‘evrensel’ erkek y
alanlarıyla, öteden beri kandırdığı 'sözde' sevgilisi, sitemkar içerikli bu mektubu oraya bırakmıştır.. 
Karısı görmediğinden, şimdilik bir tehlike yoktur..

Mevcut yeni durum nedeniyle daha da canı sıkkın vaziyette, iskeleye yakın bir kafede 'biralanan' Yusuf ile ‘alımlı’ karısı (Kendisinden literatürde 'güzel' olarak bahsediliyorsa da benim bu husustaki düşüncem naçizane budur.) Meryem, kendilerini adaya götürecek feribotu beklerlerken; biz onlardan önce, oraya şöyle bir uğrarız..






Sevgili karısını yıllar önce denize kaptırmış; sarıp sarmaladığı otların dumanında tüterek bu derin acıyı içine gömmüş; harap, küçük kulübesinde dalgıçlık ve balıkçılık yaparak, tek başına yaşayan Niko Kazancı (Cem Özer)'yla tanışmanın zamanı gelmiştir artık..
Adanın yerlisi olan, ellisine merdiven dayamış bu 'karizmatik'
Rum ile onun -nispeten- yeni arkadaşı olan ve adada askerliğini yapan Adem (Gürgen Öz), sohbet etmektedirler..
Adem'in sivil hayatında, resmi nikahlısı olmayan bir kadından oğlu vardır; ve bugün, onların kendisini ziyarete geleceğini haber aldığından dolayı da çok heyecanlıdır..

Zavallı Adem, kadınının ve minik oğlunun adaya gelişlerinin aslında bir veda ziyareti olduğunu; durumlarında çıkar yol göremeyen kadının, başka bir adamla birlikte -çocuğunu da kendinden kopararak- kaçıp gideceğini, akşam, onlar adadan ayrıldığında öğrenir ve akabinde deliye döner..


Sakin hava dönmüş, geceyle birlikte sessiz ada, şiddetli bir yağmurun etkisi altına girmiştir..
Adeta kendini kaybetmiş Adem, bu berbat havada, nöbet yerini terk ederek firar eder ve ne yapacağını bilmez halde, adadaki tek dostu Niko'ya telefonla ulaşmaya çalışır.. Ancak buna fırsat bulamaz..
Bu şirin adanın, bahtsız ve kaçak askerinin ve de onun tüfeğinin; adaya yeni ulaşan karı-kocanın ve onların mersedeslerinin; adanın kadim sakini 'can dost' Niko'nun yazgıları burada kesişmiştir bir kere.. Ne desek boş..






Efervesan Polisiye Drama


Sıcak, şu sıralar çoğu yerli filmde bolca konu edildiğine şahit olduğumuz, suç-ceza, vicdan ve kader üzerine yapılmış, ancak mevcut yapaylığını bertaraf edecek atmosferi yaratamayan; içerdiği her türlü entrikanın, polise, dedektife ihtiyaç duymadan, suyu gören ‘kalsiyum sandoz’ gibi çözülüverdiği, oldukça zayıf bir çalışma olarak göründü gözüme..

Diğerlerine nazaran, polisiye yönü daha ağırlıkta olan böylesi bir hikayeyi, incelikten ve zekadan yoksun bir takım dönemeçlerle ilerletmeye çalışmanın bahanesi olarak -belki- hedeflenen ‘seyirci profili’ gösterilebilir.. 

Yoksa, filmin -olumsuz anlamda- 'pürüzsüz' akmasını sağlayan, delillerin peşpeşe zuhur ettiği, tesadüfi ya da yazgısal komikliği, başka türlü açıklamak -doğrusu- içimden gelmiyor..

Bir de şu, filmin 'gerilim öğesi' görevini, uzun bir süre başarıyla sürdüren, cep telefonu zilinin 'Kazancı ağbi' deyu çalıp durması yok mu? Pes dedirtti yani!.
Hadi, dünyanın en basit işlerinden biri olan, telefon kilidini açıp da şu zımbırtıyı kapatamadınız; kocaman iki insanın, küçücük telefondan kurtulması gerçekten bu kadar zor mu?. 

Anlayan beri gelsin.. oysa koskoca cesedi gömerek, ondan kurtulmayı ne de kolay becerdiniz.. 
Bir komedi filmi ya da 'gözü kara' bir korku filmi olsa bu durum hoş karşılanabilir, ama bir dram için bu mümkün mü?.




İbrahim Altun'un aynı adlı romanı kaynak olan, küçük ama erbabının elinde büyüyüp güçlenebilecek bir hikayeden, Abdullah Oğuz -yazarla birlikte- sıradan ve oldukça sıkıcı bir senaryo ortaya koymuş..

Bir önceki filmi Mutluluk gibi, 'yok yok' kapsamındaki geniş bir senaryoya sahip filmle bile ancak vasatlığa ulaşabilmiş bir yönetmenin, böylesine dar ve yetersiz bir senaryodan başarılı bir yapıt çıkarabilmesi doğrusu büyük sürpriz olurdu..

Son olarak da oyunculuklara değinmezsem olmaz: Cem Özer, Adem’in Trenleri filmiyle pekiştirdiği, zaten bildiğim ve beğendiğim iyi oyunculuğunu, burada da sürdürmeye çalışmış; ama bir filmde oyunculuğu ortaya çıkaran en önemli faktörün yine filmin kendi kapasitesi olduğu gerçeğini bize hatırlatarak..


Hazım Körmükçü, -her haliyle- herkese, her şeye sevgisiz ve saygısız, soğuk bir adamı ortalama bir oyunculukla perdeye taşımış..


Filmin yönetmeni Abdullah Oğuz’un sevgilisi olduğunu ve bu sayede filmin esas kızı olabildiği gibisinden dedikoduların ortalıkta dolaştığını yeni öğrendiğim (Ne mutlu bana!) Ebru Akel'in, -rolünün orta derecede zorluk içerdiğini de hatırlatarak- bu dedikodulara hak verdirecek ölçüde kötü rol kestiğini söylemek zorundayım.. 

Ancak, Ebru hanım kızımızın bale eğitimi aldığı her halinden belli o dillere destan güzellikteki bacaklarına, olumsuz tek bir lafım olamaz; lafı olana da önce ben, sonra da Allah çarpar.. onu da söyleyeyim..

 /10




2 yorum:

  1. Adsız2.1.09

    Abdullah Oğuz'un Mutluluk adlı filmine daha önce gitmiştim. Zülfü Livaneli'nin aynı adlı kitabını okuduğum için, okuduğum kitabı beyaz perde de seyretmek oldukça keyifli gelmişti bana.

    Sıcak ile ilgili yazınızı Tersninja'da okuyup gidip gitmemekte kararsız kaldığımı hatırlıyorum. Zira yazılarınızdan etkileniyorum. Yazınızdaki filmin tırnak içinde seyirci profili bir aşağılama hissettirdi bana önce,sonra aldırmadım gittim. Peki yazacağım film hakkındaki yorumumu şimdi: Eh işte:)

    YanıtlaSil
  2. bu filmin ‘seyirci profili’ endişesi, tamamen yönetmenden kaynaklanan bir hüsnü kuruntu olup çok eski bir tevatüre dayanmaktadır.. yani, hep bildiğimiz şu "halk anlamaz" teranesi..

    bu sebeple, konunun, sizinle ya da filmin seyircisiyle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır.. dolayısıyla alınmanız gereksizdir.. hele aşağılanmanız, sözkonusu bile değildir.. reca ederim!

    YanıtlaSil