3.6.09

Hadigari Cumhur :: Bodrum’un Öteki Yüzü



Henüz turizmin patlamadığı, kıyıların yağmalanmadığı o ‘masum ve bakir’ zamanlarda, kıyı köylerinde mukim babalar, zayıf düşmesinler, soylarını rahatça sürdürebilsinler deyu oğullarına tarlaları, bahçeleri; 'potansiyel akbaba' damatlar üzerine yatmasın -en fazla- sıcaklayınca denize girip serinlesinler deyu da sahildeki beş para etmez arsaları, kızlarına miras olarak bırakırlarmış..

Gel zaman git zaman- devran değişip de eskinin o değersiz ‘denize sıfır’ arsaların kumu-çakılı altın olunca, daha önceleri hiç sesleri çıkmayan, hallerinden memnun oğlanlar, isyan eder olmuşlar..

Bildim bileli, ne zaman yaz tatili için bir sahil köyüne falan gitsek benzeri ilginç hikayeleri, ora yerlisinden dinler; doğuştan torpilli ama bahtsız oğlan çocuklarının durumuna güler, adamdan sayılmayan ama şansları dönen kızların, öçlerini almış olmalarından da tuhaf bir zevk alırdık..
Tabii, hazımsız erkek tarafının, çoğu kez sessizce kabullenemediği bu gibi durumlarda çıkan çeşitli 'tatsız' hadiseleri de ayrıca dinler dururduk gari..

Bir nevi ‘Bodrum çocuğu’ Harun Özakıncı, hem senarist, hem yönetmen, hem de başrol oyuncusu olarak, işte bu herkesin bildiği mevzuyu anlatmak ya da dinlemekle yetinmemiş bi güzel de filme çekmiş ki bence pek de iyi etmiş..




Bodrum'un bu 'baba torpili' mağdurlarından ve eskilerin 'keyif pezevengi' dediği adamlardan biridir Cumhur (Harun Özakıncı).

Tembelliğin kitabını yazabilecek bir karaktere, menfaati için her haltı yiyebilecek bir karaktersizliğe malik; kim bilir, belki de adam olmasına yarayacak, doğru tek bir söze dahi kulağı tıkalı bir adam olan Cumhur, herhangi bir derde ilaç olabilecek bir lafı olmasa da, nefes almadan konuşabilmesine yarayan inanılmaz bir çene ve onu çalıştıran -alkolde marine edilmiş- pırıltılı bir zekanın da sahibidir..

Öz ve kayın biraderlerinin aksine, ikisi de aklı başında insanlar olan Abla Asiye ve enişte Ethem'i ihya eden sahil arsasını -hayatının en büyük takıntısı olarak- yaşantısının her anına 'ahmakça' çengel etmiş bu Cumhur'un, siniri burnunda falan hali lafın gelişi olup, resmen delinin tekidir..

Tamam.. Abla ve Enişte, kendilerine kalan 'denize sıfır' araziye üç yıldızlı bir otel kondurup, mütevazı bir rahatlığın içersinde yaşamaktadırlar belki ama; mandalina ve zeytin ağaçlarıyla dolu bir bahçe içindeki evde pansiyonculuk yapan, daha doğrusu ‘zavallı’ karısına yaptıran, ayrıca, şehrin işlek bir caddesinde küçük bir berber dükkanı da olan 'gözü doymaz' Cumhur'un durumu da fena değildir ki..
Üstelik, dükkanını çok iyi fiyata kiralamak üzre, bankalar, kuyumcular falan, sürekli kapısını aşındırmakta; herkesin, kendini kandırmaya çalıştığına inanan, bizim 'paranoyak' Cumhur ise, bu müşterileri birer birer kovalamaktadır..

Elindekiyle yetinmeyen, kadınlara ve eğlenceye düşkünlüğü dışında hayatta başka hiçbir şeye de ilgisi olmayan 'amaçsız' Cumhur'un bu 'ailevi' takıntısı, adeta, hiç ihmal etmediği bir sabah sporu işlevi görmektedir..
Bu sabah sporunun mutat hareketleri olarak Cumhur, -yanına arkadaşlarını da alarak- otele sürekli taciz saldırıları düzenler, müşterileri rahatsız eder; hatta orayı uyuşturucu satış merkezi olarak gösterip, polise yalan ihbarlarda bulunur, falan..

Bütün gözü dönmüşlüğüne rağmen, bu adamı ve yaptıklarını -öteden beri- hoş görmeye devam eden: "Delidir, yaptıkları canımızı yaksa, kafamızı bozsa da affetmek büyüklüktür" mealinde davranan Abla ve Enişte, bakalım onu daha ne kadar idare edebileceklerdir..


Öte yandan, Cumhur'un pansiyonunun, 'İstanbul kaçkını sürüngen' Nejat ve çılgın karısı (Merve İldeniz) gibi pek renkli misafirlerinin arasına son olarak, Ankara'da Arkeoloji okuyan
Duygu (Duygu Urak) adlı bir kız da katılır..
Bitirme ödevi için Bodrum'u ve tarihini seçen bu şirin kız, bir yandan ödevini yaparken, bir yandan da 'biz seyircilere' Bodrum'u her yönüyle tanıtmakta; bunun dışında, Cumhur'un puslu geçmişinin aydınlanmasına da katkı sağlamaktadır..
Duygu, çok geçmeden, bu 'yaramaz' adamla olan 'geçmiş ama derin' bağlantısını fark edecek, onunla kesişen 'ortak' izlerin, ister istemez geleceklerini de oluşturmaya başladığını, yaşayarak görecektir..




Bir halk kahramanı olarak Cumhur

Filmin başrol oyuncusu, senaristi, yönetmeni Harun Özakıncı, bu ilk sinema filminde, Bodrum madalyonunun, her tatilcinin ezbere bildiği, yazları ışıl ışıl parlayan, 'deniz-güneş-kızlar-aşk-meşk' tarafından ziyade, ora yerlilerinin hayat mücadelesini simgeleyen tarafını, yani Bodrum’un öteki yüzünü, komediyle yumuşatarak aydınlatmaya çalışmış..


Filmi izlerken gayet net anlaşıldığı üzre- sanatçı, sinemaya aktaracağı hikayesi için belli ki çok uğraşmış..
Öğrendiğimiz kadarıyla da, projesini gerçekleştirmek yolunda yıllarca başarısızlığa uğrayan girişimlerde, denemelerde falan bulunmuş; en sonunda bu olanağı bulunca da, maalesef kendini pek frenleyememiş..
Sevgili Bodrum’unu her yönüyle anlatmanın, tanıtmanın gereksiz bir işgüzarlığı içine giren Özakıncı, neredeyse, kurmaca bir filmin yanısıra ilerleyen bir Bodrum belgeseli de çekivermiş..
O zaman da ne olmuş?
İyi düşünülmüş 'dinamik' kurgusuna rağmen, gereksiz tekrarlara düşen ve belgesel motiflerin negatif katkısıyla da zaman zaman sarkan bir film ortaya çıkmış..

Keşke, sadece, yukarıda bahsettiğim dillere destan, o yöre meselesine odaklanılsa; hem dramatik, hem de komik yönleri olan bu hikayenin varlığıyla yetinilseydi de, başarılı olmanın sınırından böylesine dönülmeseydi..

Karakterin gayet iyi işlenmesiyle, neredeyse 'bir halk kahramanı' kıvamına getirilmiş ve tamamen kendisiyle özdeşleşmiş Cumhur rolünde Harun Özakıncı, kusursuz bir oyunculuk sergiliyor..
Ona eşlik eden, pansiyoner Nejat da Ersin Aycan ve Cumhur'un en samimi arkadaşı 'iş bitirici' İpraam rolünde de Serhat Saylan'ın başarılı performanslarıyla Hadigari Cumhur, tüm eksiklerine ve de ‘gereksiz’ fazlalıklarına rağmen rahatlıkla izlenebilecek, samimi, sempatik bir film..


2.5  /5


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)