27.6.09

Tarihi Dalgıç Malzemeleri 'Gizli' Sergisi


(Çıkan kısmın özeti: Muhteşem ikili, Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ne kapağı atmıştır.)


Landlord'un bir zamanlar resmen gemiler gördüğünü iddia ettiği bölümü kapatılmış olan müzenin şu andaki en önemli sergisi, Vakko Holding Yönetim Kurulu Üyesi Jeff Hakko’nun koleksiyonu olan, Tarihi Dalgıç Malzemeleri Sergisi idi..

Aynı binada ayrıca, bir ebru sergisi; bir de -sürekli olduğunu düşündüğüm- içinde, Atatürk'ümüzün çeşitli eşyalarının ve Savarona yatından sökülme bir takım parçaların, hatta komple bir kamaranın dahi bulunduğu bir başka sergi yer almaktaydı..

Bizim (Her ne kadar kendi adıma konuşuyorsam da Landlord'u dışarıda bırakmak hassas gönlümü rahatsız ediyor.) en çok ilgimize mazhar olan bölüm, kendisinin de bröveli bir dalgıç olduğunu, hatta sualtı arkeoloji kazılarına katılarak bu hobisini daha da geliştirdiğini öğrendiğimiz Hakko'nun, yıllarca topladığı dalgıçlık ekipmanlarının göz kamaştırdığı sergi idi..

Kadim zamanların, her tondan gri renkli ürkütücü denizlerinden, burada tertiplenen bir törene davetle gelmiş gibi toplaşan, her türlü metalden mamul bu ağır ve ürkünç giysili 'hayali' deniz adamlarını izlerken, bir yandan, kendi aralarında neşeli hatıraların uğultusuyla konuştuklarını fark ediyor; bir yandan da özüme çağrıştırdıkları muhtelif filmlerin sahnelerini, yeniden görür gibi oluyordum.. Ki etkilenmemek pek mümkün değildi..




Bu kez erkenden yakaladığım (Tabii ki yüce Landlord sayesinde.) bu sergi, 30 Kasım 2009 tarihine kadar açık kalacakmış..
Geçmişi 1800’lü yıllara kadar giden, değişik metal ve de malzemelerden imal edilmiş binbir çeşit dalgıç başlıkları, bu koleksiyonun en etkileyici objeleriydi..
Ayrıca aklımda kaldığı kadarıyla, hava almaya ve haberleşmeye yarayan borulu sistemler (nargile), sualtı telefonları -bir süre esprilerimize maruz kalan- kurşun ve benzeri ağır metallerden yapılma devasa ayakkabılar, enteresan biçimli bıçaklar da görülmeye değer, diğer parçalardı..

Üst katta ise, müzenin kalıcı eserleri olduğunu düşündüğüm, gerçek savaş gemilerinden kalan parçalar; muhtelif devirlerden ve çeşitli sınıflardan gemi maketleri ve de bu gemilerde kullanılan armalar, bayraklar, sancaklar görülebiliyor..
Ayrıca Osmanlı'dan günümüze dek denizci askerlerin kıyafetleri de burada sergileniyor ki; bir deniz subayının olduğu belirtilen, fakat ilk bakışta akla hemen Napolyon Bonapart 'ı getiren o meşhur şapkanın (normal olarak?) sivri tarafı öne gelecek şekilde takılabilir olması gözümden kaçmamış olup; enteresan şapka takma biçimi dolayısıyla, Bay Napolyon'a ayrıca saygı duyulabileceği gibisinden -anlamsız hatta saçma olduğu aşikar- bir tespit de bizzat kendimce yerine getirilmiştir..




Müze çıkışında bizi 'merakla' bekleyen karşılama heyetiyle tekrar selamlaştık, satılan kitaplar hakkında derin bilgi aldık (Gerçekten!. Oradaki arkadaş hiç de umulmayacak derecede bilgili ve ilgiliydi.), sinemayla ilgili kısa bir sohbette dahi bulunduk..

Landlord, Yavuz zırhlısında görev yapmış bahriyeli paşa dedesinin arşivlerdeki izini nasıl sürebileceğini de öğrendi..
Bu vesileyle ben de, torunu gibi sıradan bir piyade olan rahmetli dedemi ‘içimden’ andım; eski İstanbul resimlerine hayran hayran 'bir bakıcı' olarak da, Henry Aston Barker (1774-1856)'ın Galata Kulesi'nden bakarak yaptığı, o zamanın İstanbul'unu tüm muhteşemliğiyle ortaya koyan, panoramik suluboya tablosunun bir baskısını edindim..

Bu serginin yeterince duyurusunun yapılmadığını, hatta açılış günü burada bulunan bir basın mensubunun (Tesadüfen yolu düşmüş olmalı.) bir sorusuna karşılık: "Biz basına haber vermemiştik ki siz de nerden çıktınız?" mealinde ünleyen bir müze müdürü ya da bir komutanın varlığını da bi şekilde öğrendik..
Müzedeki ölüm sessizliğine şaşmamak gerektiğini bu şekilde anlayarak dışarı çıktık ve vapura doğru yürümeye başladık..