14.12.09

Saw VI (Testere VI) Basın Gösteriminden İlk, Sokaktan Son Notlar ve Beren Saat’in Nenesi


En son ulaştığı noktada- 'film dizisi' olmaktan çıkarak adeta 'dizi film' haline gelme yolunda azimle ilerleyen Saw'ların daha önceki beş filminde de -bi şekilde- görev almış Kevin Greutert'in yönettiği Testere VI'yı izlemek üzere, sabahın köründe evden çıktım..

İki sebeple merak içindeydim: Birincisi.. Hiç aksamayan mekanizmalarının birinde hata falan yaparak, bi şekilde cezasını kestiği cümle 'günahkarlardan' sonra, acaba bu kez Jigsaw'ın bizzat kendisi sonsuz huzura kavuşacak mıydı?

İkinci merak ettiğim şey de, Landlord efendinin özüme yönelik olduğu kuşkusuz: "Basın gösterimi sonrası yazısı dediğin, ahanda işte böyle olur.. Bak da ibret al!" ara nağmeli ve 'Beren Saat memeli' yazısında, karşılaştığını iddia ettiği bir acayip 'happening' ile acep ben de bu sabah karşılaşacak mıydım?

Çarşamba trafiğini biraz ekarte etmek için Tabanvay x Kadıköy + Vapur x Kabataş = Dolmabahçe G-Mall (Basın Gösterimi) formülünü uygulamak üzere yollara düştüm..
Bir de ne göreyim: Sokakta insanlar eşofmanları çekmiş, sahil yoluna doğru koşuyorlar..



Tam, yaşasın Marathon Man filmi gerçek mi oluyor yoksa deyu sevinçle zıplıyordum ki (Bir yandan da koşmayı beceremediğimden için için onları kıskanıyor muydum ne?) kulağıma çalınan bir melodiyle kendime geldim..

'Gırtlak yapan' hüzünlü bir kadın sesiydi bu..
Bir minibüsten yükselen: "Hanımların dikkatine! Halı, kilim, yolluk, paspas, halıfleks kenarı.." şeklinde başlayarak devam edip giden bir güfteyle ünleyen ve herkesi overlok yaptırmaya çağıran bu ses, beni bir anlığına ABD'den ve Dustin Hoffman'ın yanından alıp, Kızıltoprak sokaklarına dönmemi sağlamıştı..


Arkamdan gelerek beni geçen ve 'dalgalı hareketlerle' yan yana koşturan, biri gri, diğeri lacivert eşofmanlı gençten iki kadını önümde görünce, nedense aklımdan, Atam'ın: “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim" sözü geçiyordu ki; henüz afyonum patlamadığından olsa gerek, bu laflar aynen ağzımdan çıkmaz mı? Hem de 'ahlaklısını' yerine oturttuğum 'güzelini' kelimesine özel bir vurgu yaparaktan..(Sabah sabah bu nasıl bir psikolojik motivasyondur ey okur!? Valla kendimi tanıyamıyorum.. Belli ki Tersninja ve Landlord'da son günlerde müşahede edilen ve de otoritelerce hayra yorulmayan kösnül coşkunun bir yansıması olsa bu gerek.. Allah hayırlara vesile etsin.. Amin!)

Diğerine nispetle biraz daha iri basenli olan gri eşofmanlı bayan arkasına dönerek, olan bitenden 'şaşkın' vaziyetteki yüzüme pis pis baktı; tekrar önüne dönerek hızlanmadan önce, tükürür gibi söylendi: "Terbiyesiz adam!"

Hemen arkasından bağırsam ve desem ki: "Bayan bayan! Bu seninki burjuva siporculuğu.. Tuzun kuru, sırtın pek, derdin yok, yine de üç kuruş faydan yok ne insanlığa, ne vatana.. Fikir üretmezsin, iyilik üretmezsin.. Tüketip tüketip oturursun.. Ama yarım saat koşturup kıçını salladın diye, kendini benden üstün hissedersin.. Vazifesini tam olarak yerine getirmiş, sorumluluk sahibi bir insanın hak ettiği o hazzı, o tatmini yaşarsın, hem de hiç hakkın olmamasına rağmen.. Tüüü sana!"

Amaan!. Ne gerek var allasen.. Tak sepeti koluna, Numan gider vapura..


*****

Saw VI / Testere VI

Yönetmen: Kevin Greutert
Oyuncular: Tobin Bell, Shawnee Smith, Costas Mandylor, Karen Cliche, Tanedra Howard, Betsy Russell


İkinci sıradaki merakım, 'seyyar overlokçu' hatunun sesiyle ve burjuva bayanlarının varlığıyla gerçekleşmiş, şu naçizane yazım Landlord'unkinden hiç de eksik kalmamıştı doğrusu..
Birinci merakım ise hiç gerçekleşmedi ve gelecekte de öyle bir ihtimal pek görünmüyor.. Zira henüz altıda ki 'testereli' film sayısının kesinlikle dokuzu bulacağı, hatta -biraz sıkarlarsa eğer- on dokuzu bile göreceği söyleniyor..

Ölümcül bir kanser hastası olarak günleri sayılı Jigsaw hazretleri, gözüne kestirdiği çevresindeki herkesi yıllardır -elleriyle değil de tuzaklarıyla- öteki tarafa gönderdikten sonra, benim bildiğim kadarıyla bir defa da bizzat ölmüştü..
Ancak bu son filminde de, üstelik tamamen maskesiz bir Jigsaw ya da John (Tobin Bell) olarak -arada bir gelen öksürük nöbetleri dışında- sapasağlam arzı endam eyliyor..
Ve tabii ki, filmin henüz en başından ta en sonuna kadar kesintisiz süren ve de en kanlısından, en taze etli ya da yağlısından bir mezbaha dekorunda temaşa sunan misyon aynen devam ediyor; hak edenler binbir çeşit 'oyunlarla' cezalarını çekmeyi sürdürüyorlar..



Bildiğiniz gibi şimdiye kadar, hayatın değerini bilmeyenler başta olmak üzere, her meslekten, her sosyal kesimden 'yanlış' yapanlar, kendisinin gazabından nasibini almıştı.. Bir nevi küçük tanrı ya da ilahi olmayan 'ilahi adalet' dağıtıcı olan kahramanımız, bu kez hassas tuzaklarını sağlık sigortacılar için kuruyor ve onlara cehennemi -henüz ölmeden- bu dünyada yaşatıyor..

Saw VI'ının felsefesini bu defa daha bi toplumsal gördüm..
Amerikan sağlık sektörünün çarpık işleyişine ve doymak bilmez açgözlülüğüne yönelik nefretini (Belki bir Michael Moore Belgeseli ayrıntısı ve de ironisiyle ortaya koymasa da) hedeflediği suratlarda patlayan, en kanlısından tokat şekline sokmak suretiyle, bir sosyal mesaj halinde vermeyi başarıyor..

Gerçekçi olursak eğer, Michael Moore'un belgeselleriyle dahi bir nebze olsun sarsamadığı bozuk düzen surlarında, daha çok 'eğlencelik' olarak yaklaşılan bir korku gerilim filminin gedik açabilmesini bekleyemeyiz elbette.. Yine de, hem de yapım olarak ABD ile ilişkili bir filmde yer alan böylesi toplumsal eleştiriler yüreklere su serpmiyor da değil.. (Burada serpilen su değil de
daha çok kan tabii!)


Bu arada, her yerde hemen hemen aynı şekilde yürüyen sigortacılık sistemine bu filmin açısından yaklaşırsak, dünya üzerinde acaba tek bir sigortacı ya da bankacı hayatta kalabilecek midir?
Böyle bir sakıncayı da, hadi kendilerinden ümidi kestik diyelim ama en azından onların aileleri açısından görmek ve olaya da öyle yaklaşmak gerekir deyu düşünüyorum.. (Tabii ki gayet yufka yürekli ve hisli bir insan olarak)

O değil de, sırf sigara içtiğinden, ölüm tuzağına adam bağlanır mı evladım!
Lakin, Turgay arkadaşımın (Landlord ona Robin demiş ama bana göre o Taksim havalisinin Batman'ıdır..) gösterim öncesi hatırlattığı ve şimdi aşağıda sıralayacağım yaratıklara her şekilde girişilmesi ise farzdır..

Turgay, City's denen, Nişantaşı'nın medar-ı iftiharı AVM'nin sinemasında arkadaşıyla birlikte film izlerken, arkalarında oturan genç ve tiki kızlarla, önlerinde oturan altın gününden fırlama ev
bayanlarının kendi aralarında yüksek sesle konuşmalarından -doğal olarak- rahatsız olmuş..

Benden dahi kibar ve sessiz biri olan arkadaşım, "her halde bunlar sinemada sadece kendileri var sanıyorlar" düşüncesiyle, kendini şöyle bi göstermiş; ancak kimse tınmamış tabii.. Şen şakrak sohbete aynen devam..
Turgay bakmış olmuyor, bu sefer sesli olarak uyarmış bu sinema zararlılarını.. Yok kardeşim.. Bana mısın dememişler..
Bizimkiler de iki saat boyunca film mi izlemişler, dayak mı yemişler belli değil..

Bunun üzerine, benim de aklıma -hem de basın gösteriminde- aynı sırada ve bir-iki koltuk ötemde oturan bir kızın (Mesajlarına bakmak falan değil.. Onlar artık normal vaka) resmen telefonuyla konuşması geldi..(Tanımıyorum bu saygısızı.. Sinema yazarı değildir diye de umuyorum)


Ben o gün -yine tüm çekingenliğim üstümde olduğundan- o yöne doğru bakmak dışında hiçbir şey yapamadım belki ama içimden, o kız süsü verilmiş yaratığı, elektrikli olmadığı gibi üstelik de paslı bir kalas kesme testeresiyle 'manuel' olarak doğramayı öyle bir arzuladım ki.. Valla o motivasyonla City's'e de uğrar, Turgayımı saygısızlığın son raddesinde rahatsız eden şu nisa taifesini parça pinçik ediverirdim..


Meraklısına ya da Landlord'a not: Bu filmde her türlü uzuv ve parçalarını gördüğüm doğrudur, ancak -çok dikkat ettiğim halde- Beren Saat‘in memesini yine göremedim..
Lakin, gösterim öncesinde kendisinin memesi değilse de bizzat nenesi yanıma geldi: "Sen Numan Serteli olmalısın güzel evladım.. Yüzünden yansıyan nurdan, belli oluyor zaten.. Allah sahibine bağışlasın.. Keşke Berenime de senin gibi, içinin güzelliği yüzüne yansımış bir insan evladı nasip olsa.. Keşke!" dedikten sonra, yüzü birden ciddileşti ve bağırmaya başladı: "Söyle o Landlord denen adama, benim torunumun orasıyla burasıyla uğraşmasın.. Bak.. Kafamı daha fazla kızdırırsa, alırım ayağımın altına, sonra da Beren'in Aşk-ı Memnu'da giydiği topuklu ayakkabılarıyla kafasına kafasına vururum ha! Yine de akıllanmazsa, ona, torunumun seksi saten geceliklerinden birini giydirir, bi güzel fotoğraflarını çektirir, gazetelere yollar, rezil rüsva ederim.."

Torunundan aşağı kalmayan bir rol yeteneği olabileceğini, tam bir sinema eleştirmeni öngörüsüyle hissettiğim Nene'nin yüzü, akabinde yeniden yumuşamıştı: "Bak.. Sen oldukça efendi, iyi bir insana benziyorsun.. Nasıl böyle bir adamla arkadaş olabildin? Benden sana bir nene nasihati, ondan uzak dur.. E mi benim yakışıklı evladım.." diyerek yanımdan uzaklaştı..

Yaşlı kadına, gönlünü hoş tutacak bir "Peki" bile diyememiştim.. Zira biliyordum ki Landlord, ömrümün şu son demlerinde yaşamak zorunda olduğum kaderimdi.. Onu 'kendi çarmıhını kendi taşıyan İsa' gibi taşımaya devam edecektim..



(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)

1 yorum: