24.2.10

Bir Acayip Dizi Olarak Aşk-ı Memnu ve Cam Ekran Tutsağı



Aklına artık ne gibi bir yayıncılık atılımı geldiyse- Landlord bir gün bana, dizi film izleyip izlemediğimi sordu..
Benimki, her hafta dört gözle dizi film yolu bekleyen, 'klasik anlamda' dizi film takipçiliğine pek benzemiyordu ama bi şekilde ilgilendiğim diziler de mevcuttu elbet..
"Evet izliyorum" dedim..
O da, "Ne duruyorsun öyleyse?" dedi..

Sıra yeniden bana geçmişti:"Ne yapayım, helva mı yapayım?" şeklindeki 'türküsel esprili' karşı soruma yanıtı, gayet melodik oldu: "Yazı yazsanaa, yazzı yazsanaaa"..

Benim yerli ya da yabancı televizyon dizilerine olan ilgim -bugünlerde ve uzunca bir zamandır- televizyon açık olduğu ve de zapping yaptığım sürece karşıma çıkan bazılarını, 'özellikle' takip etmekten ibarettir..
Böyle dedim diye beni sakın, "Hayatta dizi seyretmem.. Hele yerli dizi.. Oh my god! Yanımdan bile geçemez" tipleriyle de karıştırmayın!
Yeter ki zevkime uygun, kafama yatkın olsun.. Hiç kaçırmam.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..




Mesela bir Bizimkiler vardı ki resmen hastasıydım..
On yılı aşkın süren dizinin hiç bir bölümünü kaçırmadığım gibi, bittikten sonra da yıllarca tekrar tekrar gösterildiğinde, yeniden seyrettim hep.. Yine oynasın aynı zevki alarak, yine izlerim.. Valla çok ciddiyim..

Beni bu diziye bağlayan şeyin ne olduğunu çok düşündüm, lakin bulamadım..
Hadi büyüleyici demeyeyim ama gizemli bi tarafı da olan bir alışkanlık, daha doğrusu tiryakilik gibiydi..
Hiç bıkmadan, sayısız kere tekrarlanmış, dizinin 'klasik' sahnelerinden her birinin de ayrıca müptelasıydım..
Hele, kapıcı Cafer (Ercan Yazgan) ile apartman yöneticisi Sabri Bey (Mehmet Akan) arasında vuku bulan -ezeli ve ebedi- tartışmanın en civcivli anında kolunun altındaki horozuyla çıka gelen Katil Yavuz (Aykut Oray)'un araya girerek, yöneticiye: "Vatandaşa cart curt yok!" biçiminde çıkışması yok muydu?. Bana nasıl ama nasıl iyi gelirdi, bi bilseniz?.

Ben mi değiştim yoksa devran mı? Bilmiyorum lakin, ahir zaman dizilerinden o eski tadı alamıyorum gayrı..
Yerlilerden şu sıralar, Geniş Aile'nin 'manyak' esprileri var bir, gönlümü çelen.. Bir de Aşk-ı Memnu'nun 'akıllara ziyan' aşk-ı umumi halleri..




Geniş Aile'ye bakıp, geniş geniş gülüp duruyorum da benim asıl problemim diğeriyle..
Her bölümde biraz daha dallanıp budaklanan boynuzlarından, etrafında olan biteni iyice seçemez hale gelmiş Ednan Bey yüzünden uzadıkça uzayan, bitemeyesice bir dizi haline gelen şu Aşk-ı Memnu'dan bir türlü kendimi kurtaramıyorum dostlar.. Help yani!.

Genel anlamda bu tespit sinema için de söylenebilir belki ama- her haliyle 'resmen' röntgenciliğin yasal hali gibi olan bu dizinin çekiciliğinden çektiğim yeter yahu!
Bakmayayım diyorum ama, yine her perşembe o kanalda mola vermekten kendimi alamıyorum.. Zaplayıp geçemiyorum..
Saçmaladıklarının farkındayım, resmen rahatsız da oluyorum.. Televizyona sırtımı dönüyor, bilgisayarla meşgul oluyorum.. Ancak kulağım yine de dizide olup bitenlerde..

Manyak da bir müziği var.. Hani o alengirli faaliyetler başladığında falan devreye giren bi çeşit gerilim müziği..
Hadi bakalım!. Onu duymaya başladığında arkana dönerek ekrana göz atma da göreyim seni..


- Behlül, yine mantına sarmısaklı yoğurt koydurdun di mi sen!

Aşk-ı Memnu ve Zifaf Odası



Aşk-ı Memnu, Halid Ziya Uşaklıgil (1867 - 1945)'in, adı 'Yasak Aşk' anlamına gelen bir romanı olup; ben, onun ilk defa tefrika edildiği, yirminci yüzyılın ilk yarısına yetişemedim belki ama, TRT dizisi olarak uyarlandığı yetmişli yıllarda, çiçeği henüz burnunda duran seyircilerinden birisi idim..

Gönül çelen, baştan çıkarıcı bir Bihter olarak Müjde Ar'ı efsane düzeyine yükselten bu dizi, romana oldukça sadık kalınarak, Halit Refiğ yönetiminde başlanmış -inanılır gibi değil ama- altı bölümde de bitirilivermiştir..

Şimdiki versiyonda yapılamayıp da seyircinin başını ağrıtmaya devam eden şey -bildiğiniz gibi- işte budur..
Yani, 'altın yumurtlayan tavuk' misali para basan diziyi bitirmeye bir türlü kıyamamaktır..

O zaman da dizi adeta müzmin bir karın ağrısı gibi sürüp gitmekte, daha doğrusu sürüncemede kalarak patinaj yapmaktadır..

Kimse de yapımcılara ya da senaristlere:"Lan oğlum.. Şu hikayeyi ne diye lastik gibi uzatıp duruyorsunuz.. Sandığınız ya da sersemce inandığınız gibi, romanın buna uygun bir yapısı olaymış eğer, koskoca Halid Ziya niçin tek bir kitapla yetineymiş?. Rahmetli, zamanımızda yaşayıp sizin o çük kadar aklınıza uyaymış, Aşk-ı Memnu'dan bir Harry Potter serisi yaratırmış maazallah! Aşk-ı Memnu ve Bihter'in Tek Taşı, Aşk-ı Memnu ve Zifaf Odası!."

"Her şeyi bir kenara bıraksak bile, kendi ve aynı gerzeklik katsayısına sahip sevgili kızı Nihal (Hazal Kaya) dışında bütün cümle alemin bildiği bir gerçeği, yani, genç ve de güzel karısı Bihter (Beren Saat)'in, yeğeni olacak yakışıklı Behlül (Kıvanç Tatlıtuğ) ahlaksızıyla 'çatır çatır' aldatmasını, elli bölümdür fark edemeyen Adnan Ziyagil (Selçuk Yöntem)'in istikbaldeki o 'kutlu uyanış'ına endekslenmiş bu diziyi daha ne kadar izlemeyi düşünüyorsun ey Numan efendi?!"
şeklindeki devasa soru cümlesini kafanızda kurup da -yanlışsız olarak- bir kerede bana söylediğinizde (Ben de taştan mamul değilim elbet.) hafiften irkilir, bir süre yüzünüze bakakalırım..

Tıpkı bu dizideki muhtelif kahramanların -mümkün olabilecek en azami zamanı harcamak için- daima yaptıkları gibi, göz kapaklarımı yavaşça kapatır, açar, tekrar kapatırım; fondaki müziğe uygun olarak omzumu oynatır, itinayla gerdan kırarım..
Hemen akabinde, dünya sahnelerinde henüz eşi menendi görülmemiş, yüzde yüz kendi imalatım olan çeşitli yüz mimiklerimi devreye sokar, sokar, sokar da durulurum..


- Adnan, senle konuşuyorum ama senin gözün hala maçta.

Hoş Geldin Ednansız, Behlülsüz Hayat

Bana yöneltilen o soruyu unutmuş değilim elbet (Hem farkındaysanız, onu da ben sormuştum zaten)..
Flaş Flaş Flaş!!
İşte şimdi buradan açıklıyorum: Ben Numan Serteli olarak, kendilerini gerzekçe göstererek uyanıklık yapmalarına şimdiye kadar kafayı takmayarak göz yumduğum Aşk-ı Memnu dizisini bundan kelli izlememeye karar verdim..
Zira -nihayet anladım ki- bu diziyi yapanların takarak, sadece kendi gözlerini örttüğünü var saydığım gerzeklik gözlüğünü, meğer benim burnumun üzerine yerleştirmişler bile..


- Bihter, bugün ilkyardım kursunda suni teneffüsü öğrettiler. Dur, göstereyim sana!

Her zamanki gibi yine kendi kendime -oldukça samimi ve rahat bir dille, yani yayık ağızla- konuşarak:"Lan oğlum, artık neyi merak ediyon!? Bihter'le Behlül'ün yemediği nane ve girmedikleri pozisyon mu kaldı? Şimdi tek merakın, Ednan Bey salağı bunları ne zaman, nasıl yakalayacak? Yakalayınca n'apacak?. He mi?" derken, birden aydınlanıverdim..

Öteki ben'e minnettarlıkla bakarak: "Hakkaten, haklısın arkadaşım yaa! Merak ettiğim şeye bak! Bırakayım şunları, bunları, ne halleri varsa kendi kendilerine görsünler.. Ben de gideyim, kendi işime bakayım" diyerek, tarihi kararımı aldım ve bu haftaki bölümden itibaren (Laf aramızda, Avrupa UEFA Kupası maçlarını da amacıma alet ederek.) izlemeyi bıraktım.. Hem de dizinin en heyecanlı denilen, Adnan'ın vaziyete uyanacağı iddia edilen yerinde..

Evet.. Bu o kadar kolay oldu ve sonrasında özüme o kadar rahatlık verdi ki.. Aynı dertten muzdarip herkese -bu hafta olmadıysa eğer, gelecek haftadan itibaren- tamamen özgün ve işlevsel bu metodu kullanarak -kendi kendilerini- bu kısır döngüden kurtarmalarını, içtenlikle tavsiye ederim..
Ohhh! Ednansız, behlülsüz hayat, doğrusu kafam pek rahat!


- Bak, Bihter, Behlül seni dehledi yaşlanınca, yine bana kaldın.
- Yok, Ednan’ım sana dönmedim. Hem ben artık Numan Serteli’yi seviyorum.



(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)




1 yorum: