15.4.10

Gainsbourg (Vie héroïque) :: Çirkinim Ama Karizmam Büyük


Dünyada daha çok skandallar kralı bir Fransız müzisyen olarak tanınan Serge Gainsbourg, Bolveşik İhtilali sırasında Fransa'ya kaçmış Rus Yahudisi bir ailenin, 1928 yılında Paris'te doğmuş evladıdır..

Çocukluğu II. Dünya Savaşı'na rast geldiğinden, Alman işgali altındaki Fransa'da geçen o günleri -hele bir de yahudi çocuğu olarak- pek sıkıntılı yaşansa da, o yaşta bile kendisini gösteren müthiş egosuyla hiçbir şeyin altında kalmaya niyetli değildir..
Gerçi büyüdüğünde, hayatın tüm nimetlerinden en azami şekilde yararlanırken bile, sırf fazlasıyla çalışan beyninin ve parlak zekasının etkisiyle arşa yükselen isyanı ona asla bi rahat yüzü göstermeyecektir; o da ayrı..

Sanki anasının karnından ağzında sigarayla doğmuşcasına, çocukluğundan ölümüne kadar alt dudağından sigarayı eksik etmeyen Gainsbourg'un kartvizitini görmedim ama isminin hemen altında şunların yazdığına eminim: Ressam, piyanist, şair, besteci, şarkıcı, yönetmen, aktör, yapımcı ve.. Tabudeviren masum provokatör!.



Evde, okulda ve her yerde otoriteye karşı gelmekte hiçbir çekincesi olmayan Gainsbourg, önceleri ressamlıkta karar kılmışsa da daha sonraları, müzisyen babasının çocukken 'zorla' verdiği piyano eğitiminin sağladığı alt yapının da yardımıyla müziğe ağırlık verir..
Hiçbir şeyi ya da kimseyi takmaması ve hayatını kendi istediği gibi yaşaması, yaptığı müzik türlerinde de kendini kısıtlamamasıyla karşılık bulmuş, her türden şarkılar yaparak söylemiş, söyletmiştir..

Kahramanı Serge Gainsbourg karşısında kendini fanatik bir hayran olarak gören ve bunu filmde de ifşa eden senarist ve yönetmen Joann Sfar'ın -filminin tamamında- her yönüyle 'artist' olmanın bir stereotipi gibi parlayan bu adamın hayatına tarafsızca yaklaşmadığını biliyoruz..
Yine de sanatçının yaşamındaki her türlü aşamalara ve skandallara yer veren yönetmen, bu tarafgirliğini kabaca yapmaktan sakınarak, hikayeyi, Gainsbourg'un, kendi yüzünün abartılarak karikatürleştirilmiş çizgileriyle oluşturulan alter egosuyla (Ya da cini!) süregelen mücadelesi şeklinde düzenleyerek, filmini tekdüze bir biyografi olmaktan da kurtarmış..




Kalıtsal çirkinliğini kendine hep dert etmiş Gainsbourg (Eric Elmosnino)'un -büyük ihtimal- bu kompleksiyle, mümkün bir yaşantının en lüksünü tüketmek, kızların en ünlüsü ve en güzelini elde etmek dürtüsüyle, zamanın bir numaraları Brigitte Bardot (Laetitia Casta)'yu ve Jane Birkin (Lucy Gordon)'i falan elde ediyor..
Son tahlilde ise her çirkin, her kötü, her güzel ve her iyi şey gibi o da bitiyor..

Ne yazık ki -hem de bir nevi müzikal olan- bu filmi, çok kötü ses kaydı olan bir kopyadan izledik.. En neşeli şarkıyı bile iç burkan bir uzunhavaya çevirebilen, tir tir titreyen bu ses, filme olan konsantrasyonu berhava etmeye birebirdi..
Filmde yer alan bütün müzik parçalarının hemen hemen tamamının çalınması, filmi zaten gereksiz yere uzatırken; bir de bu ses probleminin olaya katılması can sıkıcılığı arttırdı..

Dünyanın en renkli 'tabudeviren' sanatçılarından birini, en inanılmaz yaşantısıyla, hayalleriyle ve gerçekleriyle tanıtan, gayet iyi çekilmiş bu filmi -her şeye rağmen- gördüğüme memnunum..

 /10


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)