11.5.10

Siyah Beyaz :: En Büyük!. Yalnızlık!.



İstanbul Film Festivali'nde iki hafta boyunca peşpeşe izlediğim birbirinden kaliteli olduğu kadar da zor ve 'sanatsal' filmlerin eksiksiz hepsi hakkında yazılar döşenmem -duyduğuma göre- gayet takdire şayan bulunmuş.. Bulanlar sağolsun!.

O değil de -kendi çapımdaki- bu yazı maratonu beni epeyce bi yordu..
Bu nedenle, İsviçre tatilinden yeni dönmüş, dönerken de biz kullarını unutmayarak hediyelere boğmuş Landlord'dan -senelik iznimin bir bölümünü kullanmak üzre- bu haftaki yazım için beni affetmesini istediysem de anında reddedildim..

Hiç inkar etmesin, gayet kapı gibi şahitlerim var..
(Eli açıklığı hususunda herkesin hemfikir olmadığı sevgili patronumuzun hediyelerinden benim payıma düşen, bir kutu pişmaniye oldu, sayın seyirciler.. 
Halis muhlis İzmit pişmaniyesinin İsviçre malı olamayacağını, beni kandırmamasını reca ettimse de kendisine dinletemedim.. 
Kutuyu Leman gölü kenarında konuşlanmış bir hediye mağazasından aldığına yemin billah ettikten ve kutunun üzerinde yer alan 'cotton candy' yazısını buna delil gösterdikten ve de bütün bunlardan sonuç alamayacağını hissettiği anda alenen güç kullandıktan sonra, ister istemez ikna olmak zorunda kaldım.. Ne diyeyim?. Dini bütün bir Müslüman jüri üyesi olarak, Allahından bulsun inşallah!)




Bu hafta gösterime giren filmlerden sadece ikisini izleyebilmiştim..
Bunlardan biri, El Secreto De Sus Ojos idi ve şayet Landlord'dan izin alamazsam, gayet başarılı bulduğum bu Arjantin filmi hakkında yazmayı düşünüyordum..

Bilmiyorum neden, son anda fikir değiştirip, bu haftanın tek Türk filmi olan Siyah Beyaz'da karar kıldım.. (Evet.. Böyle enteresan bir durumum da var.. Bir şeyi yapmaya bizzat ben karar veriyor ya da verdiğim kararı bir anda değiştirebiliyorum; ama bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim de olmayabiliyor.. Tuhaf ama gerçek.. Veyahut, moruktur, ne yapsa doğrudur.)

Müdavinim Ol Gel Bana

'Siyah Beyaz', 25 yıldır Ankara'da yaşamını sürdüren, alt katı bar, üst katı sanat galerisi olan bir mekan imiş..
Köpeğiyle birlikte yalnız yaşayan Faruk (Taner Birsel)'un sahibi olduğu bunca yıllık mekanın, normal müşterileri yanı sıra, sadık ve aralıksız katılım sağlayan müdavimleri de bulunmaktadır..

Günün nispeten erken saatlerinde ya da işlerinin hemen mesai bitiminde sektirmeden Siyah Beyaz'a gelen, aynı zamanda patron Faruk'un birer samimi arkadaşı olan bu tiplerin en yaşlısı, evinin penceresinden kızıl bayrak sallayacak, sürekli sosyalist marşlar dinleyecek kadar 'eski tüfek' bir komünist olan ve ressamlıkla uğraşan Ahmet Nihat (Tuncel Kurtiz)'dır..




Yaş sırasına göre devam edecek olursak, hukuk mezunu olduğu halde mesleğini hiç icra etmemiş olan Muzaffer (Erkan Can) ki şu sıralar eski radyo ve pikap tamiriyle falan uğraşmakta, marula bayılan Müzeyyen adlı salyangozuyla birlikte yalnız yaşamaktadır..
Okul zamanı deliler gibi aşık olduğu, fakat sevda ateşiyle yanmakta iken kendisini öylece bırakıp da uzaklara giden kız arkadaşı Nilgün (Derya Alabora), yıllar sonra bugün yine karşısına çıktığında, Muzaffer'in sessiz ve bir salyangoz tembelliğinde akan günleri hızlanacak mıdır acaba?.

Bu zaten ezelden 'erkek' dünyasının, mahiyeti icabı daha da erkek olan gece hayatı ortamında -hem de yalnız yaşayan bir kadın olarak- kendine yer edinmiş Ayten (Şevval Sam) ise, birlikte olacağı erkeğini kendi seçip, beğenmediğini aynen çöpe atabilen, yalnız ve özgür kadın tipiyle içinde bulunduğu topluma alabildiğine aykırı, oysa bizim gönlümüze ne de yakındır..

Ve son olarak, mesleği icabı yardım edip de kurtaramadığı hastaları kendine dert edinen 'hassas ruhlu' bir cerrah olan Doktor Bey (Nejat İşler) de Siyah Beyaz'ın müdavimidir ki karısı daha yeni:"Ben bugün bir başkasına aşık oldum" diyerek çekip gitmiş ve böylece diğer bar arkadaşları gibi o da aynen yalnız kalmıştır..
Ne diyeyim? Hayırlısı olsun..




Görüldüğü üzre, özel hayatlarında birer 'yalnız' olan bu bar sahibi ve müdavimleri için Siyah Beyaz, kana karışıp tutuşmasıyla yapay ama sıcak bir ortam oluşturan ve de uzaktakini flulaştırırken hemen yakınındakini ise sarıp sarmalama hissi uyandıran alkolün bizatihi varlığıyla kimsesizliklerini unuttukları, birbirlerine de unutturdukları bir başka alemdir..

Kendi Gerilimini Kendi Yıkan Film

'Yalnızlıktan' bunca bahsetmemin nedeni, kahramanlarının, birlikte yaşadığı birer aileden mahrumiyetleri kadar, filmin bu duruma özellikle vurgu yapmasındandır.. Yoksa, 'kendini bilen' her insanın, büyük kalabalıklar içinde bile yalnız olduğunu, hatta yalnız olmasının elzem bir erdem olduğunu dahi bilenlerdeniz.. Çok şükür..




Yoksa, bütün bu kahramanların, her akşamki bar buluşmaları dışında, birbirlerinin evine giderek ayrıca görüştüklerini, parklarda yürüyüş yaptıklarını, hafta sonları falan gölde balığa çıktıklarını, birlikte ortak arkadaş ziyaretleri yaptıklarını, hatta bi güzel seviştiklerini bile görünce, insanın içinden: "Hangi yalnızlıktan bahsediyorsun bre kardeşim!" deyu sorası geliyor..

Üstelik, filmin merkezine -bir ufak bomba misali- hikayeyi dinamik tutacak bir gerilim unsuru olarak yerleştirilmiş, mekanın kapatılma kararının olası etkileri, bütün bu anlatılanlarla öylesine yumuşuyor ki, mekan sahibinin 'önemli' kararını açıkladığı o sahne, üzerimizde bir çatapat etkisi bile yapmıyor..

Hepimiz biliyoruz ki değil sadece Siyah Beyaz, Ankara'nın tüm benzeri mekanları kapansa bile bu arkadaş grubu illaki, hem de her akşam bir yerde buluşacaklardır..
İma edilenin aksine gelişen bu fiili durum -hiç şüphesiz ki- ya, senarist yönetmenin, hikayesini kurarken oldukça kafa karışıklığı içinde olduğunun, ya da olaya hakim olamadığının bir göstergesidir.. Ki bu da maalesef, filmine ilk eksi değeri aldırmaktadır..




Bir Kucaklayıcı Mekan ve Çevresindeki İnsanlar

Gerçekten de var olan bir barın etrafında gelişen ve gerçekçi görünmeye çabalayan bir film olarak Siyah Beyaz'ın bu iddiasına çelme atan başka bir anlayış da, karakterlerinin hemen hemen hepsini -bi şekilde- karikatürleştirme tercihidir.. Yok bu bir tercih değilse eğer, doğrusu durum, daha da vahimdir..
Gayet tabii ki, komedi olması pek de arzu edilmeyen bir filmin kahramanlarını, bu denli ve olumsuz anlamda zorlamanın hiçbir anlamı yok.. (Özellikle komünist ressamın -gerçek olamayacak denli- abartı ötesi tavır ve konuşmaları ile Doktor'un mimikleriyle tavan yaptığı tuhaf ötesi hallerinden bahsediyorum ben.. Yoksa Erkan Can'ın kekeme taklidi, oldukça yerinde bir abartıydı.)

Ayrıca, seyircinin filmi bir bütün olarak algılayabilmesini önleyici olabilecek, resmen 'zınk' sesi çıkaran 'irtibat kesici' sahne bitimleri rahatsızlık verirken; bazı sahnelerdeki, bazı kadraj değişmelerinde hissedilen, oyuncuların o anki tepkilerinde gözlenen normal akışın dışına taşan farklar, bir kurgusal devamlılık hatası olarak da ayrıca göze batıyor..




Muhteşem oyuncu kadrosundan yeterince faydalanamadığına şahit olduğumuz film, tüm olumsuzluklara rağmen, bazı sahnelerdeki etkileyici gücüyle öylesine üst düzeye çıkıyor ki daha sonra bu etkinin filmin tamamına yayılamadığını görünce insan hayıflanıyor tabii..
(Örneğin, ressam Ahmet Nihat'ın, yeni taşındığı apartmandan komşusu olan -sürekli çıkardığı acayip seslerden rahatsız olduğu- spastik çocukla annesini dışarıya çıkarıp, çocuk bahçesine götürmesi.. Bar arkadaşlarının Doktor'un öncülüğünde, beyaz önlük giyerek, ziyaret saati dışında hastaneye girmeleri ve hasta arkadaşlarını ziyaret etmeleri.. Barın kapanış partisinden oluşan, oldukça fantastik rüya sahnesi.)

Filmin senaryosunu da yazmış olan yönetmen Ahmet Boyacıoğlu'nun Ankara Sinema Derneği'nin de başkanlığını yaptığını bildiğimize göre, büyük ihtimal kendi müdavimliğini de yaşadığı bir ortamı, gözlemlerine de dayanarak oluşturduğunu düşünüyorum..
Filmin kahramanlarını oluşturan grubun dışında kalan, bir yandan içkisini yudumlarken, önündeki deftere sürekli bir şeyler çiziktiren, arada da ortamı kesen kişi (Muzaffer Özdemir), belki de yönetmenin bizzat kendisidir..

Sonuç olarak Siyah Beyaz, rüya takım gibi duran oyuncu kadrosunun hakkını tam olarak veremeyen; ancak, 'bir kucaklayıcı mekan ve onun çevresindeki nitelikli ama sıradan insanların sıradan yaşantılarından samimi bir kesit' olarak özetlenebilecek, sinemamızda örneğine pek de rastlanmayan bir konuyu, vasat düzeyde de olsa eli yüzü düzgün bi şekilde kotarabilmiş bir film olarak belleğimize yerleşiyor..

3  /5


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)