25.8.10

Numan Bey'in Ege'yi Hallaç Pamuğu Gibi Attığının Belgesidir (1)



Efendiim.. Nerde kalmıştık?!
Belki farkında değilsiniz; fakat, bendeniz iki hafta kadardır İstanbul'dan, dolayısıyla da Landlord ve onun tesir menzilinden bir hayli uzakta tatil yapmaktaydım..
Aslında farkında olmamanız normal..
Beni kaale almadığınızdan falan değil elbet (Hele öyle bi şey yapmaya kalkışın da görün bakalım n'oluyor!); her sorumlu yazar gibi, gitmeden önce yazı stoku yapıp da ancak ondan sonra "eyvallah" diyebildiğimden..

Siz saygıdeğer okuyucumla ezelden yapmış olduğum: 'Her hususta doğruyu, yalnızca doğruyu söyleme' antlaşmam doğrultusunda ve aklıma gelen her mevzuda kelime israf edebilme hürriyetime binaen -tabii ki izin de verirseniz- tatil gezimden şöyle kısaca bi özet geçmek istiyorum..
Bunca içtenliğime karşın, içinden hâlâ: "Numancığım bırak bu ağızları" diye geçirenleriniz varsa eğer, onları da şöyle susturabilirim nitekim: "Elbette ki esas niyetim, 'tatil yoksunu' Landlord'u şöyle bi ortasından çatlatmaktır.. Caanım efendim"

Tersninja'dan her ay gelen gayet dolgun başyazarlık maaşımı -her türlü lüks harcamalara rağmen- tüketemediğimizden kelli üstüste yığılan paralarla bu yıl yine yenilediğimiz arabamıza ailecek doluşmamızın hemen akabinde, "Ver elini diyar-ı Ege" deyu haykırmam -doğrusu- an meselesiydi..

Şemsiye Şezlong Ücrete Tağbidir

Üç gün boyunca İzmir Selçuk'u konaklama merkezimiz yaparak, çevredeki tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık..
Ve böylece de burada edindiğimiz Müze Kart'ımızın masrafını da bi güzel çıkararak, kâra bile geçtik..

Şehrin merkezindeki tarihi su kemeri sütunları üzerinde yuvalarını kurmuş leyleklerin takırtılı sohbetlerine kulak kabarttık; özellikle ihtiva ettiği Bereket Tanrısı'yla 'göz dolduran' Selçuk Müzesi'ni dolaştık; birbiriyle alakasız taş kütlelerinin üstüste konmasıyla oluşturulmuş tek bir sütundan ve bataklık ve de çöplükten ibaret, 'görünmeyen' Artemis Tapınağı'yla hayal kırıklığı yaşadık; Ağustos güneşi altında ziyaret ettiğimizden kelli, kollarımda mevcut olan 'amele yanığı'nı resmen dövme haline çevirmiş bulunan devasa genişlikteki Efes antik kentinin altını üstüne getirdik; Yedi Uyuyanlar Mağarası'na girip Ashab-ı Kehf'in mübarek köpeği Kıtmir'in yanıbaşına kıvrılıverdik; uyanır uyanmaz, 'çık çık bitmeyen' bir dağın tepesinde mukim Meryem Ana Evi'ni ziyaret edip, istavroz çıkardık, mum yaktık, kutsal ama tatsız suyundan içtik; 14.Yüzyıl'da yapıldığında iki minareli olan, şimdi geriye kalan yarım minaresiyle bile göz kamaştıran İsa Bey Camii'nde iki rekat namaz kılmamıza müteakiben, Allah'tan, Landlord için akıl fikir ihsan eylemesini diledik; Meryem Ana'yı dahi o dağın tepesindeki eve yerleştirdiği rivayet edilen, Yuhanna ya da Yahya olarak bildiğimiz Aziz John'un anısına yapılmış St.Jean Bazilikası'ndaki vaftiz havuzunda püripak olduk; ve en nihayet Pamucak sahilindeki plaj mafyasına 'şemsiye-şezlong haracı' uçlandıktan sonra da bi ferahladık bi ferahladık ki sormayın gitsin..




Bölgeden ayrılmadan önce evleri ve meyva şaraplarıyla ünlü Şirince köyüne çıkarak bir gece kaldığımızı -ağzımı şapırdatarak- zikrettikten sonra, envai çeşit şarap tadımı sırasında kafayı bulduğumuzu da hemen ekleyeyim..

Ayrıca, konakladığımız Selanik Pansiyonu'nun sahibi, 'yaş yetmiş ama iş bitmemiş' bir hoşsohbet ağbi olan Osman Uygur'dan, Selanik'e ve 1924 mübadelesine ve de sonrasına dair 'tam macera' hikayeler dinledik ki yazsam roman olur valla..




Bikinili ve Ateşli Tanrıçalar

Ertesi gün Şirince'yi ve Selçuk'u ve de İzmir'i arkada bırakarak Aydın sınırları dahilindeki Kuşadası'na vardığımızda neredeyse öğle olmak üzereydi..
Burada bir arkadaşın (Adı Recep Tayyip değil!) muhteşem havuzlu villası, bir haftalığına bize ayrılmış olarak kuzu gibi yatmış bekliyordu..
Davutlar sahili mevkiindeki bu lüks villada verdiğimiz mola, bir süredir yorulmuş bünyemize pek iyi gelmiş olsa da çevre gezilerimizi -yine de- aksatmadan sürdürdük..




Kalamaki de denilen Dilek Yarımadası Milli Parkı'nın eşsiz güzellikteki bazı plajlarını karadan dolaşırken, ulaşılması imkansız diğer koylarına da tekneyle denizden vasıl olduk.. Ki kendimizi serin kollarına öylece bırakıverdiğimiz o pırıl pırıl sulardan çıkarak yeniden teknelere binmek (Hem de denizden pek de hoşlanmayan bendenize) öylesine zor geldi ki sormayın gitsin..

Milli parkın bir özelliği olarak, plajlara kadar inen muhtelif yaban domuzu aileleriyle yüz göz olduk; tekneyle dibine kadar yanaştığımız Yunanistan toprağı Sisam adası sakinlerine el salladık..




Bir başka günde, buz gibi suyla dolu bir havuz ihtiva eden Zeus Mağarasına girdiğimizde adı geçen Tanrımızı göremesek de, soğuk suda cilveleşen nice bikinili ve ateşli tanrıça bedenlerinden karanlık mağara tavanına yükselen buğulara öylesine dalıp gittik..


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)